Beni kim Allahtan isterse şefaatime hak k
Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimiz hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor: “Beni kim Allah’tan isterse şefaatime hak kazanır.”
Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimiz, sahabe için irşad kademesini temsil ediyordu. 14 asır evvel Nebîler Sultanı Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimiz’e tâbî olan, O’na biat eden herkese sahabe dendi ve onlar, Resulullah’ın şefaatine malik oldular.
Allah’ın zatına ulaşmak, ancak Allahû Tealâ’nın tayin ettiği mürşide tâbî olmamızla mümkündür. Mürşide tâbî olmayan hiç kimse için hidayet söz konusu değildir. O kişiye gök kapıları açılmaz.
Şefaat kelimesi iki kutuplu bir kavramı ifade ediyor. Şefaatin pozitif kutbunda, Allahû Tealâ’nın yardımını bize ulaştıran mürşid var, şefaatin negatif kutbunda, şeytanın zulmetini insanlara ulaştıran iblis ve tayfası var.
Şefaatin negatif kutbunu devreden çıkartırsak, Resulullah (S.A.V) Efendimiz’in hadis-i şerifi, Allah yolunda şefaatin pozitif yönüyle alakalıdır: “Beni kim Allah’tan isterse, şefaatime nail olur.”
Herşeyden evvel kim Allah’ın mürşidine ulaşır? Üçüncü basamakta Allah’ın zatına ulaşmayı dileyen için mürşid vardır. Kişi, dünya hayatını yaşarken Allah’ın zatına ulaşmayı dilemedikçe, Allahû Tealâ’nın o kişiye mürşidi göstermesi mümkün değildir. Bunun doğal sonucu olarak da o kişi dünya hayatında mürşidine ulaşamaz.
Evvela şu tespiti yapmamız lâzım: Bizimle Allah arasında, insanın kemâle erebilmesi için 28 tane olgunlaşma basamağı vardır. Akıl ve baliğ olduğumuz noktadan itibaren birinci basamaktayız ve her olay, bizim için bir imtihandır.
İkinci basamakta, olayların bizler üzerinde pozitif ve negatif tesirleri vardır. Ama kesin bilmeliyiz ki bu safhada, çevremizde oluşagelen her olay, Allah’ın zatına ulaşmayı dilememiz için bir sebeptir.
İşte bu safhada, bu olaylardan gerekli mesajı, tek başımıza çıkartmamız mümkün değildir. Onun için, bizi yaratan, bizi seven, bizim ahiret ve dünya saadetine ulaşmamızı isteyen Rabb’imiz, katından gönderdiği mürşidlerle bizlere yardımını ulaştırıyor, bizleri destekliyor.
Çevremizde oluşagelen her olayın, Allah’ın zatına ulaşmaya vesile ve sebep olduğunu, ancak Allah’ın davetçisinden Allah’ın tayin ettiği mürşidden öğreniyoruz. Allah, irşad kademesinde vazifeli kıldığı kullarını, insanları kendisine davet etmekle, çağırmakla vazifeli kılıyor. Ve insanoğlu için üçüncü basamakta, bir dönüm noktası, bir yol ayrımı söz konusu. O kişi nefsine uyarak dünya hayatını yaşarken dünyayı talep ederse, Allahû Tealâ buyuruyor ki;
“Ben onlara dünyayı veririm, ama onların ahirette nasibi yoktur.”
“İnnelleziyne lâ yercûne likaâenâ ve radû bilhayâtiddünyâ vatme’ennû bihâ velleziyne hüm an âyâtinâ gaâfilûn.” Yunus-7
Onlar ki bize ulaşmayı (hayatta iken ruhlarını Allah’a ulaştırmayı) dilemezler, dünya hayatından razı olmuşlardır ve onunla doyuma ulaşmışlardır, onlar âyetlerimizden gafil olanlardır.
Bunlar kalplerine Allah’ın âyet-i kerimesi girmeyen insanlardır.
“Ulâike me’vâhümünnârü bimâ kânû yeksibûn.” Yunus-8
İşte bunların kazandıkları (dereceler) geregince varacakları yer cehennemdir.
Allah’ın davetçisinin davetine uymayan herkes için akıbet, budur. Dünya hayatını dileyen, ahireti dilemeyen kişi. Bir insan dünya hayatını dilerse ne olur? Dünya hayatını dileyen bir insan için yevmü’l ahire iman etmemek söz konusudur.
Allah’a giden yol, 7 tane inanç şartından geçiyor. Bu 7 inanç şartından bir tanesi, yevmi’l ahire iman etmektir. Yani ahiret hayatını dilemektir. Veya ruh açısından ifade etmek gerekirse, Allah’ın zatına ulaşmayı dilemektir.
Dünya hayatı, nefsimize tâbî olarak yaşanan bir hayattır. Ahiret hayatı ise, ruhumuza tâbî olarak yaşanan bir hayattır. O sebeple üçüncü basamakta biz insanlar için bir yol ayırımı söz konusu.
Nefsine tâbî olup dünya hayatını dileyenler, Yunus Suresinin 8. âyet-i kerimesinde ahiret hayatında cehenneme gideceklerdir. Dünya hayatında ruhuna tâbî olarak bir hayat yaşayanlar, ahiret hayatını dileyenler de ahirette cennete gideceklerdir.
“Ve izâ kara’telkur’âne ce’alnâ beyneke ve beynelleziyne lâ yü’minûne bil’âhıreti hicâben mestûrâ. Ve ce’alnâ alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhü ve fiy âzânihim vakrâ ve izâ zekerte rabbeke fiylkur’âni vahdehü vellev alâ edbârihim nüfhurâ.” İsra-45, 46
Sen Kur’ân-ı okuduğun (onlara anlattığın) zaman seninle onların arasına ki onlar ahirete inanmazlar, gizli (örtülü) bir perde koyarız (hicab-ı mesture)
Onların kalpleri üzerine ekinnet koyarız ki onu Kur’ân-ı (senin söylediklerini) anlamasınlar (idrak, fıkıh edemesinler) ve onların kulaklarına vakra (isminde bir engel) koyarız (seni işitmezlerine mani oluruz). Sen Rabbini Kur’ân’da tek olarak zikrettiğin zaman onlar nefretle arkalarını dönerler.
Allah’ın zatına ulaşma davetine karşılık nefslerine tâbî olan insanların kalplerinde ekinnet, kulaklarında vakra ve Allahû Tealâ’nın mürşidiyle kendileri arasında hicab-ı mesture denilen bir perde vardır ve bunlar hayatlarına böyle devam ederler. Bunlar öyle kimselerdir ki, Allah’ın davetine icabet etmedikleri için, Allah’a ve Resulü’ne asi olmuşlardır, Allah’ın zatına ulaşmayı dilemedikleri için de ahiret hayatını tercih etmemişlerdir. İşte bunların gidecekleri yer cehennemdir. Çünkü bunlar, yevmi’l ahire iman etmeyenlerdir. Her kim ruhunun talebine uymazsa o, ahiret hayatını tercih etmeyendir. Her kim ahiret hayatını tercih etmezse o, Allah’ın zatına ulaşmayı dilemeyendir.
Kur’ân-ı Kerim’de imanın ön şartı olarak 7 tane inanç şartı geliyor:
1- Allah’a inanmak,
2- Meleklerine inanmak,
3- Kitaplarına inanmak,
4- Resullerine inanmak,
5- Ölümden sonra dirilmeye inanmak.
6- Hayrın Allah’tan, şerrin nefsimizden olduğuna inanmak,
7- Yevmi’l ahire inanmak (Ruhun ölmeden evvel Allah’a ulaşacağına inanmak).
Yevmi’l ahire inanmak, ahiret hayatını tercih etmektir. Yani ruhumuzun talebine uyarak dünya hayatında Allah’ın zatına ulaşmayı dilememizdir. Bunun içindir ki Allahû Tealâ birçok âyet-i kerimede iman sahibi olmamız için bu iki tane ön şartını koymuştur. Allah’a inanmak ve yevmi’l ahire inanmak. İşte Allahû Tealâ, münafıkları tarif ederken şöyle buyuruyor:
“Ve minennâsi men yekuûlü amenna billâhi ve bilyevmil’ âhıri ve mâ hüm bimü’miniyn.”
Bakara-8
O insanlardan öyle kişiler (var ki), derler ki, biz Allah’a ve ahiret gününe (yevm’il ahir) (sonraki güne) iman ettik. Ve (halbuki) onlar mü’min değillerdir.
“Yuhâdi’ûnallahe velleziyne âmenû ve mâ yahde’ûne illâ enfüsehüm ve mâ yeş’urûn.” Bakara-9
(Akıllarınca) Allah’ı ve iman edenleri aldatırlar. Oysa onlar; ancak kendilerini aldatırlar da, farkına varmazlar.
İşte Allah’ın zatına ulaşmayı dilemeyen bu insanlar, dilleriyle “biz Allah’a inanıyoruz, biz ahiret gününe de inanıyoruz, yani biz Allah’a ulaşmayı diliyoruz” derler. Ama bu insanların dilleriyle söyledikleri kalplerinde bulunmadığı için onlar, Allah’ı ve müminleri aldatarak münafıklar zümresine dahil oluyorlar. Bunların da gideceği yer cehennemdir.
Kimdir ahiret hayatında cennete gidebilecekler? Bidayetinde Allah’ı talep edenler. Dilimizde de mevcuttur. Öğrenciye talebe deniyor. Talebe kimdir? Allah’ı talep eden kişidir. İşte üçüncü basamakta kim Allah’ın Üniversitesi’nde talebe olmak isterse, o kişi Allah’a ulaşmayı diler. İster murad edin mürid olun, ister Allah’ı talep edin talebe olun, ikisi de aynı temel gerçeği ifade ediyor. Ve kişi Allah’a ulaşmayı dilediği an, (Allahû Tealâ’nın verdiği bir garanti neticesinde) Allah rahim esmasıyla o kişinin üzerine tecelli eder ve Allah’ı talep eden o kişiyle mürşid arasındaki hicab-ı mestureyi kaldırır; kulaklarındaki vakrayı alır. O kişi, Allah’ın katından vazifeli olan mürşidin sözlerini, Allah’ın emrettiği oranda işitmeye başlar. Allah kalbindeki ekinneti de kaldırdığı için, o kişi Allah’ın mürşid lisanıyla söylediği sözleri kendisine mal eder, fıkıh eder. Ve böylece kişi amenu olur. Kur’ân-ı Kerim’e göre, amenu olan herkesin ahiret hayatında gideceği yer kesinlikle cennettir. Kimdir amenu olan insan? Allah’a ulaşmayı dileyendir.
O halde görüyorsunuz ki Allahû Tealâ, ahiret hayatında cennete gidebilmeyi o kadar kolaylaştırmış ki, sadece kişinin basit bir talebine dayandırmıştır. Basit bir talep: Allah’a ulaşmayı dilememiz. Ama bu Allah’a ulaşmayı dilememiz, ancak Allahû Tealâ’nın tayin ettiği mürşidin davetini kabul etmekle mümkündür. Davete icabet eden, Allah’a ulaşmayı dileyendir. Ama her kim davete icabet etmezse o, Allah ve Resulü’ne kesinlikle asi olmuştur. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz böyle buyuruyor.
O halde Allah ve Resulü’ne harp açanlar, Resul’e asi olanlar, şeytanın taraftarı olan insanlar, Allah’ın davetine icabet etmeyenlerdir. Bugün ilmi kendisine fayda vermeyen yüzbinlerce kendisine alim diyen profesör, Allah’ın bu temel gerçeğinden habersizdir. Allah’ın âyetlerinden gafildir. İşte bu Allah’ın âyetlerinden gafil olan insanlar, ilmin sahibidirler, ama ilimleri kendilerine fayda vermeyen kişilerdir. Allahû Tealâ Casiye Suresinin 23. âyet-i kerimesinde onlar için şöyle buyuruyor:
“Efere’eyte menittehaze ilâhehü hevâhü ve edallehullahü alâ ilmin ve hateme alâ sem’ıhî ve kalbihî ve ce’ale alâ basarihî gışâveh.”
Hevalarını (nefslerini) kendilerine ilâh edinenleri görmedin mi (habibim), Allah onları bir ilim üzere dalâlette bıakır, onların kalplerindeki sem’i (işitme) hassasını ve kalplerini (kalpteki idrak hassasını) mühürler ve onların kalplerindeki basar (görme) hassasının üzerine gışavet (isimli bir perde) çeker.
Bunlar, Allah’ı ilâh edinmek yerine, nefslerini ilâh edinmişlerdir ve kesinlikle bunlar gizli şirkin içindedir. Ve bu nefslerini ilâh edinenler, Allah’a ve Resulü’ne asi olan insanlardır.
Kişi 7. basamakta Allah’ı dileyerek amenu olduğu zaman Allahû Tealâ, Allah’ın katından kendisi için vazifeli kıldığı mürşidi istetmeye, talep etmeye götürür. İşte amenu olan insan, kalben mürşidini Allah’tan talep eden insandır. Ve her kim Allah’ın katından kendisi için vazifeli kıldığı mürşidi, Allah’tan talep ederse, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz’in, “Beni kim Allah’tan isterse, işte böylece şefaatime nail olur” hadis-i şerifine uymuş olur.
Biz günümüzde Resulullah’ın varisi olan Zamanın İmamı’nı Allah’tan istiyoruz. O zaman da Allahû Tealâ, bu talebin sahibinin kalbine hidayeti koyuyor (Tegabün-11). O kişinin kalbinin nur kapısını kendisine çeviriyor (Kaf-33). (Enam-125) O kişinin göğsünden kalbine rahmet yolu açıyor. (Zümer-22) kişinin kalbine nurunu gönderiyor. (Hadid-16) O kişi bu nurla huşuya ulaşıyor. Huşu sahibi olan insan hacet namazıyla Resulullah’ın varisi olan mürşidi Allah’tan isterse, (Bakara-45) Allah ona mürşidi gösteriyor ve o kişi gidip mürşidine intisap ediyor.
Böylece Allahû Tealâ o kişiyi 7 tane kalp şartının sahibi kılıyor:
1- Kalpteki ekinnet alınıyor,
2- Kalbe ihbat konuluyor,
3- Kalpteki nur kapısı Allah’a dönüyor,
4- Kalbe giden rahmet yolu açılıyor,
5- Mürşide intisap ettiğimiz zaman kalbimizdeki mühür açılıyor,
6- Kalbimizdeki küfür kelimesi dışarıya alınıyor,
7- Kalbimizin içerisine Allah imanı yazıyor.
Bu 7 tane kalp şartının sahibi olan insandır ki, Resulullah’ın şefaatine nail olur. Çünkü Resulullah, Allah’ın mürşididir. Kim mürşidi Allah’tan isterse o, Allah’ın Resulü’nün şefaatine nail olur. Bugün her kim, Allah’ın kendisi için tayin ettiği Resulullah’ın varisi olan mürşidi Allah’tan isterse ve O’na intisap ederse, o zaman Resulullah’ın şefaatine kesinlikle nail olur.
O zaman buradan çıkaracağımız bir sonuç vardır: Şefaat, günümüzdeki kendisine fayda vermeyen ilmin örtüsü içerisinde zannedildiği gibi ahiret hayatında, Kıyamet Günü’nde değil, aksine dünya hayatında mürşidimize intisap ettiğimiz zaman gerçekleşen bir olaydır. Her kim Allahû Tealâ’nın kendisi için tayin ettiği mürşide tâbî olursa, Allah’tan 7 tane nimet alır:
Birinci nimet: Allahû Tealâ’nın kendisi için tayin ettiği mürşidin önünde tövbe ettiği zaman, kişinin, başının üzerine mürşidinin ruhunun gönderilmesidir.
“Yevme yekuûmürrûhu velmelâiketü saffâ lâ yetekellemûne illâ men ezine lehürrahmânü ve kaâle sevâbâ.” Nebe-38
Melekler (arşı tutan melekler) saf saf olarak ve ruh (Zamanın Halifesi’nin ruhu) oradadırlar. Kendisine Rahman’ın izin verdiklerinden (mürşidden ve müridden) başka kimse konuşamaz ve doğruyu (Kelime-i şehadet) söylerler.
İşte Allahû Tealâ’nın kendisine izin verdiği, Zamanın İmamı’dır. Allahû Tealâ’nın kendisine izin verdiği, arşı tutan meleklerdir. Çünkü Zamanın İmamı irşad kademesinde Allah tarafından vazifeli kılındığı zaman, “irşada memur ve mezun kılındın” cümlesiyle bu görevin sahibi olur. Mezun kılınmak, Allah’tan bu konuda izin almak demektir, yetki sahibi kılınmak demektir. Bu sebeple Allah’ın kendisine izin verdiğinin dışında bir başkası konuşmaz. O Allah’ın kendisine izin verdiği kişi sevab söyler. Yani günahların sevaba kalbedilmesini söyler.
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz buyuruyor ki, “İslâmiyetten önce kişinin işlediği günahlar kendisine zarar vermez. Çünkü mutlaka Allahû Tealâ, onları sevaba çevirir. (Mürşidin önünde tövbe ettiği zaman).”
Öyleyse bu noktada Allah’ın irşada memur ve mezun kıldığı kişi, Allah’tan aldığı yetki sebebiyle sevap söylüyor ve o güne kadar işlemiş olduğumuz bütün günahları, (Furkan -70) Allahû Tealâ hasenata tebdil ediyor.
Rabbimiz, irşada memur ve mezun kıldığı kişiyi görevlendirdiği zaman, “memur kılındın” cümlesiyle, “Allah’tan aldığı emirlerle insanlar için hizmet yapan bir kişi oldun” demek istiyor.
İşte burada Allahû Tealâ’nın memuru, Allah’ın emirlerini yerine getirendir. Allah’tan aldığı emir, insanları hidayete ulaştırmaktır.
“Refiy’udderecâti zül’arş, yülkıyrrûha min emrihî alâ men yeşâü min ıbâdihî liyünzire yevmettelâak.” Mümin-15
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah kullarından (kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da kendisine ulaştırmayı dilediği (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh ulaştırır.
Ve Zamanın İmamı’nın ruhu başımızın üzerine geldiği zaman, Allah’ın emrinden olan ruh, dilediği an vücuttan çıkar, dilediği an fizik ve fizik ötesine geçebilir. Ama ne zaman Allah’ın zatına ulaşmak gibi bir durum söz konusu olursa (ruh için) mutlaka onu, Allah’tan aldığı emirle Allah’a ulaştıran birisi vardır. Ölümle bu gerçekleştiği zaman, onu Allah’a ulaştıran Allah’ın vazifeli kıldığı Azrail A.S. ve ona bağlı meleklerdir. Ama dünya hayatında o kişi, Allah’ın zatına ulaşmayı dilediği an, onun ruhunu Allah’a ulaştırmakla vazifeli kişi, Zamanın İmamı’dır. Zamanın İmamı’nın ruhu o kişinin başının üzerinde yer aldığı zaman, “senin Allah’a ulaşma günün geldi” cümlesiyle o ruh, vücuttan ayrılır. Demek ki kişi, mürşidine intisap ettiği zaman Allah’tan aldığı birinci nimet budur.
İkinci nimet, o güne kadar işlemiş olduğumuz bütün günahları sevaba kalbedilmesidir.
“İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan feülâike yübeddilullahü seyyiâtihim hasenât.” Furkan-70
Ama (mürşidin önünde) tövbe eden ve (mürşidin önünde tövbe etmek suretiyle kalbine iman yazıldığı için) mü’min olan ve (aynı sebeple) nefsi islah edici ameller isteyen kişinin Allah günahlarını sevaba çevirir.
İşte her kim tövbe eder, mümin olur, ıslah edici amellere başlarsa, Allah, İslâmiyetten önce işlemiş olduğu bu günahların hepsini, mürşide intisap etmesi sebebiyle sevaba kalbeder. Bu, mağfiretin gerçekleşmesidir. Bu, Resulullah’ın şefaatinin tahakkukudur. Yani bütün günahların intisapla sevaba çevrilmesi şefaattir, mağfirettir. Onun için Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz hadis-i şerifinde, “Beni kim Allah’tan isterse, şefaatime nail olur” demiştir. Kalben gerçekten Allah’ın tayin ettiği mürşidi Allah’tan isteyen, O’na intisap eden kişi, Resulullah’ın şefaatine hak sahibi olur. Şefaatin kesinlikle kıyamette olamayacağını Resulullah şu sözüyle de ifade ediyor: “Kıyamet gününde insanlar bir sahada toplanırlar; (Haşr Meydanı’nda), O sahada kimseye delâlet edecek, yol gösterecek hiç bir alamet yoktur.” Yani o gün, şefaat söz konusu değildir.
Ne yazık ki ilmi kendisine fayda vermeyen alimler, şeytanın tesiriyle insanları sürekli bir saptırma içerisinde olmuşlardır, onları Allah’ın yolundan saptırmışlardır. Onlar için şefaat bu dünyada değil, Kıyamet gününde gerçekleşecektir. Ama bu sadece bir aldanmadır, bir zandır, şeytanın korkunç bir tuzağıdır.
Ölümden sonra şefaatçilerin şefaati kimseye fayda vermez. Dünya hayatında şefaate nail olmayanlara fayda vermez. Dünya hayatında şefaate nail olanlar, Allahû Tealâ’nın kendileri için tayin ettiği şefaatçilere, yani mürşidlere intisap edenlerdir.
Cevap: Beni kim Allahtan isterse şefaatime hak k
Üçüncü nimet:
“Ülâike ketebe fiy kulûbihimül’iymâne ve eyyedehüm birûhin minh.” Mücadele-22
Onların kalplerine iman yazılır ve onlar Allah’ın katından (orada eğitilmiş olan) bir ruhla (mürşidin ruhunun) başlarının üzerine yerleşmesi ile) desteklenirler.
Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz şöyle buyuruyor hadis-i şerifinde: “Ya Rabbim, imanı ruhuma sindirdiğin gibi, kalbime de sindir.”
Biliyorsunuz ruhta 19 tane haslet var. 19 tane hasletten bir tanesi imandır. Yani Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz, “Ya Rabbim, imanı ruhuma yazdığın gibi, nefsimin kalbine de yaz” demektedir. Bir insanın nefsinin manevi kalbine imanın yazılması, ancak mürşidine intisap ettiği zamandır.
Dördüncü nimet: O güne kadar yapılan amellere karşı Allah’tan bire on derecat alan kişi, o günden itibaren Bakara Suresinin 261. âyet-i kerimesinde belirtildiği gibi, Allah yolunda infak eden bir kişi oluyor. Mallarını Allah yolunda infak edenlere ise, her başağında yüz tane bulunan yedi başaklı bir buğday grubu kadar Allahû Tealâ ihsanda bulunuyor. İşte o günden itibaren, ondan yediyüze varan, Allah’ın artan yardımlarıyla o kişi hemhal olur.
Beşinci nimet: Başımızın üzerine yerleşen mürşidin ruhu (kendisi salahta olması hasebiyle) salah nurunun sahibidir. İşte o salah nurundan, kalbimize salavat nuru akmaktatır.
“Yâ eyyühelleziyne âmenûzkürullahe zikren kesiyrâ ve sebbihûhü bükreten ve asıylâ hüvelleziy yusalliy aleyküm ve melâiketühü liyuhriceküm minezzulümâti ilennûr.” Ahzab-41,42,43
Ey iman edenler, Allah’ı çok zikredin. O’nu sabah akşam tesbih edin ve yüceltin. Sizin nefsinizin kalbini karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize melekleri ile salavat (isimli nuru) gönderen O’dur.
Altıncı nimet: Kalbine iman yazılan bu kişi zikretmeye başladığı zaman, Allah’ın katından fazl, rahmet ve salavat o kişinin kalbine gelir, göğsünden kalbine girer ve nefs tezkiyesine başlar.
Yedinci nimet: Ruhumuz, fizik bedenimizden ayrılarak Sırat-ı Müstakiym’e ulaşır.
İşte Allahû Tealâ’nın tayin ettiği mürşide ulaşan kişi, Allah’tan bu yedi tane nimetin sahibi olur. Allah’tan bize ulaşan nimetlerin bir tanesi de şefaattir. Yani günahların sevaba kalbedilmesidir. Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz de hadis-i şerifinde bunu kesinlikle ifade ediyor:
“Beni kim Allah’tan isterse o, şefaatime nail olur.”
Dileyen herkesin, Resulullah’ın şefaatine nail olmasını Rabbimiz’den dileyerek, İnşallahû Tealâ yazımızı burada tamamlamak istiyorum.
Allah hepinizden razı olsun