-
Ahh Dâvâm !
Üstad hazretlerinin talebelerinden Vanlı Hamid Efendi şöyle bir hadise anlatır: Bediüzzaman Hazretleri, Ankara'da Büyük Millet Meclisi'nden ayrıldıktan sonra Van'a gidiyor. Orada kaldığı senelerde bazen iki minare yüksekliğindeki Van Kalesine çıkıyor. Kaleye çıktığında da çok defa orada dik ve sarp bir yerde bulunan mağaraya iniyor. Bir seferinde yine hızlı hızlı mağaraya doğru giderken ve tam inecekken birden ayakları kayıyor. Ayağını koyacak, eliyle tutunacak bir yer bulamayan Üstad bir an boşlukta kalıveriyor. O an bile kendi canı ve hayatı aklına gelmiyor. Dâvâsını, dine ve millete hizmeti düşünüyor. Sesinin çıktığı kadar bağırıyor: “Dâvâm, Dâvâm!” diyor. Düştüğü yer, altı metre yüksekliğinde bir kayalık; fakat sanki gizli bir el onu itiyor ve o, üç metrelik bir kavis çizerek aşağıdaki mağaranın kapısı önüne iniveriyor. İşte bir mefkûre insanı.. işte bir dâvâ adamı.. “Benim yaşamam ancak Rabbim'i anlatırsam bir şey ifade eder; dinimi î'lâ edersem hayatımın bir mânâsı olur.” düşüncesiyle dâvâsı için yaşayan bir kahraman. Dahası, bakın ne diyor: "Sonra, ben cemiyetin iman selâmeti yolunda âhiretimi de feda ettim. Gözümde ne Cennet sevdası var, ne Cehennem korkusu. Milletin imanı namına bir Said değil, bin Said feda olsun. Kur'ân'ımız yeryüzünde cemaatsiz kalırsa, Cenneti de istemem; orası da bana zindan olur. Milletimizin imanını selâmette görürsem, Cehennemin alevleri içinde yanmaya razıyım. Çünkü vücudum yanarken, gönlüm gül-gülistan olur." Aslında, bu söz söylenemez; Bediüzzaman gibi sadece sabah ve akşam tesbihatlarında bile yedişer defa “Allahümme ecirnâ min'en-nar...“ diyen bir insan Cennet ve Cehennemi hafife alamaz. Fakat, herkese Allah'ın duyurulması ve insanlığın kurtarılması onun nazarında öyle bir meseledir ki, o meseleyi dâvâ edinmiş, onu hayatının gâyesi bilmiştir; o dâvâ uğruna maddî-manevî her türlü fedakarlığı da göze almıştır.. ve Allah Teâlâ “dâvâm” diyen bir insanı çoğu zaman bir dalalet ve bir küfür bataklığına girmekten nasıl kurtarıyorsa, Üstadı da uçuruma yuvarlanmaktan kurtarmış, aşağıdaki mağaraya sağ salim koymuştur.
Dâvâ erlerinde ses ve söz hep aynıdır; onlar tarihin hangi döneminde ve nerede yaşarlarsa yaşasınlar hep aynı çizgi üzerinde birleşirler. Mesela, Bediüzzaman'ın sözleriyle Murat Hüdavendigâr'ın yakarışları sanki aynı gönlün terennümleri gibidir. O büyük Sultan, yüz bin kişilik Haçlı ordusunu yendiği Birinci Kosova Meydan Muharebesi başlarken “Ey Rabbim! Şu Murâd kulunun günahları yüzünden mâsum askerlerimi cezâlandırma. Onlar ki, buraya kadar, sâdece Senin adını yüceltmek için geldiler. Senin şânına lâyık bir zafer lûtfet ki, bütün Müslümanlar bayram etsin. Müslümanları mansûr ve muzaffer eyle. Ve dilersen o bayram gününde şu Murâd kulun Sana kurbân olsun. Önce beni gâzi kıldın, murat buyurursan şimdi de şehit kıl.” diye dua etmiş; zaferyâb olduktan sonra da en küçük bir gurura kapılmadığı gibi dizleri üstüne çöküp, şükür duygularıyla ağlayarak yüce Rabbine dua dua yalvarmış ve sözlerini şöyle bitirmiştir:
“Âb–ı rûy-i Habib-i Ekrem içün
Kerbelâda revân olan dem içün
Şeb–i firkatte ağlayan göz içün
Din yolunda beni şehid eyle
Ahirette beni saîd eyle.”
Hazreti Murat Hüdavendigâr duasını tamamladıktan kısa bir süre sonra da kahrolası bir elle, Milos Kopiliç adında yaralı bir Sırp tarafindan hançerlenerek şehit edilmiştir.
İşte o da tam bir dâvâ adamıdır ve dâvâsına hizmet ederken beklentisizdir; devlet ve servet derdinde değildir. Hep ordusunun başında ve muharebe meydanlarındadır ama aynı zamanda o kadar saffet içindedir ki, bir gün hocasına gelir ve "Sizler nasıl oluyor da ilk tekbirde Kâbe'yi görebiliyorsunuz; ben senelerdir uğraşıyorum ama ancak ikinci veya üçüncü tekbirde Kâbe önümde beliriyor." der. O kadar berrak ve Allah'la irtibatlı bir gönlü vardır; pusulayla değil de, kendi kalb gözüyle ayarlıyordur kıbleyi. İmam bir tekbirle hemen namaza durduğundan onun da gördüğünü zannediyor ve diyor ki, “Ne mutlu sana, sen bir tekbir alınca hemen Kâbe'yi görüyorsun, ben çocukluğumda yaptığım hatalardan mıdır nedir iki veya üç tekbir almadan göremiyorum onu!” Evet, bu büyükleri her yâd edişimde M. Akif'in sözlerini hatırlıyorum; gelecek adına ümitsiz olmasam da (az değiştirerek) şöyle demek geliyor içimden:
“Ne âlî kavm idik, hayfâ ki sefil ettiler;
Bütün ümmîd-i istikbâli müstahîl ettiler.”.....
ALINTI..
-
Cevap: Ahh Dâvâm !
“Âb–ı rûy-i Habib-i Ekrem içün
Kerbelâda revân olan dem içün
Şeb–i firkatte ağlayan göz içün
Din yolunda beni şehid eyle
Ahirette beni saîd eyle.”
Allah razı olsun