Ashabın Sünnette İttibada Gösterdiği Hassasiyet
Kurân-ı Kerim, nasıl Efendimizin risaleti ve sunduğu mesaj mevzûunda hassasiyet gösteriyor, sahâbe-i kirâm da, aynı şekilde Ondan gelen her şeyi kemâl-i hassasiyetle kabulleniyor, korumaya alıyor ve neşrediyorlardı. Ne Efendimizin (sav) getirdiği esâsâta muhalif bir şey ortaya koymayı düşünüyor, ne de Ona muhalif bir beyanda bulunmayı akıllarının köşesinden geçiriyorlardı. Kuran-ı Kerîmin tabiriyle, Ondan gelen her şeyi içiyor gibi alıyor ve belliyorlardı. Evet, İsrâiloğullarının ruhuna buzağı sevgisi içirildiği gibi, onların rûhuna da hakikat sevgisi, hakikatın yeryüzündeki tek temsilcisi Hz. Muhammed (sav) sevgisi öyle içirilmişti. Dolayısıyla, sünnet mevzûunda çok titizdiler. Nasıl titiz olmasınlar ki, Kurân-ı Kerîm, meseleyi bir iman mevzûu olarak ele alıyor ve: Hayır hayır; Rabbine andolsun ki, aralarında anlaşmazlığa bâdî meselelerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde en ufak bir burkuntu duymadan ve tam bir teslimiyetle sana teslim olmadan iman etmiş olmazlar (Nisâ, 4/65) buyuruyordu. Onların yaşadıkları hayatın saniyeleri, saliseleri, âşireleri hep bu hassasiyet içinde geçiyordu. Hayatlarını bu ölçüde bir hassasiyet içinde geçiren insanların, Onun sünnetine karşı lâkayd kalmaları düşünülemez. Şimdi, bir-iki misalle bu hususu biraz daha açalım:
1. Üsâme Seriyyesi
Allah Rasûlünün (sav) hayat-ı seniyelerinde teşyi buyurdukları en son seriyyeleri, Üsâme Seriyyesi olmuştu. Mübarek hayatlarının son günlerinde, Roma üzerine göndermeyi kararlaştırdığı ordunun kumandanlığına, evlâdım deyip evinde büyüttüğü Mute kahramanı Zeyd İbn Hârisenin o çok sevdiği ve kucağında büyüttüğü oğlu Üsâmeyi getirmiş ve kendisine: Allahın ismi ve bereketiyle babanın öldürüldüğü yere kadar git ve oraları atlarına çiğnet47 buyurdu.
Üsâmenin emrine verilen bu ordu içinde, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman gibi namlılar da vardı. Ordu hareket etmeden önce Efendimiz (sav) rahatsızlanmışlardı. Medine dışında hareket hazırlıkları yapılıyordu ki, hastalığın ağırlaştığı duyuldu... Bunun üzerine, Üsâme sancağı getirip Onun kapısının önüne dikti ve huzûra girdi. Efendimiz artık konuşamıyordu. Üsâme diyor ki: Ellerini semâya kaldırdıktan sonra üzerime indirdi. Bana dua ediyor olduğunu anladım. Bu esnada Efendimizde biraz iyileşme emâreleri belirince, Üsâme yola çıkmak üzere ayrıldı. Ama, tam orduya hareket emrini verdiği sırada idi ki, Güneşin, İki Cihan Güneşinin gurubu haberiyle her yan inledi.48 Evet, Üsâmeyi Muteye gönderen artık gitmişti. Gitmişti ama, arkasında, davasını, eserlerini, mirasını bihakkın, arızasız, kusursuz temsil edecek insanlar bırakıp öyle gitmişti. Hz. Ebû Bekir halife seçilince, o yanık sînelerin iniltileri arasında hemen bu işi ele aldı. Öyle kritik bir andı ki, vefat haberi sağa sola duyulur duyulmaz, bazı yerlerde irtidad hâdiseleri baş göstermişti. Müseylemetül-Kezzab, Esvedül-Ansî ve daha niceleri Efendimiz henüz hayatta iken, peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkmışlardı. Bunlar, Efendimizin(sav) vefat haberini alınca, her tarafta fitne ateşlerini körüklemeye başladılar. İşte İslâm ordusu tam bu hengâmede, her zaman Medine üzerine gelebilecek olan Bizanslılara karşı gönderilecekti. Orduyu Rasûlullah (sav) hazırlamış; sonra da: Üsâme ordusunu gönderin buyurmuştu. Sahâbe ve başta Hz. Ebû Bekir, başka mülâhazalarla Onun emrinden kıl kadar sapamazlardı. Halife-i Müslimîn: Vallahi, canavarlar dört bir yandan üzerimize saldırsalar, Rasûlullahın dalgalandırdığı bu bayrağı indirmek istemem diyerek, orduya hareket emri verdi. Hem de o ordunun teşyiine hususi bir önem vererek; öyle ki, genç komutan at üstünde giderken, kendisi yaya olarak, onu teşyî ediyordu. Evet, işte sahâbe, bu idi; en hassas dönemlerde dahi, Efendimizden (sav) gelen emirlere bu ölçüde hassasiyetle uyarlardı.
2. Fedek Arazisi ve Hz. Fâtıma (r. anha)
Medîne, Efendimizin vefatının ardından nisbî bir şok yaşıyordu. Sahâbe, hususiyle de Hz. Ebû Bekirin (ra) içi cayır cayırdı. Bu esnâda, Peygamberimizin biricik kızı, ciğerparesi, Ehl-i Beytin annesi Hz. Fatıma Vâlidemiz: Babamın Fedekteki mirası diyerek Halîfe-i Müslimînin kapısına dayandı. Şimdi o, çok sevdiği, herkese ve her şeye tercih edeceği Hz. Fatımaya ne cevap verecekti? Onu incitemezdi; Rasûlullahın (sav) hâtırası olan bu ince, bu müstesnâ anamızı incitmeyi gönlünden bile geçirmezdi. Ama, Rasûlullaın sünneti, kendi mirası mevzûunda bıraktığı sünneti en kıymetli şahıslar için bile fedâ edilmezdi. Ben, Rasûlullahın yaptığı hiçbir şeyi terkedemem49 diyen İslâmın bu Yüce Halifesi, Hz. Fâtıma Validemize Rasûlullahtan duyduğu: Biz peygamberler topluluğu miras bırakmayız; bizim bıraktığımız, sadakadır50 hadîsini nakletti. Ondan kalan, Onun sağlığında sarfettiği yere sarfedilecekti. Evet bu en nazik anda bile sünnete muhalefet düşünülmüyordu.
3. Zekat Vermek İstemeyenlere Karşı Tavır
Yine aynı günlerde, namaza karşı tekâsül gösterenler ve zekât vermeyiz diyenler vardı. Hattâ, Hz. Ömer Efendimizin (ra), dehâsına esen değişik ilham esintilerinin tesiriyle, şimdilik zekâta müsaade etsek dediği rivayet olunur. Bu mevzûda sahih rivayetlerle gelen: Ben, Allahtan başka ilâh olmadığına, (Ondan başka Mabûd-ü bil-Hak, Maksûd-i bil-İstihkak bulunmadığına) ve Hz. Muhammedin (sav) Allahın kulu ve Rasûlü olduğuna şehadet edinceye ve namazlarını edâ edip, zekâtlarını tastamam verecekleri âna kadar insanlara karşı savaşmak ve yaka-paça olmakla emrolundum. Bunu yaptıkları takdirde, mallarını ve canlarını bana karşı korumuş olurlar; şu kadar ki, İslâmın bir hakkı vardır (zekât verecekler, sadaka verecekler, öşür verecekler...). Hesapları, (bu mevzûdaki samimiyetleri) ise Allaha kalmıştır51 hadîs-i şerifinden haberdar olan Hz. Ebû Bekir Efendimiz (ra): Allaha yemin olsun ki, kim namazla zekâtın arasını ayırırsa, onunla harbederim. Şüphesiz zekât, malın hakkıdır. Rasûlullaha verdikleri bir dişi oğlağı bile benden esirgerlerse, vallahi onlarla harbederim52 buyurarak, her mevzûda olduğu gibi, bu mevzûdaki hassasiyetini de ortaya koyuyordu.
Hz. Ömer Efendimiz (ra) de, şüphesiz ondan daha az hassas değildi. O, sünnetin hükümleri karşısında öylesine titizdi ki, konuşurken, talimat verirken, hutbe okurken, konuşmasının en can alıcı noktasında kendisine Kitâbullahtan ve Sünnet-i Rasûlullahtan bir hüküm hatırlatıldığında hemen dururdu. Bu yüzden onun için: Hak mevzûbahis olunca hemen durup inkıyad eden derlerdi. Hadîs ve tarih kitaplarında: Ömer hata etti, kadın doğruyu söyledi; bir kadın bile senden daha fakîh ey Ömer; çarşılarda rızık peşinde dolaşmak, Ömeri Rasûlullahın meclislerinden, dinini öğrenmekten alıkoydu53 şeklinde, bizzat onun ifadesi olan ve o yüce kâmetini daha da yücelten pek çok misaller vardır. O dev insan, hak karşısında en ufak itirazda bulunmaz, bulunmayı aklının ucundan bile geçirmezdi.
4. Sünnete İttibadaki Hassasiyet
a. İşte bu büyük mantığın, büyük ferasetin, büyük kıyâsetin ve büyük dehânın temsilcisi zat, bir gün el parmaklarının diyeti mevzuunda içtihadda bulunmuştu. Sahâbeden biri ona itiraz edip: Ey Müminlerin Emîri! Ben Rasûl-i Ekremden (sav) duydum, buyurdular ki: Bir elin beş parmağı, iki elin on parmağı, el için kararlaştırılan diyet ne ise onu eşit olarak bölüşürler. İki el tam bir diyet, bir el de onun yarısıysa, tek tek her parmağa on deve düşer.54 Hz. Ömer, beyninden vurulmuşa dönmüştü ve: Ey Hattaboğlu! Rasûl-ü Ekremin eserinin olduğu yerde, sen nasıl içtihad edersin? demişti. Evet sünnet, sünnet insanında kendisini bütün ağırlıyla hissettiriyordu.
b. Sahâbenin, İbn Ümmü Mektûm gibi, Sevbân gibi, binek üstündeyken ellerinden kamçı düştüğünde dahi, ver dememek için inip kendileri alacak kadar istemekten hayâ ve hazer eden fakirlerinden Abdullah İbn Sadî naklediyor: Hz. Ömer ganimetlerden bana bir pay ayırdı. Ben: Ey emîrel-müminin, beni bu mevzûda zorlama dedim. Bana dedi ki: Vallahi, ben de senin gibiydim. Bir defasında, Allah Rasûlü (sav), bana bir şey vermek istediğinde istiğnâ gösterdim. Buyurdular ki: Al bunu, mal edin kendine, istersen tasadduk edersin. Sen istemeden, beklemeden, dileyip dilenmeden sana bu dünya malından gelirse al, bunda beis yoktur. Ben, sana Resûlullahın sözünü tekrar ediyorum. Onun, hakkımızda bu mevzuda verdiği hüküm budur.55
c. Yine bir defasında, Hz. Ömer (ra), şerefli sahâbi Zeyd İbn Halid el-Cühenînin mescidde ikindi namazından sonra namaz kıldığını gördü. Namaz müminin miracıdır, nurudur, sefine-i dinin direğidir. Namazla nâmütenâhiye yürünür, namazla sonsuzluklara yelken açılır. Ama, namazın da kılınacak vakti vardır, kılınamayacak vakti vardır; o, sünnete uygun kılındığında ibadet olur. Yoksa bidat olur. Cumhûra ve cumhûr-u sahâbeye göre ikindiden sonra nâfile namaz kılınmaz; bu yüzden Ömer, elindeki kılıçla Zeyd İbn Halid el-Cühenîye vurur ve sünnet mevzûundaki hassasiyetini ortaya koyar. Onun bu hassasiyetine karşı, Hz. Zeyd de aynı hassasiyetle cevap verir: Başımı parça parça da etsen, Allah Rasûlünü ikindiden sonra nâfile namaz kılarken gördüğüm için, bu iki rekâtcığı asla terketmeyeceğim.56
Bu mevzûda Ümm-ü Seleme Vâlidemizden gelen bir rivayet vardır: Efendimiz, evrâdını, nâfilelerini, hatta âdet edindiği ibadetlerinin hiçbirini terketmezdi. Şayet geceyi ihyâ edememişse kalkar, namazla-niyazla gündüzü nurlandırırdı. Bu cümleden olarak, bir gün misafir heyetler bastırdı ve öğlenin son sünnetini kılamadı. Derken ikindi oldu ve mescidde ikindi namazını edâ ettikten sonra hücre-i saâdete çekilip, öğlenin geçen son sünnetini kıldı. Ümm-ü Seleme Validemiz: İkindiden sonra namaz var mı? diye sordu ve şu cevabı aldı. Gelen heyet, beni meşgul etti. Öğlenin son iki rekatını kılamadım; eksik kalmasın diye şimdi kıldım.57 İhtimal, Zeyd İbn Halid el-Cühenînin, Efendimizden gördüğü de, bu veya buna benzer bir vakaydı. Evet, bu fıkhî meselenin menşei her ne olursa olsun, önemli bir hususu hatırlatmakta ki o da, sahâbe-i kirâmın her ferdinin sünnet mevzûunda gösterdiği derin hassasiyettir.
Sünnet mevzûunda son derece hassas olan Hz. Ömer (ra), secdedeyken hançer yemiş ve öyle bir yolla Rabbisine yürümüştü. Son dakikaları ki Onun o vaziyetini en iyi anlatan Nabzıma el vurdu binbir tabîbân/ Dediler, derman yok buna, ne çâre? mısralarıydı. İşte, o esnada: Yâ emîrel-müminin, yerine birini tavsiye eder misin? dediklerinde, verdiği cevaplar, onun nasıl bir sünnet kahramanı olduğunu göstermesi bakımında çok manidardır: Eğer yerime birini bırakacak olursam, gerçek şu ki, benden hayırlı olanı da bırakmıştı; bırakmayacak olursam, benden hayırlı olan da bırakmamıştı.58 Rasûlullah Efendimizin (sav) bırakmadığını, Hz. Ebû Bekirin (ra) ise bıraktığını ve her ne şekilde davranırsa davransın, sünnete muhalefet etmiş olmayacağını ifade ediyordu. Ancak, Rasûlullahla (sav), -Hz. Ebû Bekir de olsa- bir başkası bahis mevzûu edildiğinde, tercih, Rasûlullahın sarîh yolu istikametinde olacaktı. İşte, Hz. Ömer de böyle yapmakla beraber, ümmetin salâhı adına orta bir yol tutmuş: Efendimizin (sav) vefat ederken kendilerinden râzı olduğu cennetle müjdelenmiş on sahâbîden altısı o gün henüz hayattaydı ve oğlu İbn Ömeri hakem, Kakaayı da kapılarında nöbetçi yaparak: Daha benim cenazem kalkmadan bu işi aranızda halledin deyip, meseleyi onlara havâle etmişti. Zira, Ümmet-i Muhammedin çok kısa bir süre için bile olsa, başsız kalmasını istemiyordu.
d. Yine, Hz. Ömer, devr-i hilâfet penâhîlerinde Kâbeyi tavaf ederken geçmiş peygamberlerin bûselerine mazhar olmuş bulunan Hacerül-Esade (Saâdetli Taş) yaklaştı. Bu her ne kadar Allahın sırrını ve nûrunu ihtiva ediyor da olsa bir taştır. Cihanı idare eden o muhteşem dimağ, yaklaştı ona ve şöyle dedi: Biliyorum ki, sen bir taşsın; fayda da vermezsin, zarar da. Eğer, Rasûlullahı seni öperken görmemiş olsaydım, ben de seni öpmezdim.59 Evet, Hz. Ömerin o mübarek taşı öpmesine sebep, sünnete olan bağlılığıydı.
e. Sünnet, sahâbe-i kirâm için mukaddes bir emanetti ve ona riayet ölçüsünde Allaha ve Rasûlullaha kurbiyet kazanacaklardı. -Allah korusun- riayet etmezlerse, belki de hain muamelesi göreceklerdi. İşte, Hz. Ali (ra), Meysere İbn Yakubun rivayetine göre, Kûfedeyken bir defasında ayakta su içti. Meysere: Ayakta su mu içiyorsun? diye sorunca da şu cevabı verdi: Ayakta içmişsem Rasûlullahı(sav) ayakta içerken gördüğümdendir; otururken içersem, Rasûlullahın oturarak içtiğini gördüğümdendir.60 Sınırları korumak gerekiyordu; evet o nasıl yapmışsa öyle yapmak ve aynı şekilde gelecek nesillere intikal ettirmek iktiza ediyordu. Gerçi, Efendimizin oturarak içme husûsunda tavsiyeleri ve buna terettüb eden birtakım faydalar varsa da, bu bir vecibe değildi ve ayakta hiç su içilmez diye, âdâb-ı nebevîyi farz yerine koyup herkesi bir noktaya zorlamanın mânâsı da yoktu.
f. Abd İbn Hayr naklediyor: Hz. Ali, mestlerin üstünün meshedilmesi mevzûunda şöyle buyurur: Rasûlullahı mestlerin üstünü meshederken görmemiş olsaydım, bana göre onların altını meshetmek daha uygun olurdu.61 Onun bu ferdî görüşü sünnete teslim olmanın ve sünnetin olduğu yerde içtihâda tevessül edilemeyeceğinin ifadesiydi; ve, işte onlar, sünnet mevzûunda bu kadar hassas idiler.
g. Hz. Ali olsun, Hz. Osman olsun, Hz. Ebû Bekir veya Hz. Ömer olsun, ya da bütün sahabiler olsun, ne zaman kendi görüşlerinin aksine sünnetten bir hüküm rivayet edilse, hemen o anda sünnete ittiba eder ve çevreye yayılmış da olsa, kendi görüşlerini derhal terkederlerdi. İşte, yine Hz. Ömer; İslâmda bilhassa hatâen öldürmelerde diyet, âkıleye düşer; yani, bir kişi hatâen birini öldürse, öldürülenin diyetini vermek, öldürene değil: borç ve harç ölçüsünde fayda kaidesi gereği, öldürenin mirasçılarına düşer ve bunlara âkıle denir. Hz. Ömer Efendimiz, bu mevzûda kadının kocasının diyetine mirasçı olamayacağı kanaatinde idi. Fakat, Dahhâk İbn Ebî Süfyan kendisine: Yâ emîremüminîn, siz böyle hüküm veriyorsunuz ama, Eşyem İbn Dıbâbî vefat edince, Allah Rasûlü (sav) onun diyetinden zevcesine miras verdi deyince, Hz. Ömer kararını değiştirmiş ve: Bundan sonra, kadınlar kocalarının diyetinden miras alacaklardır62 diye ilânatta bulunmuştur.
ğ. Ümmetin emîni Ebû Ubeyde İbn Cerrah (ra), Hz. Ömerin en çok sevdiği dostlarından biriydi. O kadar ki, ölümle pençeleştiği demlerde: Ebû Ubeyde hayatta olsaydı, yerime onu tavsiye ederdim63 buyurmuştu. Evet, onca sıkıntıdan sonra Müslümanlara yönelen dünya, Ebû Ubeydede en ufak bir değişiklik yapmamıştı. Bir defasında, Hz. Ömer, bu şerefli sahâbenin çadırına girdiğinde, fatih ordulara kumanda eden bu büyük zâtı, kumların üzerinde okunu hazırlayıp, yayını gererken bulmuş ve: Dünya herkesi değiştirdi ama, seni değiştiremedi yâ Ebâ Ubeyde diyerek ağlamıştı. Evet, Hz. Ömer onu o kadar seviyordu. Ebû Ubeyde (ra) başkumandanken, Amvâsta İslâm ordusuna veba musallat oldu. Hz. Ömer, Amvâsa kadar gelmiş ve vefakâr dostu Ebu Ubeydeyi ziyaret etmek istemiş ama, salgın vebadan dolayı Amvâsa girmesi uygun görülmemişti. Görülmemişti ama, askerlerini ve hele Ebû Ubeydeyi görmeden oradan ayrılmayı hazmedemiyordu. O, bu düşünceler içindeyken, Abdurrahman İbn Avf geldi ve: Yâ emîrel-müinîn, ben Rasûlullahtan şunu işittim, buyurdular ki: Bir yerde vebâ çıktığını duyarsanız, oraya adımınızı atmayın; bulunduğunuz yerde vebâ başgösterirse, o zaman oradan çıkmayın.64 Hz. Ömer Efendimiz (ra), Yezîd İbn Ebî Süfyan (ra) ve Muaz İbn Cebel (ra) gibi sahâbenin büyüklerinin de içinde bulunduğu, o güzîdeler güzîdesi kudsîler ordusundan pek çoğunu önüne katıp götüren vebâlı şehre girmedi ve sünnet hatırına vefakâr dostunu göremeyerek, içi yana yana bulunduğu yerden geri döndü.
İşte sünnet, bu hassas ruhlar meşcereliğinde, şok seviyesindeki hadiselerle beslene beslene ve hayatla yoğrula yoğrula hadis muhakkiklerinin kitaplarına aktı... Ve gelip bize ulaştı.
ZENGİNLİK-DUA-ASRI SAADET TOPLUMU
Zenginlik, her zaman hayırlıdır demek asla doğru değildir. Zira bazı insanlar vardır ki onu ancak fakirlik ıslah eder. Ama o dua eder, eder de bir şeyler görmezse, duam kabul olmadı der. Halbuki işin esası, hiç de öyle değildir. Cenab-ı Hakk onun azgınlaşmasını, şımarmasını istemediğinden, o her ne kadar uğraşsa, didinse, çalışıp çabalasa da, yine ona kût-u lâyemuttan başka bir şey ihsan etmez. Zira bu, yine bizzat o kişinin hayrı ve iyiliği içindir. Onun zarara uğramaması içindir. Bu Cenâb-ı Hakkın merhametinin ayrı bir boyutudur. Bu durumu çok iyi anlamalı ve Allah hakkında yanlış kanaatlere varmamalıdır.
Ancak bazı insanlar da vardır ki onları sadece zenginlik ıslah eder. Ancak zenginlikle insanî yanları ortaya çıkar. Fakir olsalar çeşitli kaymalara, sapmalara girebilirler. Salebe bin Hatıb bunlardan biridir, fakirdi ama ısrarla zenginlik istedi, ama sonu malum. Bu insan fakirliğe razı olmadı, Allahın hükmüne boyun eğmedi, ona razı olmadı. Halbuki Efendimiz kendisini uyarmıştı. Öyle bir uyarıcının yanında olma gibi bir şansı vardı. Ama onu değerlendiremedi, maalesef.
Şayet duaya icabette aciliyet varsa Allah onu tacil eyler. Şayet hayır onun tehirinde ise Allah onu senin için kıyamet gününe erteler. Ama ne tacil ne de tehir olmamışsa, bil ki dua bir ibadettir, onunla sevap kazanırsın, o sana yeter. gafir 60
Dua semadan gelecek olan belaları hafifletir. Veya onları kaldırır. Duanın en başta gelen kabül şartı da: HELAL YEMEKTİR.
Bundan dolayı asr-ı saadette kadın kocasını işe gönderirken: Kocacığım allahtan kork ve helal kazanç elde et. Zira biz dünyada açlığa sabredebiliriz ama ahirette ateşe sabredemeyiz, dayanamayız, tahammül gösteremeyiz. Kocası işten dönünce kadın ona iki soru sorardı:
Bugün Kurandan ne kadar ayet indi;
Yine bu gün Rasulullahın hadislerinden kaç tane ezberledin.