-
Ütopya_4
İşte, her bakımdan iyi olan bu devletin yöneticisi de bir filozof olmalıdır. Devleti yönetecek insanda devlet gücüyle akıl birleşmedikçe, bu devletler dertten kurtulamazlar. Platon’a göre bu yapılmadıkça da tasarladığı devlet ortaya çıkamaz.] Bu itibarla Platon, düşündüğü devletin yöneticisinin mutlaka filozof olması gerektiğini savunmaktadır. Filozoflar öz varlığı arayan, hiç değişmeden kalan şeye varabilen insanlar olduğuna göre, ölçülü ve incelikli insanlardır.
İşte bu az sayıda “filozof devleti ele geçirmedikçe ne devletin, ne de yurttaşların dertleri biter ve bizim tasarladığımız devlet hiçbir zaman gerçekleşemezdiyen Platon, bu tasarının gerçekleşmesi durumunda en iyi devletin bu devlet olacağını belirtir Bu filozof yaratılışlı devlet adamları, kendilerine uygun eğitimi bulurlarsa, gelişe gelişe bütün değerlere ulaşırlarİyi bir eğitimden geçen “Tanrısal ve düzenli varlığın yanında yaşayan filozof, bir insanın olabileceği kadar düzenli ve Tanrısal olur.” Devleti yönetecek olan insanda, devlet gücüyle akıl gücü birleşmedikçe, devlet iyi bir şekilde yönetilemez. Dolayısıyla da yöneticinin, yani kralın filozof olması gerekmektedir. Bu suretle Platon “Filozof-Kral” terimine ulaşmaktadır.
Bu devletin yönetimi filozoflarca yapılacağına ve bu filozoflar devleti bilgece, yiğitlikle, ölçülü ve adâletli olarak yöneteceklerine göre bu devlette yasalara ihtiyaç duyulmayacaktır. Bu, yerinde ve bütün toplumu mutlu edecek kararlar verilerek gerçekleştirilebilir. “Tabiata uygun olarak kurulmuş bir devlet, akıllı olmasını kendini yöneten küçük bir topluluğun bilgisine borçludur” diyen Platon, devletin, filozoflar tarafından toplumun yararına olan hususlarda gerektiği gibi kararlar alınarak yönetilebileceğinden yanadır. Bunun için yazılı yasalara gerek yoktur. Nitekim Platon “böyle şeyleri kanunlaştırmak saflık olur bence. Bunlar hiçbir yerde de kanunlaştırılmamıştır. Çünkü bunlar sözle, yazıyla yaşatılacak kurallar değildir” demektedir. Platon, kanunların bulunmadığı bir devletin, tabiata uygun bir devlet olduğunu, tabiatın ve aklın kurallarına göre yönetilebileceğini kabul etmektedir. Platon’a göre aklın ve tabiatın kurallarına göre yönetilen bir devlet, yönetilen insanların sayılarına göre değil, sayıca az insan barındırsa bile, nitelik bakımından büyük bir devlet olarak görülür.
Platon, yöneticilerin mülk edinmelerine hoş bakmamaktadır. Bunun devlet yönetiminde zaafa yol açabileceği kanaatindedir. Tunç ve demir yaratılışında olanlar, yani üreteciler kesimi servet sahibi olabilirse de altın ve gümüş mayadan olanlar için “içlerinde Tanrı’nın koyduğu altını, gümüşü saklayanların, insanların vereceği altında ve gümüşte gözü olmaz. Kendi altın yaratılışlarını, dünyanın altınıyla kirletmek günahtır” diyerek servetin birçok kötülüğün sebebi olduğunu kabul etmektedir. Bu kötülüğe bulaşmayan yöneticiler hem kendilerini hem de devleti korumuş olacaklardırCampanella’nın Güneş Ülkesi’nin nasıl yönetileceğine dair görüşleri ise şöyledir: O, kentin yöneticilerinin, kente hakim bir yerde bulunan büyük bir tapınakta oturduklarını belirtmektedirOna göre, kentin en büyük yöneticisi adı Hoh olan bir baş rahiptirHoh, dünya ve ahiret işlerini birlikte yönettiği için ona “Metafizikçi” denilebileceğini belirten Campanella’ya göre Hoh’un “yetkisi mutlaktır. Verdiği yargılar kesindir.” Ülkenin yöneticisi olan baş rahibin verdiği yargılar tartışılamaz.
Hoh’un üç yardımcısı bulunmaktadır: Bunlar Pon (power-güç), Sin (wisdom-akıl) ve Mor’dur (love-sevgi). Barış ve savaşla ilgili işleri Güç yönetir. Hoh’tan sonraki en yüksek yetkili yöneticidir. Ordunun silah, cephane ve diğer ihtiyaçlarının sağlanması, subay ve askerlerinin yönetimi, ülkenin savunması veya savaşa hazırlık gibi görevleri bulunmaktadırDiğer yardımcı yönetici olan Akıl, mesleklerin zanaatların, bilim işlerinin, eğitim işleri ve okulların yönetimi ile görevlidir. Çeşitli bilimlerle uğraşan uzmanlar, Akıl’ın buyruğu altındadırlar.
Hoh’un diğer yardımcısı olan Sevgi’nin görevi de hem sevgiye dayalı olan üreme, hem de eğitim, beslenme ve giyimle ilgili işlerini yönetmek, düzene koymaktır. Ancak toplumla entegre olma ve paylaşım konusunda yöneticilerin halktan farkı yoktur.
Burada bir yetki paylaşımı ve hatta bir kuvvetler ayırımına işaret edildiği görülmektedir. Campanella, kentin yönetiminde bir kurultayın da pay sahibi olduğundan bahsetmektedir. Yirmi bir yaşını doldurmuş olan her Güneş Kentli, kurultayın üyesidir. Buraya katılan herkes, devlet yönetiminde gördüğü aksaklıkları, yöneticilerin görevlerini yerine getirip getiremediklerini söyleme hakkına sahiptir.
Campanella, Güneş Kent’te yönetimin paylaşıldığından söz etmektedir. Buna göre Hoh’un üç büyük yardımcısından her birinin üçer yardımcısı ve bunların emrinde bulunan on, elli ve yüz kişilik grupların kadın ve erkek başkanlarının da katılımıyla, kurultayın üye sayısı kırk kişi olmaktadır. Hoh ve üç yardımcısının, kurultayda alınan kararları onaylama, uygulama veya değiştirme yetkileri bulunmaktadır. Hoh ve üç yardımcısı dışındaki bütün yöneticiler halkın isteği ile değiştirilebildiği halde bu dört yönetici “ancak kendi aralarında görüşüp konuştuktan sonra, görevlerini ahlak, bilgi bakımından üstün buldukları birisine bırakabilirler. Bunlar öylesine dürüst insanlardır, yurtlarını öylesine severler ki, yerlerini başkasına bırakmaktan ve başa geçen kimseye tamamen bağlanmaktan bir an bile kaçınmazlar.” Ancak bu değişiklik sık rastlanan bir durum olmayıp, az rastlanan bir durumdur.
Zaten Campanella, yetki paylaşımı konusunda Metafizikçi’yi diğer yöneticilerden ayrı tutmak gerektiğini de belirtmektedir. Hoh, Güneş’in temsilcisidir, yeryüzündeki güneştir. “Hoh yani Güneş, tıpkı bir mimar gibi, Ülke’nin bütün işlerini yüksekten yönetir. İnsanoğlunun bilmek yetisinde olduğu ne varsa hepsini bilmemek, şanına yakışmaz”[106] diyen Campanella, Metafizikçi’nin isteği dışında hiçbir şeyin yapılamayacağını, Metafizikçi ne yönde karar verirse, üç yardımcının da buna boyun eğeceğini ifade etmektedir.
Öyleyse, Metafizikçi Güneş Ülkesi’ni nasıl yönetecektir? Anlaşılan o ki Güneş Ülkesi, kanunlara dayalı olarak yönetilmemektedir. Hoh yani Metafizikçi, engin bilgisiyle bu kenti en güzel biçimde yönetme gücüne sahiptir. Bunu Campanella şu ifadelerle ortaya koymaya çalışmaktadır: “Biz böylesi bir bilge adamın devleti iyi yöneteceğine sizlerden -başımıza çok zaman bilgisizleri geçiren ve bunları sırf hükümdar soyundan geldiği için ya da güçlü bir partice seçildiği için yönetime ehil sayan sizlerden- daha çok güveniriz... O uçsuz bucaksız bilgisi, onu kötü, hain ve zorba olmaktan ister istemez alıkoyar.” Campanella, Cenovalı Kaptan’ın ağzından aktardığı bu ifadelerle Metafizikçi’nin sınırsız bir bilgiyle ülkesini yönettiğine işaret etmektedir. Burada Aristo mantığı ile elde edilebilen bilgilerin ezbere dayalı olduğunu, ezbere dayalı bilimlerin de insanı yorduğunu belirten Campanella, ezberci bilimlerin olayların arkaplanına inmeye engel teşkil ettiğini söylemektedir. Campanella’ya göre bu tarz bilgiye sahip olanlar, Tanrı’nın varlıkları nasıl yönettiğini, doğanın ve milletlerin kanunlarını, kurallarını bilemezler. Oysa Hoh için böyle bir durum söz konusu değildir. Böyle geniş bir bilgiye sahip olan kimse, hem dehasının yüceliğini, hem de devlet yönetimine ehil olduğunu göstermiş demektir. Hoh’un diğer üç yardımcısının da kendi işleri ve görevleriyle ilgili olarak bilgilerinin ‘Hoh’da olduğu gibi derinlemesine olması gerekirken, ortak işlerle ilgili olarak sadece tarih bilgisine sahip olmalarını yeterli görmektedir.
Bu ifadelerden anlaşılıyor ki Campanella her şeyden önce “doğal hukuk”u savunmaktadır. Yönetici Hoh, bütün devlet yasalarını ve yönetim biçimlerini bilmesine rağmen kendi devletini aklın ve bilimin gereklerine göre yönetebilir. Bunun için yazılı kanunlara ihtiyacı yoktur. Bu noktada Campanella, Platon’un savunduğu ortaklık anlayışının da kendi anlayışı gibi doğaya uygun olduğunu kabul etmekte, hatta böyle bir anlayışın St. Augustinus tarafından da benimsendiğini belirtmektedir. Özel mülkiyetin ortadan kalkması, toplumun gelişmesi için adeta ilk şarttır. Bu da tabiata en uygun durumdur. Hatta kadın ortaklığı da tabiata aykırı değildir. Böylece Campanella’ya göre, Güneş Ülkesi, tabiata uygun bir devlettir. O, bu konuda “Bence Güneş Devleti, bir altın çağ gibi herkesin özlediği, Tanrı’nın da isteğine uygun bir devlettir”[112] demek suretiyle, kurmayı hayal ettiği ideal devletin tabiat kurallarına göre yönetilebileceğini vurgulamaktadır
Yine Campanella’nın yukarıdaki ifadelerinden, Güneş Ülkesi’nin yöneticisi olan Metafizikçi’de “bilgelik”, yani hikmet veya felsefi derinliğin, bir erdem olarak bulunması gerektiği anlaşılmaktadır. Onun, en yüksek dereceden bilgi sahibi olması gerekmektedir.[113] Öyleyse, Güneş Ülkesi’nde devletin en büyük yöneticisi olmanın yolu “Bilgelik”tir. Bu yönetici sınırsız bilgisiyle devletini aklın ve tabiatın kurallarına göre yönetebilecek güçtedir.
Buna göre her iki filozof da yöneticinin filozof olması gerektiğinde hemfikirdirler. Bunun sebebi, devlet yönetiminin alelade bir iş olmayıp, bilgi ve düşünmeyi gerektirmesindendir. Bunun yanında her iki düşünür de devleti yönetecek olanların kanuna gerek duymadan bu yönetimi gerçekleştirebilecekleri kanaatindedir. Bu da hızlı düşünüp gereken kararı vermeyi, yani kanun hükmünde olan kararları vermeyi, başka bir ifadeyle filozof olmayı gerektirmektedir. Bu anlayıştan hareket eden iki filozof da düşündükleri devletin tabiata uygun olduğunu savunmaktadırlar. Yaptıkları izahlardan, onların tabii hukuka dayalı doğal bir devletten bahsettikleri anlaşılmaktadır. Filozofların her ikisinin de kullandıkları ‘akıl’ ve ‘insan tabiatı’ ve ‘doğuştan varolan haklar’ gibi kavramlar, tabii hukuk düşüncesinin başlıca hareket noktalarıdır. Buradaki ‘insan tabiatı’ kavramından, insanın ideal tabiatı anlaşılmaktadır.
Yönetim şekli bakımından Platon, oldukça elit bir yönetimden söz ederek Aristokratik bir yönetimi tercih eder gibi görünmektedir. Zaten Platon da Aristokrat bir aileye mensuptur; dolayısıyla ortaya koyduğu idare biçiminin, Aristokrasi’yi hatırlatması normal karşılanmalıdır. Campanella ise, kararların kurultaylarda alınmasından söz etmesine rağmen, Metafizikçi adı verilen baş yöneticinin yetkilerinin, tartışılmaz oluşu ve isterse kararları bozabileceğini ve kendi kararını uygulatabileceğini belirterek, Monarşi’ye daha yakın bir görünüm sergilemektedir.
5-Eğitim Bakımından
Platon’un toplumu, sınıflı bir toplumdur ve bu sınıflardan üreticiler grubu için eğitimden söz etmediği halde koruyucular ve bunların içinden çıkan yöneticiler sınıfı için eğitimi zorunlu görmektedir. Ona göre ideal bir toplum oluşturmanın yolu, hiç kuşkusuz, eğitimden geçmektedir. Ancak Platon’un eğitim tasarısı, yeni bir sistemin ortaya konulmasından çok, Atina’daki mevcut eğitimin düzeltilmesine yönelik görünmektedir. Zira sözünü ettiği eğitimler, Atina’da kısmen uygulanmakta idi. Platon, bunlara Sparta’da uygulanan bir takım eğitim anlayışlarını ve kendi düşündüklerini ilave ettiği için, içerikleri değiştirilmiş olarak gözükmektedir. Ancak Platon’un Grek eğitim sistemine getirdiği bir yenilik varsa o da Akademi’yi kurmasıdır. Bu fikir, tam anlamıyla ona aittir. Özellikle burada yöneticiler için düşündüğü yüksek eğitim ve öğretim programı, kendisinden sonrası için de önem arz etmektedir.
Ona göre eğitim, öncelikle koruyuculardan başlatılmalı, onlara kendi vatandaşlarına ve yabancılara nasıl davranacakları öğretilmelidir. Yöneticinin, kendi yurttaşlarına karşı yumuşak tavırla davranırken, dışarıya karşı da azgın, çevik ve güçlü olması gerekir. Öyleyse böyle bir bekçi nasıl yetiştirilmelidir? Platon bu noktada öteden beri sürüp gelen yetiştirme yolundan daha iyisini bulmanın zor olduğu kanaatindedir. Bu da “beden için idman, ruh için müziktir.” demektedir.
Bu yetiştirme önce müzikle başlar. Müziğin içerisinde söz sanatları da bulunmaktadır. Bu söz sanatları içinde, gerçeğe uygun olan güzel sözler ve gerçeğe uygun olmayan masallar da bulunmaktadır. Ancak söylenecek masalların ciddi bir denetimden geçmeleri sağlanmalıdır. Ahlak bakımından iyiye yönlendirenlere müsaade edilmeli, kötü olanları yasaklanmalıdır. Böylece güzel masallarla, çocukların ruhları, bedenlerinden önce yoğrulacaktır. Özellikle Hesiodos’un ve Homeros’un Tanrılar hakkında uydurdukları masallar kesinlikle yasak edilmelidir. Yalnız iyi şeylerin Tanrı kaynaklı olduğu, kötü şeylerin Tanrı’dan olamayacağı öğretilmelidir. Bunları yasaklamadaki gaye, ruhu kötü etkilerden korumaktır. Ruh ne kadar sağlam ve olgun hale gelirse, dışarıdan gelecek bir etki onu o kadar az etkiler. Şairlerin insan üzerine anlattıkları masallar da denetlenmelidir. Kötü ruhlu insanların mutlu, doğru insanların da mutsuz gösterildiği; kötülüğünü gizlemesini bilenlerin türlü türlü nimetlere kavuştukları gibi hataları ihtiva eden masallar da dinletilmemelidir.
Savaşçılar, kendi gibi yiğit biri öldüğünde ahlanıp vahlanmamalı; kendine yetebilmeli, tek başına yaşamanın tadına varabilmeli, yakınlarından uzaklaşmak onu etkilememeli, başına bir felaket geldiğinde buna katlanabilmeli, ağlayıp sızlanmamalıdır. Çünkü ağlayıp sızlamalar kahramanlara değil, bayağı kadınlara ve aşağılık erkeklere yakışır. Diğer taraftan bekçilerin fazla gülmeye düşkün olmamaları da sağlanmalıdır; yalanlardan uzaklaştırılmalıdır. Yalan söyleme yetkisi yalnızca devletin yararına olmak kaydıyla yöneticilerde olmalıdır. Bunun dışında yalan, suçtur; cezalandırılması gerekir; dolayısıyla bu gençlerin akıllı uslu olmaları zorunludur. Akıllı olmak demek, baştakilerin sözünü dinlemek; kendisi başta bulunuyorsa içki, sevgi ve yemek hususlarında kendisini dizginlemesini bilmek demektir. Savaşçılar, bu hususlarda kendilerini dizginlediklerini, her türlü sıkıntıya dayanabileceklerini hem sözlerinde, hem de davranışlarında gösterebilmelidirler. Yine koruyucuların, devleti kuracakların paraya, rüşvete düşkün olmamaları da sağlanmalıdır
Müzik eğitimi, eğitimlerin en iyisidir. Ritm ve düzen, insanın içine işleyen bir yapıdadır. Müzik eğitimi gereği gibi yapıldığında insanı yüceltir, özünü güzelleştirir. Gevşek ve bozuk düzen sesler ise bunun tam aksini yapar. Kendisini iyi bir insan olarak yetiştirmek isteyen, güzeli arar, güzeli över, ondan hoşlanır ve onunla beslenir. İyi bir müzik, insanın ruhunu okşar, ona hoş gelir. Bu eğitimi alan bekçiler, bilgeliği, yiğitliği, yararlılığı tanıyacak duruma gelirler; tanıyamazlarsa, henüz iyi bir eğitim almamışlar demektir. İyi bir müzik eğitimi, insana güzeli sevmeyi öğretir.
Gençlerin yetişmesinde müzikten sonra, beden eğitimi gelir. Müzikte olduğu gibi beden eğitimine de çocukluktan başlanmalıdır.
Platon, kurmayı planladığı devlette koruyucular için kadın ve çocuk ortaklığından söz ettiği gibi, kadın erkek eşitliğinden de bahsetmekte ve kadınların da erkeklerle aynı statüde olmaları gerektiğini savunmaktadır. Kadınların yalnızca çocuk doğuran ve çocuğa bakan, ev işleriyle uğraşan değil, her şeyi erkeklerle birlikte yapmaları gerektiğine işaret etmekte, ancak kadınların bazı işlerde erkeklerden daha zayıf oldukları için hangi işlerde çalışabileceklerinin tesbit edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Bu noktada Platon, aynı şekilde büyütülmemiş ve yetiştirilmemiş iki hayvan nasıl aynı işe koşulamazsa, kadınların da erkeklerle aynı işi yapmalarının istenemeyeceğini söylemektedir. Bu duruma göre Platon, “kadınların erkeklerle aynı işleri yapmalarını istersek, onları da erkekler gibi yetiştirmemiz gerek” demektedir.
Erkekler, müzik ve jimnastikle eğitildikleri için, aynı eğitime kadınların da tabi tutulmaları, savaşçı olmalarının ve aynı şartlarda yaşamalarının istenmesi gerekmektedir. Kadın savaşçıların da erkeklerde olduğu gibi soyunarak jimnastik yapmaları, silah kullanmaya, ata binmeye alıştırılmaları, müzik eğitiminden geçirilmeleri gerekir. Bedeni çalıştırırken giyinik olmaktansa, çıplak olmak daha elverişlidir.[127]
Ancak burada, kadınla erkek ayrı yaradılışta oldukları için, ayrı yaradılışlarda olanlara ayrı işler verilmesi gerekmez mi? Sorusu akla gelmektedir. Oysa Platon’a göre aradaki fark yalnızca yaradılıştadır. Bu ayrılık kadının doğurması, erkeğin de tohum salmasından başka bir şey değildir. Dolayısıyla bekçilerin, kadınlarıyla beraber aynı işleri görmelerinde, askerlik eğitimi almalarında, vatan savunması yapmalarında bir sakınca yoktur. “Devlet yönetiminde yalnız kadınlara özgü işler yoktur... Kadının kadın olduğu için, erkeğin de erkek olduğu için daha iyi yapacağı iş yoktur. Yaradılıştan her iki cinste de aynı güçler vardır. Kadın da erkek gibi bütün işleri görebilir. Ne var ki kadın hiçbir işte erkek kadar olamaz.”[128] Bu noktada bazı işlerde erkeklerin daha mahir olduklarını söyleyen Platon, bazı işlerde de kadınların daha maharetli olduklarını kabul eder. Kimi kadınlar hekimliğe yatkındır, kimi değildir; kimi müziğe yatkındır, kimi değildir. Bunun gibi jimnastiğe, bilgeliğe ve bekçiliğe de yatkın olan veya olmayan kadınlar bulunmaktadır. O halde, kadının yaradılışı da erkeğinki gibi bekçiliğe elverişlidir. Ancak bu yaradılış, kadında zayıf, erkekte ise kuvvetlidir.Yaradılışları ayrı olduğu halde kadınlara verilen beden eğitimi erkeklerinkinden farklı olmamalıdır. Bekçi erkekler diğer erkeklerden, bekçi kadınlar da diğer kadınlardan üstün durumdadırlar; zira onlar aldıkları eğitimle değer kazanırlar. Hem kadın, hem erkeğin, çıplak olarak eğitim yaparlarken kazandıkları bu değerler, onların elbisesi yerine geçer. Barışta ve savaşta erkek bekçilerle beraber aynı işi yaparlar, ama biraz zayıf yaradılışlı oldukları için, daha kolay işlerle uğraşırlar; ancak başka iş de yapmazlar
Devleti yönetecek filozofların eğitimine gelince: Bu, gerçek felsefe adı verilen ve ruhu karanlıktan aydınlığa çıkaran bilgelik eğitimi, dolayısıyla da gerçek varlığa yükseltme işidir. Bunlar, müzik ve jimnastik (beden) eğitimi değildir. Filozof bir devlet adamına gerekli olan ilk bilgi, hesap ve sayı bilgisidir. Zira bu bilgi, savaşta da gereklidir; sayı bilgisi, insanı kendiliğinden varlığın özüne götürecek bilimlerden biri olabilir. Bu bilim aritmetiktir. Savaş adamının ordusunu düzenlemek için aritmetiğe başvurduğu gibi, filozof da çokluk dünyasından sıyrılıp öz varlığa ulaşmak için hesap ve aritmetiğe başvurur. Burada sözü edilen sayılar, yalnızca düşünceyle kavranan, dolayısıyla da kavramlara götüren sayılardır
Diğer bilim geometridir. Geometri, var olanı bilmeye yarar. Zira o, değişmeyenin bilgisidir. Dolayısıyla o da ruhu öz gerçeğe yükseltir ve bilim sevgisi doğurur
Filozofların öğrenmesi gereken üçüncü bilim, astronomidir. Görünen yıldızların ötesini düşünmek, akıl ve düşünceyi devreye koyarak gerçek biçimleri kavramaya çalışmak kabiliyetini astronomi verir. Yıldız kümelerine bakarak evrene düzen veren varlığa ulaşmayı sağlar
Devleti yönetecek filozofların bilmesi gereken bir başka bilim de armonidir. Armonide, kulakla işitilen bir hareket vardır. Sesle sayılar arasındaki ilgiyi bulmaya çalışmalıdırlarNihayet devlet adamının diyalektikten haberi olmalıdır. Zira bir tartışmayı yürütmesini, düşüncelerini savunmasını beceremeyenler, varılması gereken gerçek bilgiye varamazlar. İnsan, diyalektik yoluyla, duyulardan hiçbirine başvurmadan,yalnızca aklını kullanarak, her şeyin özüne varmayı ve iyinin özüne varmadıkça durmamayı denediği zaman, görülen dünyanın da, kavranan dünyanın da sonuna varabilir.Dolayısıyla diyalektik, bilimlerin doruğu, tacıdır
Tüm bu felsefî bilimler, 20 yaşındaki gençler arasında yapılacak seçmeyi kazananlara öğretilir. Bu bilimler, belli bir sıra dahilinde, öğrenenleri fazla sıkmadan ve yormadan öğretilmeye çalışılır. Ancak bu eğitimin en son aşaması olan diyalektik eğitimi, genç yaşta yapılamaz; yaşın olgun seviyeye gelmesi gereklidir. Zira genç yaştayken bu eğitimi alanlar, daha önce inandıkları hiçbir şeye inanmaz hale gelebilirler. Bu suretle kendileri de felsefe de halkın gözünden düşer. Oysa olgunluk çağındakiler, söylenenin aksini yapmaktan zevk alana değil, doğruyu aramak için tartışanlara benzemeye çalışırlar. Ölçüyü aşmadıkları için de filozofluğu yüceltirler. Dolayısıyla da diyalektiği, yalnızca olgunluk çağındaki ölçülü ve sağlam kafalı olanların öğrenmeleri gerekir. Böyle bir diyalektik eğitimi, en az beş yıl sürer. Sonra, onbeş yıl boyunca da gençlere özgü bütün görevler, savaş işleri, görgü kuralları vs. ile eğitilirler. Tüm bu eğitimlere dayanarak elli yaşına kadar ayakta kalabilen sağlam ve dayanıklı yapıdakiler, kalan ömürlerini, iyinin kendisini görmeye, felsefeyle daha sıkı uğraşmaya, şan-şeref kazanmak için değil, halkın iyiliği için devleti yönetme yolunda harcarlar. Kendilerine benzer yurttaşlar yetiştirmeye de çalışırlar. Sonra da sırası gelenler, mutluluklar ülkesine göç ederler
Platon’un eğitim konusundaki görüşlerine dikkatle bakıldığında, üç çeşit eğitim şekli önerdiği görülmektedir: Müzik eğitimi, beden-jimnastik- eğitimi ve bilimsel eğitim. Bu eğitim branşlarından her biri, bir ruhî davranışı kontrol altına almak ve bedenle ruh arasındaki adaleti sağlamak için düşünülmüştür. Müzik, koruyucularda, sertliği önleyip ılımlılık sağlamak için; jimnastik, yine koruyuculara cesaret temin etmek için; diyalektik de yöneticilerde akıllılık sağlayarak halka eşit ve adaletli davranmalarını sağlamak içindirCampanella’nın eğitimle ilgili görüşlerine gelince;
Campanella, devlette iş bölümünün gereği olarak her işi üstlenen veya denetimini yapan bir yönetici düşündüğü için, eğitim işinin de Hoh (Metafizikçi)’un üç yardımcısı tarafından yönetildiğini kabul etmektedir. Pon yani Güç, savaş ve barışla ilgili olarak askerlikle ilgili konulardaki eğitimi üstlenmiştir. Sin, yani Akıl, bilimler ve zanaatlarla ilgili eğitimi üstlenmiştir. Bilimlerin başındaki uzmanlar Aklın buyruğu altındadır. Bu uzmanlar sırasıyla şunlardır: Astrolog, kozmograf, matematikçi, geometrici, tarihçi, ozan, mantıkçı, söz ustası, gramerci, hekim, fizyolog, politikacı, ahlakçı... Bu uzmanlar, Bilgi adı verilen ve Pyhagorasçı yöntemle yazılmış olan bir kitaptan eğitim ve bilgi aktarırlar. Bu eğitimde dünyadaki bütün dillerin, bütün dinlerin ve felsefelerin öğretilmesi yanında, çeşitli ülkelere yapılan seyahatlerde o ülkelerin ahlakı, kanunları ve yönetim şekilleri tetkik edilerek Güneş Ülkelilere anlatılmaktadır. Hoh’un üçüncü yardımcısı Mor yani Sevgi de cinsellikle ilgili eğitimin yanı sıra, çocuk bakımı, hekimlik, eczacılık, tarım, hayvancılık, giyim kuşam işlerindeki eğitim faaliyetlerini yürütmektedir
Güneş Kent’teki eğitim, ezbere dayalı olmayıp daha ziyade inceleme, araştırma tarzındadır. Çocuklar, başka ülkelerde on- on beş yılda bitirilebilen eğitimi bir yılda alarak üstün bilgilere ulaşmakta, bu eğitim bitmeden tatil yapamamaktadırlar. Öğrenciler dersleri, bölükler halinde öğrenmektedirler. Eğitim bitince köylere ve kırlara giderek ok, mızrak atma, silah kullanmayı öğrenirler, avlanırlar, bitki ve hayvanlar hakkında incelemeler yapar ve sürülere bakarlar. Her öğrenci bölüğü, akıllıca düzenlenmiş bu işleri sırayla yaparlar.[140] Böylece tatilde bile bilgiye yönelik bir dinlenme- çalışma programı uygulanır.
Doğan çocuklar, cinsiyetlerine göre kadın veya erkek eğitimcilerce yetiştirilirler. Bu eğitimciler, çocuklara oyunlar oynatarak bilgiler aktarırlar; bu oyunların arasında alfabeyi, duvarlardaki resimlerden tarih olaylarını ve diğer milletlerin dillerini öğrenirler; resimler yaparlar, koşarlar, güreşirler. Altı yaşından sonra doğa bilimlerini, sonra da zanaatlara dair bilgileri öğrenirler. Bütün bu eğitimler her ders dört saati geçmeyecek şekilde ayarlanmıştırYeni doğan çocuklara adları rasgele konmaz. Her doğana adını, doğuştan getirdiği özelliğe göre Metafizikçi verir
Askerlik, tarım ve hayvancılık gibi işler bütün Güneş Kentlilerin ortak ve zorunlu olarak bilmeleri gereken uğraşlardır. Her mesleğin öğretmenleri vardır. En az yorucu uğraşlar kadınlara bırakılmıştır. Ticarete fazla önem verilmemektedir. Güneş Ülkesi’ndeki önemli mesleklerden biri de denizciliktir.
Güneş Kentliler kamu görevlerine çocukluktan başlayarak seçilirler ve ona göre de eğitilirler Campanella, asıl işleri askerlik olan bir kesimden söz etmektedir; bunların görevleri daha ziyade bütün Güneş Kentlilere askerlik eğitimi vermektir. Çocuklar, daha on iki yaşına gelmedin önce, alt basamaktaki öğretmenlerden, çeşitli savaş eğitimlerini alırlar, on iki yaşından itibaren de deneyimli eski eğitimcilerden silah kullanmayı öğrenirler. Bu eğitimde erkek ve kız çocuk ayırımı söz konusu değildirKadınlar da her işte erkeklerle beraber çalışırlar. Bu işler arasında savaş da bulunduğu için “Güneş Kent’in yakınlarında verilen savaşlarda erkeklerin yardımına koşabilsinler ve ani bir saldırı karşısında kale duvarlarını koruyabilsinler diye, kadınlar da öğretmenlerden aynı eğitimi görürler” Gerek çocuklara, gerek erkeklere ve gerekse kadınlara savaş sanatını, görgülü ve bilgili eski savaşçı öğretmenler öğretmektedir ve bunlar da Güç’e bağlıdır
Campanella’ya göre, Güneş Kent’teki tüm insanlar, devlet, din ve insanlık uğruna savaşırlar. Hiçbir savaş durumu olmasa da aynı eğitimi almak zorundadırlar.