-
12. Güven ve Ticaret
12. Güven ve Ticaret
“Güvenilir ve doğru iş adamı (tüccar) kıyamet günü peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle haşrolur.”[107]
Sadece tüccar değil, her mümin güvenilir ve doğrudur, öyle olmalıdır. Çünkü, ona mümin vasfını kazandıran iman kavramı, güvenmek, korku ve endişeden emin ol*mak anla*mını taşıyan emn kökünden gelmektedir ve hı*yanetin kar*şıtıdır. Yani mümin emindir, güvenilir kişidir. Emin olmak hem Allah’a, peygamberlerine ve indirdikle*rine inanmayı ve güvenmeyi, hem de Allah’ın yer yüzün*deki halifesi olarak her konuda mümine inanmayı ve gü*venmeyi ifade eder.
Mümin, Allah’ın güzel isimlerinden biri olduğu gibi, aynı zamanda ona inananların da en önemli isimlerin*dendir. Allah’a niçin mümin denir? Çünkü O, güven kay*nağıdır. Bize güveni veren de O’dur. Peygamberlere emanet sıfatını veren de O’dur. Öyle ise, emniyet, güven, emanet ve iman dediğimiz mesele bizi peygamberlere ve önemli bir ölçüde peygamberleri de Allah’a bağlar. Niha*yet topluca bu bağlılık bizi, Yaratan-yaratılan ilişkisine götürür. Bütün bu anlamlar, emanet kelimesinin türevle*rinde bulunurlar.
Peygamberlerin en önemli sıfatı, emanet olduğu gibi, Hz. Cebrail’in de en önemli vasfı yine emanettir. Kur’an onu bize şöyle anlatır: “O, kendisine uyulan, emin bir elçidir.” (Tekvir, 81/21) İşte Kur’an’ı, bu güvenilir kişi, güvenilir kaynak olan Allah’tan alarak, en güvenilir insan olan Mu*ham**medu’l-Emin’e getirmiştir. Bu Kur’an’a ina*nan ve on*dan yararlanan kişi de mümindir.
Güvenilir kişi olan mümine, çekinmeden emanetinizi tevdi edebilirsiniz. İslâm literatüründe emanet oldukça geniş kapsamlı bir kavram niteliği taşır. Bu durum keli*menin Kur’an ve hadislerdeki kullanımından ileri gel*mektedir. Buna göre öncelikle, bir süre sonra geri alın*mak üzere birinin korumasına (uhdesine) bırakılan eşya veya para akla gelirse de emanet ücret, kira, ortaklık hakkı, buluntu gibi maddî haklar yanında iman, ibadet gibi dinî yükümlülükler, beden ve ruh sağlığı, servet, ma*kam ve mevki gibi imkân ve kabiliyeti gerektiren hususlar, sözleşmeler, mesken ve aile mahremiyetine saygı, nimet ve ikrama teşekkür, selama karşılık verme, sırların sak*lanması vb. dinî, ahlakî, sosyal ilke ve kuralları da içine almaktadır. Nitekim Hz. Peygamber, vergi memurluğu isteyen Ebu Zer Gifarî’ye, “Sen güçsüzsün; bu iş bir ema*nettir; emanet, üstesinden gelemeyen kimse için kıyamet gününde zillet ve perişanlık doğurur,” demiştir.[108] Yine ha*dislerde yapılan vaatlerin, özel meclislerde konuşulan sözlerin verilen sırların, evlenilen kadınların ve aile mah*remiyetinin birer emanet olduğu belirtilmiştir. “Emanet zayi olduğunda kıyameti bekle”[109] anlamındaki hadiste, hangi türden olursa olsun emanete hıyanetin yaygınlaş*ması ve güvenin ortadan kalkmasının toplumsal bir fela*ket olduğu anlatılmak istenmiştir. Kur’an’da emanete ria*yet müminlerin başlıca meziyetleri arasında zikredilmek*tedir. (Mümin, 23/8; Mearic, 70/32) Hz. Peygamber de ema*nete hıyanet etmeyi münafıklık alametleri arasında say*mış,[110] fakat emanete hıyanet eden kişiye hıyanetle karşı*lık vermeyi de yasaklamıştır.[111]
Sıdk da hem Allah’ın güzel isimlerinden biridir hem de peygamberlerin ilk vasfıdır. Peygamberler doğru kişi*lerdir. Aksi takdirde onlara inanılmaz. Doğruluğun aksi kizb, yani yalancılıktır. Peygamberler hep doğru konuş*muş, doğru ya*şa*mış, doğrulanmış ve doğruluk tavsiye etmişlerdir. Hz. Peygamber bir hadislerinde şunları söylü*yor: “Bana altı şey hakkında söz verin ben de size cenneti tekeffül edeyim: 1.Ko*nuş*tuğunuz zaman doğru konuşun, 2.Va’dettiğniz zaman ye*rine getirin, 3.Emanette emin olun, 4.Apış aranızı koruyun, 5.Gözlerininzi harama yu*mun, 6.Ellerinizi haramdan uzak tutun.”[112] Bir başka ha*diste de şunlar var: “Doğruluktan ayrılmayın. Doğruluk sizi iyiliğe (birr) götürür, o da cennete ulaştırır. Kişi doğru olur ve daima doğruyu araştırırsa Allah katında sadıklar*dan yazılır. Yalandan sakının. Yalan insanı günaha (fü*cur), o da cehenneme götürür. Kişi durmadan ya*lan söy*ler ve yalan araştırırsa Allah katında yalan*cı*lar*dan yazı*lır.”[113] Doğrulukla ilgili bir çok âyet ve hadis bulun*mak*ta*dır.
Sıddikiyet (doğruluk), peygamberlikten sonra gelen en yüce makamdır ve zirvesini Hz. Ebu Bekir tutmaktadır. Ona bu mertebeyi kazandıran şöyle bir olay anlatılır: Hz. Peygamber, etrafındakilere miraç olayını anlatınca Mekke müşrikleri koşarak Hz. Ebu Bekir’e gelip,
- Duydun mu, dediler, arkadaşın neler söylüyor?
- Ne söyledi?
- Mescid-i Aksa’ya gittiğini ve oradan da göğe çıktı*ğını söylüyor!
- Bunu o mu söylüyor?
- Evet bizzat kendinden duyduk.
- O zaman doğrudur. Hem bunlar da bir şey mi? Ben onun sabah akşam bizzat Allah’la konuştuğuna inanıyo*rum.[114]
İşte bu teslimiyet ve doğrulama üzerine ona sıddık un*vanı verildi. Doğrulukta ve doğrulamada eşi olmayan demektir. Aslında her müminin bu mertebeden bir payı ve derecesi vardır ancak zirve ona aittir.
Ticarete gelince, o başlı başına bir sosyal hizmettir ve Hz. Peygamber’in ifadesiyle rızkın onda dokuzu ticarette*dir. Kur’an ve hadisler her insanı kendi elinin emeği ile geçin*meğe teşvik etmiş, tembelliği ve dilenmeyi hoş kar*şıla*ma*mıştır. En güzel geçim yolu da ticarettir. Ama tica*ret her dönemde zor ve riskli olmuştur. Mal üretme, bunu Pazar*lama, diğer mallardan alıp satma, taşıma, işçi ça*lıştırma, piyasa dengelerini koruma, büyümeye devam etme, çok olan malın çok olacak zekâtını verme, fırsatçılık ve karaborsacılık yapmama, müşteriye doğruyu söyleme, vicdanlı bir kâr koyma vs. hep zor ve şeytanın kişiyi rahat bırakmayacağı hu*suslardır. Bu arada ticaret ve iş haya*tında güvenin sar*sıldığı, aldatma ve dolandırıcılığın kol gezdiği, hatta teşvik gördüğü, tekelleşmenin had safhaya ulaştığı, çek-senet tahsili için çetelerin mantar gibi bittiği, bir çok ülkede bunların devleti tehdit eder hale geldiği vs. bir dönemde, güvenilir ve doğru ticaret ve işin ne kadar zor ama bir o kadar da önemli olduğu ortadır. Elbette bu zorluğa göğüs gerip doğru ve güvenilir bir şekilde ticaret yapan, iş kuran ve bu şekilde sebat gösterip vefat eden kişi şehit sevabı alacaktır.