Meslek ve meşrepte çeşitli sapmaların baş gösterdiği bir dönemde “Silâhlanmalıyız.” diyen birine Ankara’da Zübeyir Ağabeyin verdiği sert cevap şöyleydi:
“Kardeşim, bizim Risale-i Nur’dan başka bir silâhımız yok. Bizim sopamız da, silâhımız da Risale-i Nur’dur. Bize baskın vererek öldürmeye geleceklerse, hiç beklemesinler. Mitralyözleriyle, füzeleriyle gelsinler. Biz hazırız. ‘Sadece ve sadece Risale-i Nur için öldüler.’ derler. Bunu bütün millet öğrenir, davamız da kuvvet kazanır.
“Üstadımız birçok hücuma maruz kalmasına rağmen, menfi yola hiç tenezzül etmedi. Van’da iki jandarma erinin gelip Üstadı belli olmayan bir istikamete götürmek için tevkif ederken, ahaliden iki bin atlı gelerek, ‘Hocam, müsaade et, sizi bu müstebitlere teslim etmeyelim.’ dedikleri zaman Üstad, ‘Kur’an’da, ben bir kavim getireceğim, onunla İslâmiyeti ilâ edeceğim, dediği kavim, bu Türk milletidir. Ben milletin sinesine gidiyorum, fakat siz bu itaatsizliğinizle isyan ediyorsunuz.’ diyerek ellerini kelepçelere doğru uzatmıştır.
“1935’te Eskişehir’de idam isteğiyle yargılandığı sırada yüzden fazla talebelerine hapiste verdiği derste ‘Bizim vazifemiz asayişi muhafazadır.’ demiştir. Emirdağ Lâhikası’nın sonunda, ‘Bizim vazifemiz, müsbet hareket etmektir, menfi hareket değildir; rıza-i İlâhiye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler asayişi netice veren müsbet iman hizmeti içinde her bir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.’ diye Üstadımızın vasiyeti varken, başka türlü hareket düşüncesi, Üstada da, Risale-i Nur’a da saygısızlık ve ihanettir.” dedi ve onları susturdu.
Kendisine hürmet edilmesi karşısında çok sıkılır ve şöyle derdi:
“Biz kardeşiz. İkimiz de aynı dersleri okuyor, aynı eserden ders alıyoruz. Biz din kardeşiyiz, birbirimize üstünlüğümüz yok. Esasen benim size hürmet etmem lâzım. Çünkü ben gerektiği gibi hizmet edemiyorum. Siz hizmet ediyorsunuz