-
İCTİHAT ve İCMA
İTİKAD NEDİR?
İtikad: AKADE kökünden türetilmiş ve "İMAN" kelimesiyle çoğu kez eşanlamlı kullanılmıştır. "Düğüm atmışcasına bağlanmak, birşeye gönülden inanmak, gönülden benimsemek" anlamına gelmektedir.
Sözlük anlamı bu şekilde olan itikad dini bir terim olarak:
a) Allah'ın inanılmasını istediği şeylere bağlanıp kalma,
b) Allah tarafından inanılması ve teslim olunması istenen şeylere bilerek inanma,
c) inanılması istenen esasları aklen ve kalben tasdik etme anlamlarında kullanılmıştır.
Ancak bu tanımlar İslam itikadı için geçerlik taşımaktadır. Halbuki islam dışında da inançlar vardır. O halde bütün bu inançları içine alacak mahiyette bir tanım yapmak gerekir:
İTİKAD: Kişinin Allah, insan, hayat ve kâinat hakkındaki anlayışlarım kapsayan, o-laylara bakış tarzını belirleyen düşüncesine denir.
Bu tanıma göre, İslamın iman esasları bir mü'minin itikadını oluşturduğu gibi, Mark-sizmin ve Kapitalizmin esasları da kendilerine inananların itikadını oluşturur.
İslam'da İtikad: Allah ile akıl sahibi kulu arasında, Allah'ın inanılmasını istediği hususlarda, inanılmasını istediği şekilde yapılan akidleşmedir. Bu akdin konusu, kesin olarak Allah'a teslimiyettir. Bu teslimiyeti ancak hür irade ve akıl sahibi kişiler göstereceği için, akidlerine sadakat gösterenler karşılıklarını mutlaka göreceklerdir.
Aynı zamanda bu teslimiyet yalnızca itikada, inanca ait olan teslimiyettir.
-
Cevap: İCTİHAT ve İCMA
İCTİHAD VE İCMA
Peygamber Efendimize (s.a.v.) vahiy gelir ve ümmetine tebliğ buyurur idi. Peygamberimizin vefatından sonra ise Kur’ân-ı Kerîm ile, Kur’ân-ı Kerîm’de açıklanmayan meseleler için ise Peygamberimizin sünnet-i seniyyesine uyarak amel edildi. Ashâb-ı Kirâm, bir meseleyi eğer Peygamberimizin sünneti ile de halledemezlerse re’y ve kıyas ile ictihad ederek amel ederlerdi.
İslâm çağlarının en hayırlısı sahabe zamanıdır. Onlar hep hidayet yıldızlarıdır. Ashâb-ı Kirâm, ilim ve hikmeti, ilim ve hikmet madeni olan Peygamberimizden almışlardı. Bu gibi incelikleri herkesten iyi bilirlerdi. Kur’ân-ı Kerîm’in tefsiri, onlardan öğrenildi. Bunca hadîs-i şerîfler, onlardan işitildi. Dînin hükümleri, onlardan alındı. Onlardan öğrendiğimiz dînin kâidelerini ele alıp da onların hareketlerini tenkid etmek bizim haddimiz mi?
Ashâb-ı güzînin ihtilâfları, hep içtihadlarındandı. Dünyâ maksatlarından değildi. Onların pâk ve nurlu kalbleri baş olma sevgisi ve siyasetten uzak idi. İctihadda ihtilaf etseler de hak ve doğruyu anladıklarında hemen doğruya teslim olur; ittifak ediverirlerdi.
İşte bu cihetle İslâm’ın ilk asrında bir ictihad kapısı açıldı. Gerek Ashâb-ı Kirâm, gerek diğer müctehidler bir meselede ittifak edince artık tereddüd ve şüpheye mahal kalmadı ve işte buna “İcmâ-ı ümmet” denildi.
Bir meselede ittifak edilerek icma da olmazsa içtihada salahiyetli âlimler içtihat ettiler. Her müctehid, kendi rey’i ile ictihad etti, insanlar da tâbi’ oldukları müctehidin içtihadı ile amel ettiler.
Peygamberimizin (s.a.v.) vefat buyurdukları gün halife kim olacağı hakkında hadîs-i şerîflerde ona dâir bir açıklık olmadığından Ashâb-ı Kirâm arasında fikir ihtilâfı oldu. Ashâb-ı Kirâm, İslâm milletinin fikirleri bir olarak hareket edip kuvvet kazanması için bir doğru yol aradılar.
Onların icmâı neticesinde de Peygamberimizin zaman-ı saadetinden sonra hilâfet adı ile bir emaret-i İslâmiyye (İslâm idâresi) teşekkül etti ki âlemde hiç bir vakit öyle üstün bir hükûmet teşkil olunmamıştır. (Kısas-ı Enbiyâ, A. Cevdet P.)