Cennet Ehlinin Yiyecek ve İçecekleri ve Bunların Atılış Şekli
Cennet Ehlinin Yiyecek ve İçecekleri ve Bunların Atılış Şekli
Allah buyurur ki:
"Muttakiler, gölgeler ve pınarlardadırlar. Arzu ettikleri meyveler içindedirler. Haydi işlediklerinize karşılık yeyin için afiyet olsun." (Mürselât, 41-43)
"Kitabı sağ eline verilene gelince o, işte alın kitabımı okuyun der, ben bu hesabım ile karşılacağıma inanıyordum. Artık o, razı olacağı bir yaşantı içredir. Yüksek bir cennettedir. Onun meyveleri yakın (koparmaya elverişli)'dir. Şu geçmiş günlerde önceden işlediklerinize karşılık yeyin için, afiyet olsun." (Hakka, 19-24)
"İşte bu Cennet'e siz, işlediklerinize karşılık vâris kılındınız. Orada sizler için (burada) yediklerinizden birçok meyveler var." (Zuhruf, 72-73)
"Muttakilere vadedilmiş olan Cennet'in durumu şudur: Altından nehirler akar, yemişleri ve gölgesi süreklidir." (Ra'd, 35)
"Onlara arzu ettikleri meyveler ve etlerle meded eyledik. Orada kâse kapışırlar ama orada boş söz hareket, günâha girme hiç bulunmaz." (Tûr, 22-23)
"Onlara mühürlü hâlis bir içkiden içirilir. Onun sonu (hitâmı) misktir. Yarışacaklar varsa bunda (bunun için) yarışsınlar." (Mutaffifîn, 25-26)
Müslim'in Sahih'inde Câbir'den gelen Ebü'z-Zübeyr hadisinde Cabir Radıyallahu Anhu Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu demiştir:
"Cennet ehli yer, içer sümkürmezler, büyük veya küçük abdest bozmazlar. Bütün o yedikleri misk kokusu gibi olan bir geğirmeden ibarettir. Kendilerine nefes almak ilham edildiği (sağlandığı) gibi tesbih ve tekbir de ilham olunur." (Müslim, 2835, Cennet ve nimetleri ile ehlini sıfatı kitabının, Cennetin ve ehlinin sıfatları ve sabah-akşam tesbihleri babı.)
Bu hadisi Müslim Cabir'den Talka b. Nafi' yoluyla da rivayet etmiştir. Orada şöyle bir ifade vardır:
"Yemeğin hâli ne olacak dediler.
"Bir geğirme ve misk'in (kabından) sızması gibi bir terleme olacaktır. Onlara tesbih ve hamd ilham olunur."(önceki yer.)
Müsned'de ve Nesâi'nin Sünen'inde sahih senedle gelen A'meş hadisinde de şu geçiyor:
... Sümâme'den, Zeyd b. Erkam dedi ki:
"Ehl-i kitaptan bir adam Peygamber'e Sallallahu Aleyhi ve Sellem gelip, ey Eba'l-Kâsım, sen cennet ehlinin yeyip içeceklerini söylüyorsun değil mi? dedi. Buyurdular ki:
"Evet, Muhammed'in canı elinde olan Allah'a yemin ederim ki onlardan her birine yemede, içmede, cimada ve şehvette yüz erkek gücü verilecektir."
Adam; yeyip içen kişinin ihtiyaç gidermesi söz konusudur, halbuki cennette ezâ yoktur (buna ne dersin?) dedi. Rasûlullah;
"onların ihtiyaç gidermesi, miskin sızması gibi derilerinden süzülen bir terleme şeklinde olur, bu olunca da karınlarının şişi iner" buyurdular.
(Ahmed, Müsned, IV, 367'de; en-Nesâî, es-Sünen el-Kübrâ'da Tefsir kitabında rivayet etmişlerdir, bk, Tuhfet el-Eşrâf, III, 191; ayrıca bk, el-Beyhaki, el-Ba's ve'n-Nuşûr, s. 205, haşiye, 5. el-Hâfız ed-Dıyâ' der ki: bence bu hadis Müslim'in şartı üzeredir. Çünki Sümâme sikadır, Zeyd b. Erkam'dan işittiğini açıkça söylemiştir, bk, en-Nihâye, II, 432.)
Bu hadisi el-Hâkim Sahih'inde şu şekilde rivayet etmiştir:
"Peygambere Sallallahu Aleyhi ve Sellem yahudilerden bir adam geldi.
Ey Eba'l-Kâsım, Cennet ehlinin yiyip içeceklerini söylemiyor musun? dedi.
Bir taraftan da arkadaşlarına, evet derse onunla tartışır yenerim, diyordu. Rasûlullah:
"Evet, Muhammed'in canı elinde olan Allah'a yemin ederim ki onlardan her birine yemede, içmede, şehvet ve cimâda yüz erkek gücü verilir" buyurdu.
Yahudi, yiyip içen ihtiyaç görmek ister dedi. Rasûlullah;
"ihtiyaç görmeleri derilerinden misk gibi süzülen bir terdir, bakmışsın karınlar inmiş" buyurdular.
(Dârimî, II, 334; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, XIII, 108-109; İbn el-Mübârek ez-Zühd, s. 512; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, X, 416'da der ki: Bunu Taberanî el-Evsatta, bir benzerini el-Kebir'de ve Ahmed ve Bezzâr rivayet etmişlerdir, Ahmed ve Bezzar'ın ravileri sahih hadis ravileridir, Sümame b. Ukbe ise sikadır.)
el-Hasen b. Arafe der ki:
... Humeyd el-A'rac'dan
... İbn Mes'ûd, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem bana;
"sen Cennette kuşa bakar arzularsın, hemen önüne kızarmış olarak düşer" buyurdu, demiştir."
(Heysemî bunu Keşf el-Esfâr, IV, 200'de zikretmiş ve bunu el-Bezzar rivayet etmiştir, Humeyd b. Atâ el-A'rac zayıftır demiştir, bk, Mecmau'z-Zevâid, X, 414. Ayrıca bk. el-Matâlib el-Âliye, IV, 404; Beyhakî, el Ba's ve'n-Nuşûr, 318.)
Cennet ehlinin ilk yiyecekleri ve peşinden ilk içecekleri şeyle ilgili Abdullah b. Sellâm kıssasına dair Enes hadisi ile, kıyamet günü yeryüzü Cebbar'ın eliyle beze haline getirip açtığı, cennet ehline ilk ikram kıldığı bir çörek olur, şeklindeki Ebû Said el-Hudrî hadisi daha önce geçmiştir." (Buharî, XI, 372, Rikak kitabının, Allah kıyamet günü yeryüzünü kabzasına alır babı; Müslim, 2792. Münafıkların sıfatları ve hükümleri kitabının, Cennet ehline ilk ikram babı)
el-Hakim der ki:
... Huzeyfe Radıyallahu Anhu, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu demiştir:
"Cennet'te uzun boyunlu dişi develer gibi kuşlar vardır."
Ebu Bekir bunu duyunca, ey Allah'ın elçisi onlar pek de yumuşak (etli)'dir, dedi.
Buyurdular ki:
"Ondan yiyenler daha yumuşaktır, sen de ondan yiyenlerdensin ey Ebâ Bekir!" (Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nuşûr, 319 ve İbn Merduye rivayet etmiştir, bk, ed-Durr el-Mensûr, VI, 155; İbn Adiyy, el-Kâmil, VI, 2041.)
el-Hâkim der ki:
... Katâde "iştah duydukları türden kuş etleri" (Vakıa, 21.) ayetinde şöyle söylemiştir:
Bize Ebu Bekir'in, ey Allah'ın elçisi bana öyle geliyor ki cennet kuşları sahiden yumuşaktır, tıpkı cennetliklerin yumuşak olduğu gibi, dediği zikredildi. Bunun üzerine Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem;
"onları yiyenler onlardan daha yumuşaktır. O kuşlar boynu uzun dişi develer gibidir, umarım Allah'dan, sen de onlardan yersin ey Ebû Bekir" buyurmuş." (Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nuşûr, 320; İbn el-Mübarek, ez-Zühd, s. 525, el-Hasen'den; Suyutî, ed-Durr el-Mensûr, VI, 156.)
Katade'den aynı isnâd ile gelen bir rivayete göre Abdullah b. Amr "altından tabaklar ve kupalarla onların başında dolaşılır" (Zuhruf, 71) ayetinde şöyle söylemiştir:
"Onların başında yetmişbin altın tabak ile dolaşılır ve her tabakta diğerinde olmayan bir çeşit şey vardır." (Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nuşûr, 321)
ed-Derâverdî şöyle söylemiştir:
... Enes b. Malik Radıyallahu Anhu Kevser hakkında Rasûlullah'ın Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dediğini işitmiştir:
"O, bana Rabb'imin verdiği bir nehirdir, sütten daha beyaz baldan daha tatlıdır. Orada boyunları deve boyunları gibi olan kuşlar vardır. Bunu duyunca Ömer b. el-Hattâb, doğrusu ey Allah'ın elçisi onlar pek yumuşaktır, dedi. Yiyenleri, onlardan daha yumuşaktır" buyurdular. (Ahmed, Müsned, III, 220,221,236; İbn Kesîr, en-Nihâye, II, 402)
İbrahim b. Said,... buna bir mütabaat zikretmiştir ancak orada Ömer yerine Ebu bekir geçmektedir.
Osman b. Said ed-Dârimî şöyle demiştir:
... İbn Abbas, Allah Teâla'nın "kaynaktan kadehlerle," (Saffat. 45) ayetinde, kadehler yani içki, "Onda ğavl (uğultu) yoktur" âyetinde, "uğultu, yani başağrısı" diyordu.
"Ne de ondan dolayı sarhoş olur (kafayı bulur)lar" (Saffat. 47) âyetinde ise "akılları gitmez" diyordu." (İbn el-Münzır ve İbn Ebî Hâtem rivayet etmişlerdir, bk, ed-Durr el-Mensûr, V, 274; (Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nuşûr, 322)
Yine O, "dihâk kadeh" (Nebe, 34) ayetinde, dihak yani "dopdolu", diyordu. (İbn Cerir, Tefsir, XXX, 13)
"Mahtûm olan hâlis içki," (Mutaffifin, 25) âyetinde mahtûm yani "misk ile hatmolunmuş (sona erdirilmiş veya mühürlenmiş) içki" diyordu.
(İbn Cerir Tefsir, XXV, 67; İbn el-Münzir ve İbn Ebî Hâtem rivayet etmişlerdir, bk, ed-Durr el-Mensûr, VI, 328.)
Alkame, İbn Mesud'dan "hitâmı misktir" (Mutaffifîn, 26) ayetinden şunu nakletmiştir:
"Hitâm, karışımı (sona kalan tortusu) demektir, mühür vurulan mühür değil"
(el-Hâkim, el-Müstedrek, II, 517, bu isnadı sahih bir hadistir ama Buharî ve Müslim rivayet etmemiştir demiş, Zehebî de buna muvafakat etmiştir; ed-Durr el-Mensûr, VI, 328; İbn Cerir, Tefsir, XXV, 67.)
Ben derim ki:
Allah bilir ya sonu, içkiye karışan misktir, demek istiyor, Yani bu kelime hatime (son)'den hâtem (mühür)'den değil.
Zeyd b. Muâviye der ki:
Alkame'ye "hitâmı misktir" ayetini sordum ve (sorarken) "hâtemi (mühürü) misktir" şeklinde okudum. Bana "hâtemi" diye okuma "hitamı" diye oku dedi. Hıtami demek "karışımı" demektir dedi ve ilave etti. Baksana sizin hanımlar "buna miskü anberden neler karışmış neler" demez mi? (İbn Cerir, Tefsir, XV, 27; Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nuşûr, 325)
Said b. Mansûr demiştir ki:
... Mesrûk, rahîk, "sonunda misk tadı buldukları mühürlü içkidir" demiştir.
(ed-Durr el-Mensûr, VI, 328; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, XIII, 142; İbn Cerîr, Tefsir, XXX, 67)
Aynı isnâd ile Mesrûk'dan, Abdullah'ın, "karışımı tesnim'dendir" (Mutaffifîn, 27) ayetinde "kitabı sağ eline verilenlere ondan karıştırılır, mukarrabûn ise onu saf olarak içerler" dediği nakledilmiştir.
(ed-Durr el-Mensûr, VI, 328; İbn Cerir, Tefsir, XXX, 69; İbn Ebî Şeybe, XIII, 142)
Aynı şekilde İbn Abbas Radıyallahu Anhu de, "Mukarrabûn ondan saf olarak içerler, onlardan aşağı olanlara karıştırılır" demiştir.
(İbn Cerir, Tefsir XXX, 69; Ayrıca, Abdurrazak, Said b. Mansur, Abd b. Humeyd, İbn el-Münzir ve İbn Ebî Hâtem rivayet etmişlerdir, bk, ed-Durr el-Mensûr, VI, 328)
Mücâhid, "hitâmı misk" yani kokusu misk demiştir.
(Bk. İbn Cerir, Tefsir XXX, 67; Abd b. Humeyd, İbn el-Münzir, İbn Ebi Hâtem rivayet etmişlerdir, bk, ed-Durr el-Mensûr, VI, 327)
Bu açıklama, bir açıklamaya muhtaç. Ayetin lafzı aslında daha açık. Herhalde O, doğrusunu Allah bilir ya, kabın altında kalan tortuyu kasdediyor.
Hâkim, Âdem hadisinde şunu zikretmiştir:
... Ebûd-Derdâ "hitâmı misktir" ayetinde şöyle söylemiştir:
"O, gümüş gibi beyaz bir içkidir, içkilerine onunla son verirler. Şayet dünya ehlinden bir adam ona elini daldırsa çıkarsa, onun kokusunun esintisini bulmadık bir tek canlı kalmaz."
(İbn Cerir, Tefsir, XXX, 68; İbn el-Münzir, bk, ed-Durr el-Mensûr, VI, 328; İbn el-Mübârek, Zevâid ez-Zühd, s. 78)
Adem der ki:
... Atâ, "Tesnim içkinin karıştırıldığı kaynağın ismidir" demiştir.
(ed-Durr el-Mensûr, VI, 328; Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nuşûr, 330)
İmam Ahmed der ki:
... İbn Abbas, "dihâk olan kadeh" (Nebe', 34) ayetinde, "dolu olan peşpeşe gelen anlamındadır, (babam) Abbâs'ı bize su ver ve kupayı (ağzına kadar) doldur (doldur getir) (=idhak) derken çok işitmişim, demiştir."
(Hakim, Müstedrek, II, 512'de rivayet etmiş ve, isnadı sahihtir. Buharî, Müslim rivayet etmemiştir demiştir. Zehebî, Buharfnin şartı üzeredir der; İbn Cerir, Tefsir XXX, 13; ed-Durr el-Mensûr, VI, 309; Beyhakî, el-Ba's ve'n-Nuşûr, 323, bk, Buharî, VII, 148, Ensâr*ın menkıbeleri kitabının, Cahiliye eyyamı babı.)
Allah'ın;
"İyiler karışımı kâfur olan bir kâseden içerler. Bir pınar ki orada Allah'ın kulları içer ve fışkırtır (istedikleri yere) akıtırlar" (İnsan, 5-6) ayetleri ile;
"karışımı zencefil olan bir kâseden içerler. Orada selsebil denilen bir pınardan" (İnsan, 17-18) ayetleri hakkında daha önce konuşmuştuk.
Selsebil kelimesi hakkında bir gurup, bu "selle sebîlen ileyhâ" cümlesinin kısaltılmışıdır demiştir ki bu görüş bir hiçtir.
Selbesil cümle olmayan bir kelimedir. O pınarın özelliğini belirten bir isimdir.
Katâde ve Mücahid bu kelimenin yeterli açıklamasını yapmışlardır.
Katâde aslı "seliseh" (=kolay akışlı)'dır, araplar istedikleri gibi türetme yaparlar, bu, büyük türetme (iştikâk-ı ekber)'dir" demiştir.
Mücahid, "seliset es-seyl" yani "akışı kolay ve keskin, hızlı" demiştir.
Ebû'l-Âliye, hem yollarda hem evlerde onların üzerine akar, iki taraflı, demiştir. Bu da kolay akışından ve keskin cereyanındandır.
Başkaları ise, "tadı hoş" demiştir.
Ebu İshâk, "son derece kolay-yumuşak olana selsebil denir." Bu kelime o pınara isim olmuştur, demiştir.
İbn el-Enbarî, "doğrusu, selsebil suyun sıfatıdır, pınarın ismi değil" demiş ve buna iki tane delil getirmiştir:
a. Selsebil, tenvin almıştır. Pınarın ismi olsaydı, özel isim ve müennes olma sebebiyle tenvin almamalıydı.
b. İbn Abbas, anlamı, "boğazlarından akı akıverir" demektir, demiştir.
(Bu görüşler için bk. Tefsir el-Kurtubî, XIX, 142; ed-Durr el-Mensûr, VI, 300-301-Tefsir Ğarîb el-Kur'ân, s. 503; Lisan el-Arab, sisi meddesi.)
Ben derim ki:
Her ikisinde de İbn el-Enbârî'yi destekleyecek bir delil yoktur. Tenvin gelmesi âyet başlarının birbirine uyması içindir, İbn Abbas'ın görüşü ise delâlet etse etse o pınarın kolayca akıp geçmesi sebebiyle ona isim olduğuna delâlet eder.
Evet, bütün bu naslar Cennet'te cennetlikler için, ekmek, et, meyve, tatlı, çeşitli su, süt ve içkiler olduğunu, âhirettekilerden dünyada sadece isimler bulunduğunu, muhteva bakımından aralarında beşerin bilemeyeceği derecede farklılıklar, olduğunu gösterir. Cennet'te ateş yok, peki o etler nasıl pişiriliyor denirse; deriz ki:
Buna bazıları Allah'ın "ol" demesiyle pişer demişler, diğer bazıları buna Cennet'in dışında pişirilir ve getirilir diye cevap vermişlerdir.
Doğrusu ise onların Aziz ve Hakim olan Allah'ın pişip kıvama gelmeleri için takdir ettiği sebebler sayesinde Cennet'te pişmesidir. Nitekim orada yemeklerin ve meyvelerin pişip olgunlaşması için de sebebler takdir etmiştir. Bu arada orada ıslah edip ifsâd etmeyen bir ateşin bulunması da imkansız değildir.
Nitekim Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem den sahih olarak "onların tütsülükleri öd ağacıdır" şeklinde bir rivayet gelmiştir. Demek ki buhurdanlıklardan köz üstünde öd ağacı yakılıp kokusu dağılacaktır.
Allah Sübhânehû, Cennet'te gölgeler olduğunu haber vermiştir. Şüphesiz gölge karşıtından oluşur ve yayılır. Buyurmuştur ki:
"Onlar ve eşleri gölgelerde, koltuklar üzerinde dayanırlar." (Yasin, 56)
"Muttakîler gölgeler ve pınarlardadır." (Mürselât, 41)
"Onları gölgeleyen koyu gölgelere sokarız." (Nisa, 57)
Yemeklerin, tatlıların ve tütsülenmenin ortaya çıkması için birtakım sebebler gerekir. Sebebleri de müsebbebleri de (sebeb neticesi ortaya çıkan şeyleri de) yaratan Allah Sübhânehûdür. O, herşeyin rabbi ve melikidir. Ondan başla ibadete layık ilâh yoktur.
Aynı şekilde Allah Sübhânehû, yenenleri, (misk kokulu) bir geğirmeye ve derilerinden fışkıran bir terlemeye çevirecek sebebler de yaratmıştır. Bu sebebler yemeğin çıkması için yaratılmışsa o sebeblerde pişip olgunlaşması için yaratılmıştır.
Yine Allah o insanların içine yediklerini yakacak, uygun hâle getirecek ter ve geğirme olarak çıkışını kolaylaştıracak harareti de yaratmıştır. Orada meyvelerin olunlaşmasını sağlayacak hararet te vardır.
Allah ağaç yapraklarını gölgeleyici kılmıştır.
Dünyanın da âhiretin de rabbi birdir. O, dünyadaki âhiretteki şeyleri hep sebeb ve hikmetlerle yaratandır. Sebebler, O'nun fiil ve hikmetlerinin görüntüsüdür ama mekânına göre değişir. İşte bu sebeble kul, alışılmamış bilinmemiş sebeblerle ortaya çıkan fiillerini görür ve hayret eder. Bazan O'nun bu tür fiilleri, kâfirleri küfür ve inkâra da götürür. Ancak bu katıksız bir cehalet ve zulmün sürüklediği bir haldir. Değilse Allah'ın kudreti başka sebebler ve o sebeblere dayalı neticeler yaratmaktan âciz değildir.
Nitekim bu dünyada da aynı şeyler oluyor. O, durmadan sebebler ve sonuçlar yaratıyor. Bu herhalde daha basit bir şey değildir. Herhalde Rabb Sübhânehû ve Teâlâ'nın bizim de görüp müşahede ettiğimiz yoktan ilk varedişleri yapmış olması, aklı olan düşünürse, bize vadettiği ikinci yaratıştan daha çarpıcı olmalıdır.
Herhalde şu kaba saba topraktan, sudan, ottan, havadan meyveler çıkarması düşünülürse, Cennet'in toprağından, suyundan havasından meyveler çıkarmaktan daha şaşırtıcı olmalıdır. Herhalde gıda, şifa, içme ve zevk almada kullanılan içeceklerin, pisliklerin, arasından, kandan ve böcek salgılarından çıkıp gelmesi, Cennet'te (böyle pisliklerin olmadığı Cennet'te) başka sebeblerle nehirler halinde akmasından daha hayranlık vericidir.
Herhalde gümüş ve altın cevherlerinin dağlar vesâir yerlerdeki değerli taş damarlarından çıkarılması, orada başka sebeblerle varedilmesinden daha göz alıcı olmalıdır.
Herhalde ipekleri ipek böceğinin salgısından çıkarmak, o hayvanın kendi çevresine beyaz, kırmızı, sarı örgüler, sağlam örgüler örmesi, orada bu iş için yaratılmış içine ipek konmuş ağaçların tomurcuklarından çıkmasından daha hayret verici olmalıdır.
Herhalde su denizlerinin bulutların sırtında gökle yer arasında akıp durması Cennet'te hendekleri olmadan akmasından daha hayret verici olmalıdır.
Kısacası derim ki;
Allah'ın kullarını düşünmeye çağırdığı, kudretinin, ilminin, iradesinin, hikmetinin, hükümranlığının, rab ve ilah olarak tekliğinin delilleri kıldığı bu ayetleri düşün.
Sonra da ahiret, cennet ve cehennem ile ilgili haber verdikleri ile mukayese et.
O zaman göreceksin ki burada olanlar orada olacakların mutlaka olacağını göstermektedir, onlara şahittir, her biri aynı kaynaktan, tek bir Rabb'den, yaratıcıdan, mâlikdendir.
İnanmayanlar Cehennemin Dibine!