-
Zİkİr Ve TefekkÜr
Zikir Allah’ı anmak,hatırda gönülde tutmak,gönül kasesini O’nun isminin güzellikleriyle doldurmaktır.Tefekkür ise bu güzelliklerin maddi ve manevi alandaki tecellileri üzerinde düşünmek,gönlün ve aklın şuuruyla Galib-i Mutlak’la rabıta kurmaktır.
Günlük hayat tüm debdebesiyle,çelişkileriyle beraber mutlaka içinde bizleri yaratıcıya götürecek mesajlarla doludur.Her yerde bir delil her yerde bir ipucu saklıdır.Bazen bu anlar bizlere ilahi bir rahmet sonucu önümüze inen sofralar gibidir.Ama yaşama mana gözlükleriyle bakamayanlar için zayıf bir telgraf sinyalinden öteye geçemez bu apaçık uyarılar ya da rahmet esintileri.
Anne ve çocuk arasında daha ilk andan itibaren kuvvetli bir sevgi ve şefkat bağı vardır.Bu bağ ki cenin rahimdeyken her şeyini anneden alır.Çocuk daha dünyaya ilişkin hiçbir malumatı yokken tek bildiği şey anne kokusudur.Henüz kendisinin yabancı olduğu bu dünyada Ona güven veren şey bu kokudur. İşte Cenab_ı Hak bizleri en azından her birimizin yaşadığı bu şefkatten daha azim bir sevgi ve rahmetle kuşatmıştır.Bu sebepledir ki her bünyeyi İslam fıtratı üzerine yaratmıştır.Kuranda yer alan bir ayette “kalpler ancak O’nu anmakla teskin olur” denmektedir.Mümine güven veren şey ise zikirle Allah!a yaklaşmaktır.O bahçenin gül kokusundan nasibini almaktır.“Ey iman edenler Allah’ı çokça zikredin.Ve O’nu sabah ve akşam tesbih edin” (1)
Bir hadis-i Kudsi’de Allah şöyle buyurmaktadır: “ben yerlere ve göklere sığmadım ama bir mümin kulumun gönlüne sığdım”.Şimdi madem ki gönlümüz Allah’ın misafir olduğu bir evdir o evi temiz tutmak gerekmez mi?Bu eşsiz evin süpürgesi Esma-i İlahilerdir.Hani şelalelerin döküldüğü yer vardır oraya coğrafi bir şekil olarak kazan derler.Şelale döküldükçe yıllar içinde o kazan içinde hiçbir şey barındırmadan gittikçe genişler veya derinleşir.Allah’ın isimleri de anıldıkça gönlün kazanına uhrevi tatlar dökülür;kişinin gönlü genişler,ilmi derinleşir,ufkunun çapı artar.
Öte yandan şu bir gerçektir ki aklı kıt olanlar dünyanın güzelliklerinin hiç bitmeyeceğini zannederler.Kimi malıyla,kimi saltanatıyla,makamıyla kimi de evlatlarıyla övünür.Zamanla bu heva ve kibir kalbin aynasını kirletir,gönül gözüne perdeler çeker.İşte böyle gafletle dolu yaşam Ebu Cehilleri,Firavunları,Nemrutla rı yetiştirir.Oysa kainatın sahibi Bari Teala şöyle emrediyor: “Ey iman edenler ne mallarınız,ne çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan tutkuya kaptırarak alıkoymasın;kim böyle yaparsa işte onlar hüsrana uğrayanların ta kendisidir.” (2) Hemen hemen herkesin evinde bir saksı çiçeği vardır.Kurumuş yaprakları gözlemlendiğinde ilk görülen şey yaprağı gövdeye bağlayan damarların zayıflamasıdır.Daha sonra sırasıyla yaprak sararmaya ve ardından da büzüşüp dökülmeye başlar.Bazen de bir hastalık gibi tüm çiçeğe bu salgını yayar.Evet manevi hayatın kalbine giden damarları tıkamak istemiyorsak zikre devam etmeli onu hayatımızın bir parçası haline getirmeliyiz.Cenab-ı Hak bir hadisi kudside şöyle buyuruyor: “Bir kimse beni cemaat içinde anarsa bende onu o cemaatten daha hayırlı bir cemaat içinde anarım.” (3) Hatırlanmak istiyorsak hatırda tutmalıyız.
İman bir binadır,esasları temeli,amelleri kapısı penceresidir.Cennetten bir saraydır.Ama kilidi zikir anahtarı ise tefekkürdür.Zira tefekkür imana ve ibadete tad veren bir düşünsel ve hissel faaliyettir.Bu nedenle İslam alimleri tefekkürü birçok nafile ibadetten üstün görmektedirler.Arınmak isteyen kemale ermek isteyen her gönül tefekkür sahibi olmalıdır.Bakınız Hacı Bektaş-ı Veli bu hususta ne diyor: “O halde şimdi böyle bilmek gerek kim ariflerin taatı tefekkürdür.Ve hem seyirdir.Ve sahibi nazar olmaktır.(4) Yani arif insan Allah’ın yarattıkları üzerinde düşünmek,hayattan ibretler almak,aleme bu pencereden bakabilecek meziyete sahip olmak zorundadır.Ki böyle bir dini hayat seyir halindeki ruhu ötelerin ötesine taşıyacak eşsiz bir binekten farksızdır.Bu sebeple Hz. Pir Fevaid’de şöyle diyor: “Tanrı hakkında bir saatlik düşünme bir yıl boyunca yapılan (nafile) ibadetten hayırlıdır. (5)
Allah’ı anmak demek sadece belli sayıda ismini tekrar etmek değildir.Zikir aynı zamanda haramı helali bilmek,İslamın emrettiği şekilde yaşamak demektir.Bütün kalbi hastalıkların ilacı Zikrullahtır.Başta da belirttiğimiz gibi Kuran’ın isimlerinden biri de “zikir” olarak geçmektedir.Öyleyse Hak kelamı okumak aynı zamanda zikirdir.Dedik ki nefisle mücadele bir ömür boyu sürecektir ve bu süreçteki müminin en büyük silahı amellerin yanında zikirle kalbin atmosferini takviye etmek olacaktır. Hz. Pir Hacı Bektaş bu noktaya şöyle temas ediyor: “Lakin riya tamah eri terk etmez.Pes er olan kişi daima gönül şehrini arayadursa gerek.Gafil olmasa gerek.” (6) İnsan yaratılış itibariyle bir takım özelliklere sahiptir.Yaşam boyunca bu özellikleri taşıyacak onları yok edemeyecektir.Gaye nefsi öldürmek değil terbiye etmektir.Yani hangi manevi makama ererseniz erin nefsinize karşı hiçbir zaman laubali olamazsınız.
Zikir yaşantımızın bir parçası,ilmimizi tamamlayan bir donanım olmalıdır.Ve toplum içinde mürşit sıfatıyla yol göstericilerin tefekkür ve evrat sahibi olmalarına dikkat edilmelidir.Zira Hz. Pir’in ifadesiyle “düşüncesiz bilgin serap,zikirsiz derviş haraptır. Düşüncesiz bilgin kanatsız kuş,zikirsiz derviş yapraksız ağaçtır.” (7) Aşk bir mürşidi manevidir ki talibi maksuduna vasıl kılıcıdır.Ve aşkı Hüdanın tahsil olunması zikri hüdadır. (8) Talibin seyri süluk tezgahında aşkın meyinden içebilmesi ancak Hakkı daimi surette zikretmesiyle mümkündür.Fenafillah burcunda seyir her ismin kalpteki tezahürüyle doğru orantılıdır.
Cenab-ı Hak ümmetler içinde Hz. Muhammed (sav)’in ümmetini üstün kıldı.Dolayısıyla diğer ümmetlerin hiçbirine sunulmamış fırsatlar,rahmani hediyeler müminlere bağışlanmıştır.Bu seçkin ümmet hakkında birçok husus diğer peygamberlere bildirilmiştir.Bu hususta Hz. İsa ile ilgili cereyan eden bir mevzuyu aktaralım. “İsa (as) Ya rabbi bana ümmeti merhumeden haber ver deyince O Muhammed’in ümmetidir. Onlar peygamberler gibi alim,mütevazi,muttaki,halim safi kimselerdir.Benim az bir ihsanıma razıdırlar.Bende onların az amellerine razı olur ve onları La ilahe illallah kelime-i tevhidi sayesinde cennete koyarım.Ya İsa kelime-i tevhide mülazim olanların lisanı başkalarının dillerinin düştüğü zillete düçar olmaz. (9) Terazinin bir kefesine kelime-i tevhidi (la ilahe illallah) koysalar diğerine alemleri koysalar el hak kelime-i tevhid ağır gelecektir.Bunu bilen bir ümmet nasıl olurda bundan gafil olur?Cenab-ı Hak “ Beni anın bende sizi anayım” demiyor mu? (10)
Sabah uyanır uyanmaz besmeleyle yüzümüzü yıkamalı evden çıkarken Allah’ın adını anmalı en azından bunu yapmalı,içten samimiyetle ve ürpertiyle O’na dayanmalı yüreğimizden arşa kadar köprüler kurmalı…Dilimiz boş şeyler için dönmemeli,sohbet ederken,spor yaparken,işimizi yaparken bir salise her şeye dur diyerek,yüreğimizi hissederek Allah demeli Efendimiz gibi belki de o bir salisede miraca çıkar gibi yollar kat etmeli değil mi?Bakın Kuran nasıl zikretmemizi söylüyor: “Rabbinizi sabah akşam yüksek olmayan bir sesle kendi kendine,ürpertiyle yalvara yalvara ve için için zikret.Gaflete kapılanlardan olma.” (11) Gaflete kapılma bal küpü dururken zehre kaşığını daldırma…Elbette semi ve Basar olan Rabbimiz bizi işitecek sesimize ses verecek dualarımızı boşa çıkarmayacaktır.Ey Hakkın ihsanına talip olan gönül zikri sadece dilde yaşatmayacaksın.Onun bir vücuda ihtiyacı var.Onu elinle,ayaklarınla,fiillerinle sıratil müstakim yolu üzerine yaşatman gerek.İşte o vakit her hücrenle zikir halinde olursun.Koca Mevlana ne diyor dinleyelim:
Didemde hayali var,ismin de dehanımda
Mektuba nehacet var,zikrin dilü canımda (12)
Zikir ve tefekkür bir sayfanın iki yüzü gibidir.Birini çevirdiğiniz an öteki yüzü karşınıza çıkar.Etle tırnak gibidirler.Nasıl tırnak et olmadan tutunamaz ve düşerse zikirde tefekkürle takviye edilmezse istenilen fayda elde edilemeyecektir.Bu sıkı bağı Kuran şöyle dile getirir. “Göklerin ve yerin yaratılmasında ve gece ile gündüzün değişmelerinde akıl sahipleri için deliller vardır.Bunlar ayakta oturmuşken ve yatakta Allah’ı düşünüp zikrederler ve göklerle yerin yaratılmasında tefekkür edip rabbimiz bunları boşuna yaratmadın seni bundan tenzih ederiz.Bizi ateş azabından koru derler.” (13) Evet cennet düşünüp akleden,aklettiğini ameline yansıtan,amelini ihsan havuzunda yıkayarak riyasız olarak huzuru İlahi’ye sunanların hakkıdır.Burada iman edenlerin dikkat etmesi gereken önemli bir husus vardır.Tefekkürün inceliği ve sıhhatli olanı Resulullah’ın tarif ettiği “Allah tealanın yarattığı şeylerde tefekkür edin.onun zatının nitelik ve niceliği ve nasıl olduğu üzerinde tefekkür etmeyin.çünkü siz onu bu şekilde anlayamazsınız.(14) şekilde olanıdır.Her yolun bir uçurumu vardır!
Her gün kendimize Allah’ın isimlerinden birini kendimize talim ettirirsek gönlümüze o ismin sırlarından sunulur.Ne olursa olsun en azından gönlümüz,dilimiz teskin olur.Bakınız Mevlana zikrin asgari faydasını nasıl ifade ediyor: “Mesela bir misk hokkası vardır ve ağzı dardır.Elini içine sokarsın misk çıkaramazsın.Fakat bununla beraber elin muattar olur ve meşammın güzel bir koku duyar.İşte hakkın zikride böyledir.Fil vaki zatı şerifine vasıl olmazsın ancak onun zikri sana tesir eder ve bu zikirden faideler hasıl olur.” (15)Evet belki o misk kokusuna ulaşamazsın ama o miskin kokusu elin üzerine siner.Büyükler teşbihte hata yapmazlar.Vel hasıl tefekkürsüz bir mana hayatı boş kervansaraya benzer ne gelen olur ne gideni.Yelkensiz bir tekneyle okyanusta yol almaya yön bulmaya benzer…Öyle ise adres Kuran ve sünnet.Ya Hay ya Kayyum!