Aziz, sıddık, fedakâr, vefakâr, cefakâr olmalıyım
Eğer okuyorsam, Üstadımın mektubunda muhatap bensem, bana aziz diyorsa, bu sıfata masadak olmalıyım. Öyle aziz olmalıyım ki, izzetim için canımdan feragat etmeli, ilâ-yı kelimetullah için elimden geleni yapan şecaat sahibi biri olmalıyım. Arkadaş! İzzet, sadakat ister. Sadakat, fedakârlık ister. Fedakârlık, vefakârlık ister. Ve dostum, vefa da cefa ister.
Boşuna mı sıralamış Üstadım? Aziz olursan eğer, hepsi ardından gelir. “Bu dünyadan aziz olarak çıkmaya çalış” diyen Üstadım, düşünüyorum da, ne kadar azizmiş. Bilmem gerek var mı söylemeye, gerek var mı Rus çarını anlatmaya? Meclisteki tavrını, idam kararıyla karşı karşıyayken, idamlıklar karşısında asılırken aslan gibi kükreyen Üstadımı anlatmaya gerek var mı?
Tarihçe-i Hayat’ında yüzde biri anlatılır. Kendisi izin vermemiştir. Bir kısmına izin vermesinin sebebi ise, insanların nura koşmasını ve koşarken tereddüt geçirmemesini istediği içindir. Senin gibi olabilmek, imanıyla meydan okuyan zamanın bediîsi olmak… Evet, onu bediî yapan en büyük özelliği imanıydı… Evet, hakiki imanı elde etmiş, âdeta meydan okuyordu. Hayatında bir taviz bile bulamazsınız. Araştırın, onunla ilgili bütün kitapları okuyun. Bulamazsınız. Ve bu çağda onun gibisini bulamazsınız. O sadece zamanının bediîsi değil, bu zamanın da bediîsidir. Şahit, milyonlar talebedir.
Kim onun gibi sâdık olabilir? Sıddık nedir bilir misin? Aziz dostum! Sıddıklık, davasına sâdık olmaktır. Asla ve asla vazgeçmemektir. Lisan-ı hali ve nurlu siması, sıddıkiyetini göstermelidir. Sıddık unvanını alan Hz. Ebûbekir gibi, arkadaş olmalıdır nurlara. Evet, onu sıddık yapan tereddütsüz imanıydı. Evet, teklifi götürür götürmez kabul eden Hz. Ebûbekir’i sıddık yapan, o lakabı taktıran bu fiiliydi. Evet, tereddütsüzlük ona en büyük sıddık unvanını vermişti. Evet, biz dâvâmızda hele ilk merhalesinde değil de, gaşyolmuşken, tereddüt edersek bizden sıddık çıkmaz.
Fedakârlık en sevdiğim ulvî bir haslettir. Ama onun yerine birçok sözcükler kullanılmıştır, neyse... Bazen de engel olmaya çalışırız. “Hey, ona yardım etme! Alışır. Bak, sen yardım edersen disiplinsiz olur.” Ah be dostum, bilmezsin fedakârlığın disiplini olmaz, ölçüsü olmaz! Üstadımız fedakârlığın azamîsini göstermiş. Bizse, yaptığımız birkaç basit davranışın hesabını yaparız. “Bu dünyamı da feda ettim, diğer dünyamı da” diyen Üstadı örnek almak dileğiyle…
Ah be dostum, Üstadım demez mi müfritane irtibat dahi ifrat değildir. Biz müfritane değil, tefritane münasebet kurduk. Geçti gitti. “İyi arkadaştı”. Bu kadardır dostluğumuz. Fazlası olmaz. Olsa da bir iki yaparız. Fazlasında bunalır “O bizi arasın” deriz. Evet, herkes bu yazıyı okuduktan hemen sonra bir vefa örneği gösterip sevmediği bir arkadaşını arasın.
“Cefa; o ne, yenilecek içilecek bir şey mi?” dediğinizi duyar gibiyim. Yok yok, öyle demezsiniz değil mi? Cefa acı çekmektir. Aslında bizim çektiklerimize de cefa denilmez ya! Geriye dönelim. Çok geriye, nihayetinde Peygamberimiz de (asm) geriye gitmiş. Hz. Cercis’i örnek vermiş. Derisi testereyle soyulan Hz. Cercis’i anmıştır. Zaten Üstadımız da der: “Bu zamanda az hizmetle çok sevap kazanıyoruz.” Ve böyle az hizmetle çok sevap kazanan bir ecdat olmadığını ifade eder. Cefa öyle bir şeydir ki, zevali lezzet verir. Aynı zamanda hüzün verir. “Keşke biraz daha çekseydim, daha çok sevap kazansaydım” dedirir.
Cefanın cazibesi yoktur aslında; ama bir içine girdin mi çıkamazsın. Allah için çektiğin cefa seni aziz eder. Azizlikten kimse kaçmaz sanırım. Evet, bizim cefamız tutuklanmak değil; artık devir değişti. Okumaktır, neşretmektir. Artık bizim vazifemiz, nurların izah ve şerhleridir. Bu yolda çalışalım, çalışalım, çalışalım.