Öfke Hakkında Risale-i Nur
Öfke Hakkındaki Risale-i Nur
Sual: Ne için böyle ehemmiyetsiz insanların ehemmiyetsiz amelleri ve şahsî günahları, kâinatın hiddetini celbediyor?
Elcevap: Bazı Risalelerde ve sâbık işaretlerde isbat edildiği gibi: Küfür ve dalâlet, müdhiş bir tecavüzdür ve umum mevcudatı alâkadar edecek bir cinayettir. Çünki: Hilkat-ı kâinatın bir netice-i âzamı, ubûdiyet-i insaniyedir ve Rubûbiyet-i İlâhiyyeye karşı îman ve itaatle mukabeledir. Halbuki ehl-i küfür ve dalâlet ise, küfürdeki inkâriyle, mevcudatın ille-i gayeleri ve sebeb-i bekaları olan o netice-i âzamı reddettikleri için, umum mahlûkatın hukukuna bir nevi tecavüz olduğu gibi, umum masnuatın âyinelerinde cilveleri tezahür eden ve masnûatın kıymetlerini, âyinedarlık cihetinde âlî eden Esmâ-i İlâhiyenin cilvelerini inkâr ettikleri için, o Esmâ-i kudsiyeye karşı bir tezyif olduğu gibi, umum masnuatın kıymetini tenzil ile o masnuata karşı bir tahkir-i azîmdir. Hem umum mevcudatın herbiri birer vazife-i âliye ile muvazzaf birer memur-u Rabbanî derecesinde iken, küfür vasıtasiyle sukut ettirip, câmid, fâni, mânâsız bir mahlûk menzilesinde gösterdiğinden, umum mahlûkatın hukukuna karşı bir nevi tahkirdir.
İşte envâ-ı dalâlet derecatına göre az çok kâinatın yaradılmasındaki hikmet-i Rabbâniyeye ve dünyanın bekâsındaki makâsıd-ı Sübhaniyeye zarar verdiği için, ehl-i isyana ve ehl-i dalâlete karşı kâinat hiddete geliyor, mevcudat kızıyor, mahlûkat öfkeleniyor.
Ey cirmi ve cismi küçük ve cürmü ve zulmü büyük ve ayb ve zenbi azîm bîçare insan! Kâinatın hiddetinden, mahlûkatın nefretinden, mevcudatın öfkesinden kurtulmak istersen, işte kurtulmanın çaresi: Kur'an-ı Hakîm'in daire-i kudsiyesine girmektir ve Kur'anın mübelliği olan Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm'ın Sünnet-i Seniyyesine ittibadır. Gir ve tâbi ol![1]
[1] 13. Lem’a 11. İşaret
Cevap: Öfke Hakkında Risale-i Nur
''"Ehl-i dalâletin ölmesiyle, semâvât ve zemin, onların üstünde ağlamıyorlar." Ve mefhum-u muhâlif ile delâlet ediyor ki, "Ehl-i imânın dünyadan gitmesiyle, semâvât ve zemin onların üstünde ağlıyor." Yani, ehl-i dalâlet, mâdem semâvât ve arzın vazifelerini inkâr ediyor, mânâlarını bilmiyor, onların kıymetlerini ıskat ediyor, Sâni’lerini tanımıyor. Onlara karşı bir hakàret, bir adâvet ettiğinden, elbette semâvât ve zemin, onlara ağlamak değil, belki onlara nefrîn eder. Onların gebermesiyle memnun olurlar. Ve mefhum-u muhâlif ile der: "Semâvât ve arz ehl-i imânın ölmesiyle ağlarlar." Zîrâ ehl-i imân ise-çünkü-semâvât ve arzın vazifelerini bilir. Hakiki hakikatlerini tasdik ediyor. Ve onların ifade ettikleri mânâları imân ile anlıyor. "Ne kadar güzel yapılmışlar, ne kadar güzel hizmet ediyorlar" diyor ve onlara lâyık kıymeti veriyor ve ihtiram ediyor. Cenâb-ı Hak hesâbına onlara ve onlar ayna oldukları esmâya muhabbet ediyor. İşte bu sır içindir ki, semâvât ve zemin, ağlar gibi, ehl-i imânın zevâline mahzun oluyorlar.'' (SÖZLER)