İhlas lügatte, tasfiye ve bir şeyin hulasasını almak, bir şeyi diğerinden ayırmak, manalarına gelir. Şeriatta ise, riya ve süm’a şâibesini terk ederek Allah’ı görür gibi ibadet etmektir.
Bir hadis-i kudsîde ihlas şöyle tarif edilmiştir:
الإخلاص سر من سري استودعته قلب من احببت من عبادى لا يطلع عليه ملك فيكتبه ولا شيطان فيفسده
İhlas, benim sırrımdan bir sırdır ki, onu kullarımdan sevdiklerimin kalbine emanet ederim. Ona melek muttali olamaz ki yazsın. Şeytan da muttali olamaz ki ifsad etsin.”
Niyyeti tashih ihlası teminde elzemdir. Çünkü, bütün işler niyyete göre değer kazanır.
Hem hoca, hem de talebe, ilim tahsil ederken ihlas ve samimiyet sahibi olmalıdır. Talebe ilim tahsil ederken, hoca da ilim öğretirken niyyeti ne olmalıdır?
Peygamber Efendimiz: (إنما الأعمال بالنيات )“Ameller (in sevap ve mükâfatı) ancak niyyet iledir.” hadis-i şerifinden niyyetsiz amellerin sevabı olmayacağı anlaşılmaktadır.
Talebe ilim öğrenirken evvela Allah’ın rızasını, Cennet ve Cemal-i İlahi’yi kazanmaya, kendi nefsinden ve diğer insanlardan cehaleti gidermeye, dinin ihyası ve İslam’ın devamına yardımcı olmaya niyyet etmelidir. Çünkü İslam’ın bekası ilim ile kaimdir.
Tirmizî’nin ve diğerlerinin merfu olarak naklettiği bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz (S.A.V):
من طلب العلم ليجارى به العلماء أو يمارى به السفهاء أو ليصرف به وجوه الناس إليه أدخله الله النار ))
“Kim ki alimlerle mücadele etmek veya sefihlere kendini övdürmek veya insanların yüzlerini kendisine çevirmek gayesi ile ilim öğrenirse, Hz. Allah o kimseyi ateşe atar.”, buyurmuşlardır.
Hz. Üstazımız ihlası şöyle izah buyurmuşlar:
“İhlasın manası: Bir mazarrattan korkmadan ve bir menfaat beklemeden, yalnız îlâ-i Kelimetilleh yolunda, Allah rızası için çalışıp, el-Mücahid fi sebilillah el-Müştâk ilâ Cemâlillah sırrına mazhar olmaktır ki; işte bu kimse hem sekerât-ı mevt geçidini, hem mizanı, hem de sıratı kolayca geçerek cennet ve cemali ilahi ile müşerref olacak hakiki kuldur.”
Hazreti Üstazımız, ihlasa misal olarak misk geyiğini anlatırlar ve şöyle buyururlardı: Geyik Adem (A.S)ín adını (ve yeryüzüne indiğini) duyunca onu ziyarete gitti. Hz. Adem bundan son derece memnun oldu ve sağ elini geyiğin sırtına koyarak kendisini taltif etti. Bu temastan dolayı geyiğin kuyruk tarafında bir misk meydana geldi. Arkadaşlarının yanına geldi. Diğer geyikler bu kokuyu nereden buldun diye sordular. O da keyfiyeti diğerlerine anlattı. Bunun üzerine diğer geyikler de Adem A.S.’ın yanına vardılar. Fakat onların vücudunda her hangi bir misk kokusu hasıl olmadı. Çünkü birinci geyiğin niyetinde hulus vardır. O hâlis bir kalb ile gitmişti. Diğer geyiklerde ise bu ihlas mevcut değildi.”
Hz. Üstazımız, evlatlarına ilimde ihlaslı olmayı şöyle tenbih ederlerdi: “Evlatlarım! Bu ilimleri okumak isteyen birisi daima “Ben Allah rızası için okuyacağım, okuduklarımı da Ümmet-i Muhammed’e öğreteceğim. Bu suretle batağa düşmüş insanları kurtarmaya çalışacağım diye düşünmeli ve gayesi hep böyle olmalıdır. Hatta müftü veya vaiz olmak niyeti ile ilim okumak haramdır. Eğer içinizde böyle düşünen ve bu maksatla aramızda bulunan varsa hemen dengini toplayıp gitsin. Zira Enbiya mirası olan bu ilimler dünyevi gayeler için okunmaz.”
Bişr-i Hafî hazretleri hadis öğretmeyi bırakınca, ona: “Kıyamet günü Rabbin sana neden kullarıma bu ilmi öğretmekten vazgeçtin?, diye soracak olursa ne diyeceksin?”, diye soruldu. O şöyle buyurdu: “Ey Rabbim! Sen ihlasla öğret buyurdun. Fakat ben nefsimde bu ihlası bulamayınca öğretmekten vazgeçtim diye cevap veririm.”
Süfyân-ı Sevri hazretleri insanlara ilim öğretmediği için zemmedildiği vakit onlara şöyle dedi: “Allah’a yemin ederim ki, azîm olan Allah’ın rızasını almak için ilim öğrenmek istediklerini bilse idim, burada değil, evlerine gidip istedikleri ilmi onlara öğretirdim. Halbuki bu kimseler insanlarla mücadele ve ilmi bir kazanç vesilesi yapmak için istediklerini bilmekteyim.”
Şârânî hazretleri şöyle buyuruyor: “Hocam Süfyan bin Uyeyne’den duydum: İlim tahsili yolunda çalışan kimsenin ilme karşı istek ve arzusu arttığı ölçüde, dünyaya karşı istek ve mücadelesinin de arttığını görürseniz, artık ona ilim öğretmeyiniz.”
Yine şöyle buyurdu: “Hocam Ali el-Havas’tan duymuştum: “Hz. Allah bu dini fâcir kimse ile de teyid eder”, hadis-i şerifini izah ederken şöyle demişti: O fâcir kişi ilmi, bir riya ve gösteriş olarak öğrenir, insanlara dinin emir ve icaplarını öğretir, okutur, fetva verir. Böylelikle cemiyette dinin her hangi bir cephesi zayıfladığında onu canlandırır ve kaldırır. Buna rağmen Hak Teala kıyamet günü bu alim kişiyi kendine karşı temiz bir kalp taşımadığı için riyakârlığı yüzünden ateşe atar.”
Bekir Bin Abdullah el-Müzeni şöyle buyurmuşlar: “İlimle uğraşan bir mürâinin alâmeti insanların kendine alim demelerinden hoşlanması ve yalnız kendisinden ders almalarını istemesidir. Bir kimse başka bir alimden ders almak için kendisine danıştığı takdirde bundan hoşlanmamasıdır.”
Hz. Üstazımız şöyle buyurmuşlardır:
“Amelsiz ilimde ve ihlas olmayan amelde hayır kokusu bulunmaz.”
“İhlas ile elde edilen ilim, ayn-ı ibadettir.”
“Vâris-i kâmil’in tâbileri hizmetlerinden, mevkî, makam, memuriyet gibi hiçbir maddi menfaat mülahaza etmez. Sırf rıza-i Bâri için çalışırlar.”
“Menfaat maksadı ile ilim tahsil edenlere, dünya da haram, ahiret de. Biz Allah rızası için okuyoruz ve her yerde menfaat gözetmeden okutacağız.”
“İhlas ile eda edilen ibadetler, belalara mânidir. Sahibini korur.”
Netice olarak, ilmin talim ve teallümünde ihlas (niyyet-i hâlisa) sahibi olmak, cesedde ruh gibidir. İhlas olmadan netice almak mümkün değildir.