-
vefatı....
Vefatı
Süleyman Efendi, yüksek derecede şekerden dolayı 16 Eylül 1959 tarihde 71 yaşında iken dr-i bekaya irtihal eylemişlerdir. Hastalığının ağırlaştığı demlerde zamanın hükümetinin de izniyle Fatih Camiinde Fatih türbesinin yanına defnedilmesi kararlaştırılır. Ancak daha sonra bizzat içişleri bakanı Namık Gedik’in emriyle Karaca Ahmet mezarlığında açtırılan mezara gömülmesi için yakınları zorlanmıştır. Altunizade’den büyük bir cemaatle yola çıkan cenaze, yolu kesilerek Karaca Ahmet istikametine döndürülmüştür. Cenaze sahipleri feraset ve dirayetle hadise çıkarmadan bu karara rıza göstermişler ve Süleyman Efendi’yi Karaca Ahmet mezarlığına defnetmişlerdir.
Bugün Karaca Ahmet’teki kabri her gün binlerce talebesi tarafından ziyaret edilip Fatiha okunurken; cenazelerini engelleyen Namık Gedik’in öldükten sonra cesedi bilinmiyen bir çukura atılmıştır. Burada Düzceli Hafız Hilmi Ak’ın anlattığı ve aynı zamanda Süleyman Efendi’nin açık bir kerameti olan şu hadiseyi zikretmekte fayda mülahaza ediyorum:
“Ben İstanbul’da okurken Süleyman Efendi Hazretleri zaman zaman beni yanına alırlar, sohbet meclislerinde bana Kur’an-ı Kerim okutturur ve “aferin küçük hafız” diyerek iltifat ederlerdi. 1938 yılında yine böyle bir sohbet meclisinde Efendi Hazretleri başını göğsüne eğerek bir müddet tefekküre daldı ve daha sonra başını kaldırıp şunları söyledi:“Öyle devlet adamları, öyle hükümetler gelecek ki, bizim için kazdırılan mezarımıza bile bizi koymayacaklar.” Ancak ben bu sözlerin manasını ancak 16 Eylül 1959 günü anlayabildim…”
-
Cevap: vefatı....
VEFATI
Süleyman Efendi Hazretleri (k.s.)'nin, ?bir ömür boyu devam eden çileli ve yorucu mücâdelesinin nihayetine doğru? öteden beri muztar bulundukları şeker hastalığı ağırlaştı ve kanlarında yükselen şeker, bütün gayretlere rağmen düşürülemedi. Ve 16 Eylül 1959 Çarşamba günü, İstanbul Kısıklı’daki hâne-i seâdetlerinde Rahmet-i Rahmâna kavuştu.
O büyük zâtın dirisine tahammül edemeyenler, ölüsüne de tahammül edememiş, cenazesinin daha önce resmi müsâade alındığı halde, Fâtih Câmii avlusuna defnine mâni olmuşlardı. “Karacaahmet mezarlığında, polisin kazacağı bir kabre defnedeceksiniz” denilerek en tabii hakkı olan Fâtih Câmii hazînesine defni, gayr-ı kanuni şekilde engellenmiş ve cenazenin Üsküdar’dan Avrupa yakasına geçmesine mâni olunmuştu. Na’şı Altunizade Câmii’nin musalla taşında saatlerce bekletilmiş, Fatih’e defnedilmesi için yapılan teşebbüsler fayda vermemiş, cenaze namazı orada kılınarak, Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilmiştir.
O, vazifesini tamamiyle ve kemâliyle ifa etmenin huzûru içinde Refîk-ı A’lâya kavuşurken, Allah (c.c) ve Resûlü yolunda, i’lâyı kelimetullah uğrunda, hizmet etmek üzere binlerce bağlılarını bırakarak ayrılıyordu.
Cehd, çile, ilim, irfan, feyz, bereket ve muvaffakiyetlerle dolu 72 yıllık dünya hayatına veda ederken, geride; yüce İslâm ve imân davasına pazarlıksız, sarsılmaz bir imân ve idealle bağlı yetişkin bir kadro bırakıyordu.
O, bu hali ile Sevgili Peygamberimizin “Vefat edenlerden; sadaka-i câriye sahipleri, ilminden istifade edilen âlimler ve sâlih evlat bırakanların dünya ile ilgileri kesilmez” meâlindeki peygamber müjdesine hakkıyla mazhar olmuş, bahtiyar ve muhterem bir zâttır. Çünkü O, az veya çok mâlik bulunduğu malını öğrencileri için harcamış, sahip bulunduğu ilmini onlara aktarmak için karakol karakol dolaşıp çile çekmeyi, muhakeme olunmayı, tabutluklarda ve zindanlarda çürümeyi göze almış… hâsılı hayatını hiçe sayarak bütün ömrünü Kur’ân davasına hasretmiş, emsâline çok az rastlanan âlim, ârif, fâdıl bir mürşid’i kamil ve mükemmel idi.