Hadis ve sünnet dışlanırsa ne olur?
http://img83.imageshack.us/img83/6526/savsp3.png
Son yıllarda bir kısım çevre tarafından gündeme taşınan ve dini anlamak için Kur’an-ı kerimin yeterli olduğunu ileri sürenlere cevap hadis uzmanlarından geldi; “Peygamberimize Kur’an-ı anlatma ve gündelik hayata tatbik etme göreve bizzat http://www.minare.net/forum/Smileys/default/iccon04.gif tarafından verilmiştir.” Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Raşit Küçük “Hadisler dışlanarak İslam’ı yaşamak mümkün değildir” dedi. Prof. Dr. Suat Yıldırım ise, “zengin hadis kültürümüzle iftihar etme yerine onu değersizleştirme yoluna gidenler kendilerini değersiz kılmışlardır.” diye konuştu.
Yeni Ümit Dergisi tarafından düzenlenen ‘sünnetin Tesbiti ve dindeki yeri’ paneline katılan Türkiye’nin en tanınmış hadis uzmanları, hadislerin dinin yaşanmasındaki önemine ışık tuttu.
Sempozyumun oturum başkanlığını yapan tefsirci Prof. Dr. Suat Yıldırım, kur’an-ı kerimi açıklama görevinin peygamberimize bizzat http://www.minare.net/forum/Smileys/default/iccon04.gif teala tarafından verildiğine dikkat çekti. “İslamın ikici asrında ‘kuran bize yeter’ diyenler çıktı ancak 19. asıra kadar unutulmuştu. Ancak sömürgecilik hareketleri ile İslam ülkelerini istila eden gayri Müslimlerin bu iddiaları tekrar gündeme taşıdığının altını çizdi. Yıldırım, “Acı olan müsteşriklerin ortaya attığı bu şüphelerin son dönemlerde bazı Müslümanların dile getirmesidir. Oysa Müslümanlar 30-40 farklı yolla hadislerin rivayeti ve sıhhatini kontrol eden bir sistem geliştirmiş ve şüpheye mehal bırakacak bir nokta bırakmamıştır.” dedi. Yıldırım, “Bu zengin kültür mirasıyla iftihar etmemiz gerekirken bir takım insanlar çıkıp aklını kaybetmiş mirasyediler gibi bunu değersizleştirme yoluna gitmişlerdir ancak bunun yerine kendilerini değersiz kılmışlardır.” diye konuştu.
Marmara Üniversitesi ilahiyat fakültesi Dekanı Prof. Dr. Raşit Küçük, Peygamberimizin ve sünnetin dindeki yerinin neresi olduğunun en güzel cevabının kur’anda verildiğini ifade etti. “Bütün mezhep ve fıkıh imamları peygamberimizin sünnetini kur’an-ı kerimden sonra en büyük kaynak olarak ele almıştır.” diyen Küçük, “Peygamberimize bir konuyu helal- haram kılma yetkisinin Peygamberimize bizzat http://www.minare.net/forum/Smileys/default/iccon04.gif tarafından verilmiştir. Eşek etinin haram olması, iki farklı dinden olanların bir birine mirasçı olamayacağı, sarhoşluk veren içkilerin çoğu gibi azının da haram olduğu gibi bir çok hüküm sünnetle belirlenmiştir.” açıklamasını yaptı. Prof. Dr. Küçük, sünnet dışlanarak bir dinin yaşanmasının mümkün olmadığına dikkat çekti.
Prof. Dr. Abdullah Aydınlı ise hadislerin derlenmesi ve nakledilmesinde büyük titizlik gösterildiğini vurgu yaptı. “Her şeyden önce sünnetin sağlıklı bir şekilde naklinde bilgiyi kaynağından almaktır. Sahabe bir hadisi işitenin bizzat kendisinden almak için aylarca yolculuk etmiştir. Eba Eyyüp el Ensari bildiği bir hadisi tahkik etmek için Medine’den kalkıp Mısır’a kadar gitmekten çekinmemiştir.” dedi.
Türkiye’de en çok tanınan Kütüb-ü Sitte hadis kitabının yazarı olan Prof. Dr. İbrahim Canan’da hadise sahip çıkmanın dine sahip çıkma olarak algılandığını belirtti. “Doğru bilgi kuran ve hadistir.” diyen Canan, “Hadis ilminde zayıf hadis olarak tanımlanan hadisler yalan hadis değildir. Sadece rivayet yollarında belirlenen kıstasların bir veya bir kaçının eksik olmasıdır. Zayıf hadislerin uydurma hadis olarak değerlendirilmesi ve halın bunlardan soğutulması son derece yanlış bir tutumdur.” şeklinde konuştu.
Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zekeriya Güler ise tefsir edilmeden bazı ayetler nasıl anlaşılmıyorsa, yine bazı hadislerin de şerh edilmeden anlaşılmasının zor olacağını dile getirdi.
Yeni Ümit Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ergun Çapan da düzenledikleri sempozyum ile hadislerin daha iyi anlaşılmasına katkı sağlamak istediklerini, hadislerin iyi anlaşılması ile de dinimizin ve peygamberimizin daha iyi anlaşılacağını belirtti.
Cevap: Hadis ve sünnet dışlanırsa ne olur?
SÜNNETLE SAVAŞMANIN, SIRRI
1921'de ölen Avusturyalı Yahudi Müsteşrik Agnas Geldizher "İslâmi Araştırmalar" kitabında şunu yazdı: "Kültür tarihi açısından Muhammed'i kendi halkı nazarında bir Peygamber olarak yapan öğretilerinde icad ediciliğin ve dahililiğin var olması bizi ilgilendirmez. Bizi ilgilendiren husus; Muhammed'in kendi öğretilerinin tümünü Yahudilikten ve Hıristiyanlıktan almasıdır." Müsteşrik Maksim Rodenson şöyle yazdı: "Bir grup insanların Rasûl'deki durumu vahy olarak saymaları idraksizlikten ileri gelir." Volteir’ de Hz. Muhammed (s.a.v)'e çattı ve birçok müsteşrik Hz. Muhammed'e taarruz ettiler. Peygamber olmadığını veya vahy olmadığını veyahut kendisine vahy edilmediğini göstermeye çalıştılar. Peygamberliği veya vahy alması hakkında şüphe ve kuşku meydana getirmek için çok uğraştılar.
Cevap: Hadis ve sünnet dışlanırsa ne olur?
Bu müsteşrikler böyle konuyla uğraşırken ilmi araştırma yaptıklarını ve objektif şekilde meseleye baktıklarını iddia ediyorlar. Halbuki, ilmi araştırmalardan ve objektiflikten çok uzaktırlar. İslâm'a karşı besledikleri kin ve nefret kendilerini bu işe sevk ediyor: Çünkü, İslâm'ı yıkmaya çalışıyorlar. Bu nedenle, İslâm'ın Rasûl'ü olan Hz. Muhammed'e taarruz ediyorlar. İddia ettikleri ilmi araştırma ve objektiflik, İslam konusu olunca ortadan kalkıyor. Kendisine Muhammed Esed adı veren Leopolde Weiss, "Yolların Ayrılış Noktasında İslâm" adlı kitabında şöyle yazıyor: "Müsteşriklerin İslam aleyhine haksızca yazmaları ırsi bir iç güdü olduğu gibi haçlı seferlerin meydana getirdiği etkiler üzerine kurulu doğal bir özelliktir." Aynı kitapta müsteşriklerin birer misyoner olduklarını gösteriyor. Şöyle yazıyor: "Gerçek olan, çağdaş asırlardaki müsteşrikler Hıristiyanlık için birer misyonerlerdir." ve şöyle devam ediyor: "İslâm Dünyası, kendisinden Avrupa'nın istifade ettiği kadar ondan (Avrupa'dan) istifade etmedi. Fakat, Avrupa bu iyiliği tanımadığı gibi nankörlük yaptı. Şöyle ki; İslâm'a karşı besledikleri kin ve nefreti azaltmadılar, tersini yaptılar. Kinlerini, nefretlerini ve buğzlarını artırdılar. Ve bu, bir huy oldu
Cevap: Hadis ve sünnet dışlanırsa ne olur?
Avrupa'da müslüman kelimesinden söz edilince kin ve nefret Avrupa halklarının duygularına hakim olur." Müsteşrikler, birer Hıristiyan misyoner olmakla beraber birer resmi misyonerler olup sömürgeci Batı'nın birer askerleridir. Birbirlerine derince düşman olan Hıristiyanlar, İslâm'a ve müslümanlara karşı ittifak ettikleri gibi hiç bir şeye karşı ittifak etmediler. Halbuki; onlar, inançla ilgili hususta birbirlerine düşmandırlar. Birbirlerine buğz ediyorlar. Rumlar'ın hakimiyeti altında bulunan Lefkoşe'de (27.01.1990 da) Orta Doğudaki bütün kiliselerin temsilcilerinin on yedi günlük toplantıları sona erdi, ortak bildirilerinde yazdıklarına göre İslâm Dünyası'ndaki yaşayan insanların çoğu müslüman olmasına rağmen burada misyonerlik için işbirlik yapacaklarını anlaştılar. Bu toplantıyla ilgili haber de şöyle geçti: "On beş yüzyıldan beri bu toplantıya benzer bir toplantı yapılmadı. Diğer kiliseleri tanımayan Katolik Kilisesi onlarla buluştu." Bu olay, gerçeği sömürgeci olan Hıristiyan Dünyası'nın İslâm'a ve müslümanlara karşı ne kadar kin ve buğz besledikleri ve ne kadar düşman olduğunu gösteriyor. Gösteriyor ki onlar, İslâm'a ve müslümanlara karşı savaşlarını sürdürmede ısrarlıdırlar.
Cevap: Hadis ve sünnet dışlanırsa ne olur?
Sömürgeci Batı, İslâmla savaşında kendi çocuklarıyla yetinmedi, söylediğini papağan gibi tekrarlayacak ve Batı iddialarını yayacak yolunu şaşırmış müslümanların bazı çocuklarını kendi tarafına çekmeye çalıştı ve başarılı oldu. Bunların bir kısmını iktidara ulaştırdı.
Sünnetle savaşmanın ve onun hakkında şüphe ve kuşkunun meydana getirebilmesinin sebebi ve sırrı nedir? İslâm'ın Râsul'ü Muhammed (s.a.v)'in vahy olması ve kendisine vahy edilmesi hususu hakkında şüpheleri ortaya atmanın sebebi nedir? Öyle saldırılar ve öyle kampanyalar niçin? Bazıları; sünneti niye bir içtihad olarak göstermeye çalışıyor? Bazılarının iddia ettiği gibi Kur'an'ı korumak için sünneti red ettiğine dair bahaneler niçin? Halbuki, kendisi Kur'an'ı yıkmak için sünneti inkar ettiğini biliyor.
Batı ve müsteşrikler, müslümanların Kur'an'a güvenlerini sarsamadılar. Eskiden; münafıklar da sarsamamışlardı. Kur'an'a bir şey sokamadılar, böyle işlerde başarılı olamadılar. Herhangi bir ayetle oynayamadılar. Çünkü; Allahû Teâlâ, Aziz Kitabında dediği gibi Kur'an'ı koruyacaktır. Şöyle buyurdu:
"Şüphesiz ki zikri (Kur'an'ı) Biz indirdik ve onun koruyucularıda gerçekten Biziz." (Hicr:9) ve gerçekten de onu korudu. Bunun için, Batı ve askerleri saldırılarını sünnete yöneltmeye ve yoğunlaştırmaya başladılar. Şüphe ve kuşkuyu meydana getirmeye çalıştılar. Bundan sonra Kur'an'ı yıkmaya çalışacaklar. Misal olarak, kendisini Râsul olarak tanıtıp iddia eden Raşid Halife önce sünnete dokunup onun hakkında şüpheleri meydana getirmeye çalıştı. Başta şöyle iddia etti; "sahih hadisler azdır, sayıları yüz taneyi geçmez" kampanyasını bunun üzerine yoğunlaştırdı. Bazı cahiller kendi tarafına çekilince sünneti tamamen reddetti ve ondan sonra Kur'an'a dokunmaya başladı. 19 sayısını ayetlerin doğruluğunu ispatlamak için kullanmaya başladı. Zira, bu sayıyı Kur'an'ın mucizesi olarak sayıp bu sayıya uymayan ayeti red ediyor, onları Kur'an'dan saymıyor. Bazıları ise, sünnet hakkında şüphe ve kuşkuyu meydana getirmeye çalıştıktan sonra onu inkâr etti. Kur'an'a dokunmaya başladı; Arap milliyetçiliğini bir ölçü olarak kullanıp Kur'an'dan bazı kelimeleri kaldırmak istedi, bazı ayetleri te'vil etmeye (yanlış yorumlamaya) başladı. Batı, Muhammed (s.a.v)'in Peygamberliği ve kendisine vahy edilme olayı hakkında şüpheleri meydana getirmek için Salman Rüşdü'yü ortaya çıkarttı. Daha önce, 1923'te İngiliz Kilisesi, şeytanların Muhammed'e vahy ettiğini batıl iddia ve iftirasını ortaya attı. Bunu tutturamadı. 1959'da İngiliz Müsteşriki Montgamry Watt, bir kitapta bu batıl iddia ve iftirayı tekrar yayınladı. Geçen sene İngilizler bu sefer müslümanların sapık çocuklarından birisi olan Rüşdü'ye böyle iftiraları yazdırdılar.
Böylece o sapık, "Şeytan Ayetleri" kitabını çıkarttı. İngilizler, bu şekilde iftiralarını ve yalan iddialarını tekrarlamak üzere ısrarlı görünüyorlar. Bunun manası, İslâm'a ve müslümanlara düşmanlıkları üzerine ısrarlıdırlar. Zaten, İngilizler'den böyle şeyin çıkması garip değildir.
Şöyle ki: Haçlı seferlerinden beri İngilizler İslâm'a, Devletine ve müslümanlara hile ve tuzak kurmaya başladılar. O seferlerde Haçlılara liderlik ettiler. İslâm Devleti olan Osmanlı Devleti'ni ve Hilâfet'i yıkmak için çok uğraştılar ve yıkabildiler. Yahudileri Filistin'e yerleştirdiler. Ve hâlâ İslâm'a karşı ve İslâmın Devlet olmasını engellemek için çalışmaktadırlar.
1979'da Amerikan İstihbarat Teşkilatı (CIA)'nın (Kahire'de) sorumlusu Mısır'daki hükümete, bir rapor sunuyor. Birer tavsiyeler şeklinde yayınlıyor. Bu tavsiyelerin üçüncü kısmının birinci bendinde;
"Muhammed'in Sünnetine ve diğer İslâmi kaynaklara karşı saldırmayı ve bunlar hakkında şüphe ve kuşku çıkartma kampanyaları düzenlemeyi" öneriyorlar.
Yine tavsiyelerde; "İslâm Hilâfeti'nin bütün asırlar boyunca kötülüklerini bariz şekilde göstermeyi" öneriyor.
Özellikle Osmanlıların Halifeliklerine...
Bunların amaçları, müslümanlar teşri etme (yasama) kaynağından mahrum olsunlar,
böylece fıkıhsız, tarihsiz ve fikirsiz olsunlar. Sünneti yıktıktan sonra Kur'an'ı kolayca yıkabileceklerini zannediyorlar.
Çünkü, Kur'an'ı tefsir eden ve açıklayan sünnet yok olacak diye düşünüyorlar. Böylece Kur'an, müphem (belirsiz) anlaşılmaz hale gelir ki herkes istediği gibi onu te'vil etsin, şartlara ve adetlere uydursunlar, sadece onun ismi kalsın. Bu olunca; Batılılar, müslümanlara dinlerinden uzaklaştırıp kolayca sömürecekler ve onlara hakim olacaklar. Aynı zamanda, İslâm Hilâfeti'ni kurma yoluyla İslâm hayatının yeniden başlatılmasını ve kendi (Batılıların) memleketlerine İslâm Devleti'nin yüklenmesini engelliyecekler, bunun için çalışan samimi Hizb ve Cemaatların çalışmalarını boşa çıkartacaklar ve bunların tehlikesinden kurtulmuş olacaklar. Nitekim, İslâm Devleti'nin kurulmasını kolaylaştıran husus, müslümanların İslâm'a, teşri, tefekkür ve siyaset kaynakları olan Kur'an ve Sünnet'e, eski şanlı ve onurlu, zaferlerle dolu olan İslâm Devleti'nin tarihine güvenmeleridir.
Cevap: Hadis ve sünnet dışlanırsa ne olur?
Sünnete saldırı, yeni bir şey değildir. Kafirler, müslümanların dinlerine bağlı kaldıkça, bu dini doğru ve derin şekilde kavradıkça ve kuvvetli şekilde ona sarılıp onu yüklendikçe onları (müslümanları) yenemeyecekleri gibi onlarla savaşmanın kendilerine bir fayda getirmeyeceğini idrak ettiler. Bu nedenle, Hicri birinci asrın sonlarından beri münafıklar ve zındıklar, müslümanların İslâm'a güvenlerini sarsmak ve fikirlerini karıştırmak, teşri ve tefekkür kaynakları hakkında şüphe ve şek (güvensizlik)'i meydana getirmek için çeşitli vesile ve üslup bulmaya çalıştılar. Çünkü, bunda başarılı olurlarsa müslümanların İslâmi anlayışları zaafa uğrayacak, bilahare İslâmi uygulamaları zaafa uğrayacak ve kötü olacaktır. Bu gerçekleşince, İslâmi uygulamaları terk etmeye başlayacaklar. Bundan sonra İslâm Devleti yıkılacak ve müslümanlar parçalanacaklar. İşte tasarladıkları şey gerçekleşti. Onların kullandıkları vesile, Rasûlullah (s.a.v)'in söylemediği yalan hadisleri yaymaktır. Bu hadisler doğru görünsün diye onlara (bu yalan hadislere) İslâmi manayı kazandırdılar. Fakat müslümanlar, münafık ve zındıkların hilesini fark edip suya düşürdüler ve yaydıkları bu yalan hadisleri ortaya çıkartıp yok ettiler. Doğru hadisleri tespit edip kaydettiler. Güvenilir rivayetleri açıkladılar. Ancak, Sahabeler, ondan sonra gelen Tabiin ve ondan sonra gelen Tabettabiin'in yoluyla Rasûlullah'tan gelen hadisleri kabul ettiler. Buna büyük itina ve itham gösterdiler.
Müslümanların kaynaklarını ve Batılıların kaynaklarını incelediğimiz zaman şunu görürüz; müslümanlar, Peygamberin siyeri, hayat ve sünnetini doğru yolla rivayet ettiler. Şöyle ki; güvenilir rivayetleri kabul ettiler. Rivayetle ve rivayet edenle ilgili bir şüphe gördükleri zaman o rivayetleri red ediyorlardı. Ondan sonra sahih rivayetleri kaydediyorlardı. Fakat Batılılar; yazılmış tarihi kitaplara dayanıyorlar. Yazarın yazdıkları her halükârda doğru olamaz, incelenmelidir. Çünkü kendi hevesine ve siyasi görüşüne göre yazar. Ayrıca siyasi durumlardan ve o zamanki otoritelerden etkilenir. Onlardan korkarak veya onlara yağ çekerek yazarlar. Belli bir menfaat etmek veya belli bir makama ulaşmak için yazar. Bunu bu günlerde görüyoruz. Onun için Milâdi dördüncü asırda Kral Kostantin zamanında inciller yazıldı ve bu Kral'ın isteğine göre yazıldı. Bazıları ona muhalefet ettiler. Fakat o bu muhalefetlerle savaştı. Kilise de onlarla savaştı. M.492'de Papa Glasiyos; Barnaba İncili'ni okumayı veya kütüphanede bulundurmayı yasakladı
Ayrıca yüzlerce İncil vardır. Yine de, Paul'un saçma rüyalarına inanıyorlar, halbuki bu rüyalar birer hurafelerdir. Bu güne kadar kilise hurafeleri çıkartıyor, Hıristiyanlar da ona inanıyorlar. Onun için kilise, zaman zaman şu iddiayı çıkartıyor: Hz. Meryem'i kilise üzerinde veya bahçesinde gördüklerini söylüyorlar. Hıristiyanlar da buna inanıyorlar.
Bu hurafelere ve batıl inançlara inanan Batı'ya aldanan kişiler, buna rağmen Batıyı örnek edinirler ve yalancı müsteşriklere inanırlar. Bu müsteşriklerin İslâm hakkında söylediklerine güvenirler. Fakat bir kısım müslümanlar, İslâm'ı savunmaya kalkışırken düşünmeden İslâm'ın töhmet altında (kabahatli) olduğunu kabul ederek savunmaya başlarlar. Onun için, Batılıları memnun edecek şekilde İslâm'ı te'vil etmeye (saptırmaya) başlarlar; ayetlere ve hadislere taşımadıkları manaları vererek İslâm'ı pratik hayattan uzaklaştırırlar. Bir kısım müslümanlar, bazı hadisleri hayat ve vakıalarına uymuyor diye rafa kaldırırlar. Onun için; İslâm'ın, insanların adet ve geleneklerine göre uygulanmasına davet etmeye başlarlar.
Cevap: Hadis ve sünnet dışlanırsa ne olur?
İslâm'ı idrak edip kaynaklarını inceleyen ve bu kaynakların bize ulaşmasının yolunu araştıran kişi, İslâm'ın kaynaklarının doğruluğundan ve ulaşmanın yolunun sağlamlığından emin olur. O zaman, silahını alıp düşmanların örümcek yuvasına benzer kalelerine saldırır. Çünkü onların kaleleri, değiştirilmiş sahte İncillerden örülmüştür. Buna Yunan felsefesi karıştırılmıştır. İşte, Batılıların kaynakları bunlardır. Onların hayat tarzı ve kültürleri, yaşam tarzları, hayat sistemleri ve devletleri buna dayanıyor. Bunlar, bozuk ve batıl olmasına rağmen gerçekleştirdikleri ilmi ve teknolojik ilerlemeyi, fikirleri ve sistemleri için propaganda olarak kullanırlar. Sanki, bu fikirler ve sistemler güzeldir, sanki bunun sayesinde bu ilerleme gerçekleşti! Onun için, çok insan bunda aldandı ve Batıya hayran oldu. Böylece Batı'nın yazarlarına ve müsteşriklerine güvendi ve onların dediklerine ve batıl iddialarına kandı. Halbuki, Batı ilmin ve teknolojinin temelini müslümanlardan aldı. Fakat, müslümanlar içtihadı durdurduktan sonra onlarda tefekkür, araştırma ve inceleme de durdu. Bundan dolayı, ilmi ilerlemeyi durdurmuş oldular. Ondan sonra Batılılar gelip müslümanların ilmi icad ve keşiflerini öğrendiler, buna binaen ilmi araştırma yapıp "Sanayi Devrimi" gerçekleştirdiler. Leopolde Weiss; "Yolların Ayrılış Noktasında İslâm" adlı kitabında şöyle yazıyor: "Kalkınma ya da Batılı teknik ve ilmin dirilmesi; İslâm ve özellikle Arap kaynaklarına geniş şekilde dayanıyor. Bu da, Batı ile Doğu arasında kurulmuş maddi temasla gerçekleşmiştir."
Şu var ki, Batılılar dinlerinin esaslarını akıl yoluyla ispatlayamazlar. Çünkü onların inançları akla dayanmıyor. Ayrıca, İncillerinin kendilerine ulaşma yolu doğru değil. Onu sahih rivayetlerle ispatlayamazlar. Sadece, belli kişiler tarafından yazılmış birer kitaplar yoluyla kendilerine ulaştı. Halbuki, İslâm Akidesi, akla dayanıyor ve akıl yoluyla ispatlandı. Tek bir yaratıcının var olmasının gerekliliği akıl yoluyla ispatlandı ve Kur'an'ın Allah'ın Kelamı olduğu akıl yoluyla ispatlandı, buna binaen Muhammed (s.a.v)'in Peygamberliği akıl yoluyla ispatlandı. Böylece Allah'ın varlığı, Kur'an'ın O'nun Kelamı, Muhammed'in O'nun Peygamberi ve Rasûl'ü oluşu akıl yoluyla sabittir. Hz. Muhammed, Rasûl ve Peygamber olunca mâsun (masum) olur. Akıl bunu gerektirir. Çünkü, risaleti insanlara olduğu gibi ulaştıracak ve onlara onu açıklayacaktır. Onun için, Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
"Sana Kitabı indirdik ki insanlara indirileni açıklayasın." (Nahl:44)
Cevap: Hadis ve sünnet dışlanırsa ne olur?
SÜNNET VAHİYDİR
Evet Rasûlullah (s.a.v)'in sözleri, amelleri ve susması olan sünnet vahiydir. Ondan dolayı, Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
"İnmekte olan yıldıza and olsun ki arkadaşınız (Muhammed) hiç sapmadı ve azmadı, o hevesinden konuşmaz. O ancak vahydir ve kendisine vahy edilir, onu müthiş kuvvetli olan biri öğretti." (Necm:1-5)
Bu ayette "vahy" kelimesi geneldir, sadece Kur'an'la tahsis edilmedi. Her konuştuğu vahy olur. Rasûl'ün konuştuğu ise sadece Kur'an değil, Hadis-i Şerif'i de vardır. Onun için, "arkadaşınız Muhammed hiç sapmadı" dedi. Bu bir pekiştirmedir, Muhammed'in hiç sapmadığını gösterir. Ondan dolayı başka ayette şöyle buyurdu:
"De ki; ancak benim Rabbımdan bana vahy edilene uymaktayım." (A'raf:203)
O zaman Rasûl'ün ameli vahydir. Çünkü vahy'den başka şeye uymaz. Başka ayette:
"De ki; sizi ancak vahy ile uyarırım." (Enbiya:45)
Rasûl'ün uyarması vahy ile olur. Bütün uyarıları vahydendir. Kendisinden değildir. Uyarıları sadece ayetler değildir, hadisler de var. Orada çok uyarılar geçiyor. Böylece, Rasûl'ün sözü ve ameli vahy olur. Nitekim Rasûl'ün, vahye muhalif olana karşı susması düşünülemez. Bu halde susması da vahyden olur. Şu var ki; Allahû Teâlâ Rasûl'ün bütün getirdiğine uymamızı istedi ve bütün nehylerden vazgeçmemizi de istedi. Şöyle buyurdu:
"Rasûl size ne getirdiyse onu alın, size ne nehyettiyse onu bırakın." (Haşr:7)
Burada ifade geneldir. Sadece Kur'an'la tahsis edilmedi (özelleştirilmedi). O zaman sünneti de kapsıyor. Çünkü, Rasûl Kur'an'la beraber sünneti getirdi. Onun için Rasûl'e itaat olur. Allahû Teâlâ şöyle buyurdu:
"Kim Rasûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur." (Nisa:80)
Rasûl'e itaat, Allah'a itaat sayılırsa, Rasûl'ün sözü ve ameli Allah'tan bir vahy olur. Yoksa, Rasûl kendi hevesinden konuşursa veya hevesine ve aklına göre amel edecekse, ona itaat Allah'a itaat olarak sayılmayacaktır. Bunu pekiştiren başka ayet var:
"De ki; Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah sizi sevsin ve günahlarınızı affetsin." (Ali İmran:31)
Ayette geçen (Bana uyun), Rasûl'ün söz olsun, amel olsun bütün emirlerine uyun demektir.
Cevap: Hadis ve sünnet dışlanırsa ne olur?
Cevap: Hadis ve sünnet dışlanırsa ne olur?
kamilya,
Çok teşekkür ederim
devam edeceğiz inşaallah