Üstad Şeriat Devleti İster miydi?
31 Mart 1909’da Ermenilerin ve Rumların tertiplediği 31 Mart provakasyonu yaşanır. On beşe yakın alim provakasyon bahane edilerek şehit edilir. Bediüzzaman da tutuklanıp mahkemeye alınır. Hakim sorar:
“Sen de şeriat istemişsin.”
Bediüzzaman şöyle cevap verir:
“Şeriatın bir hakikatine bin canım olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat sebeb-i saadet, adaleti koruma ve fazilettir.”
Bediüzzaman Said-i nursi'nin idamı beklenirken beraat eder.
Cevap: Üstad Şeriat Devleti İster miydi?
Şeriat Üstad ve Devlet
Öncelikle şeriatı tanımlayalım. Kur'an'da, ikisi "Şeria(t)"formunda olmak üzere, "Ş-r-a" kökünden türetilmiş dört kelime yer alıyordu. Bu kullanımlardan yola çıkılarak yapılan şu tesbit önemli: "Buradaki istiarenin suyun kaynağına değil de,kaynağa giden yola yapılması calib-i dikkattir. Dinî bağlamda bunun anlamı şudur: Şeria(t),ed-dîn'den tarihin her hangi bir anında bir topluma, bir peygamber(vahiy/kitap) aracılığıyla açılan yoldur; yani Şeriat, 'din' değil 'tedeyyün'dür. Lugat anlamında Şeria(t); canlıları hayat kaynağı olan suya götürürken; dinî anlamda Şeria(t) insanları ilahi hakikate bağlamaktadır."
Bütün bunlardan sonra bir de Üstadın tanımına bakalım: ‘Şeriat,adalet-i mahz,sebeb-i saadet ve fazilettir’.Aslında açık olmak gerekirse şeriat kavramının ne ifade ettiği hala tartışma konusudur.İşin tarihi arka planına bakmadan evvel şeraitle birlikte,İslam’da devlet anlayışı, teokrasi gibi bazı kavramlara netlik kazandıralım.Yüce Allah ve onun Resulu(a.s.m) her şeyi hükme bağlamadı.Bu sebeple mezhepler ortaya çıktı ki bütün bunlar Peygamberimizin(a.s.m) ‘Ümmetimin ihtilafı rahmettir’ hadisinin bir çeşit ispatı da olmaktadır.İşte Allah’ın ve Resulu’nün her şeyi hükme bağlamamaları sadece şer’i kanunların dayanak noktası olamayacağını göstermektedir.Şeriat çıkış noktamızdır.Nitekim Üstad, Divan-ı Harp’te yaptığı savunmada şeriatın tanımıyla birlikte bu noktayı, ‘Ben talebeyim.O yüzden her şeyi mizan-ı Şeriatla muvaneze ediyorum’ diyerek belirtmiştir.Genel olarak İslam tarihine baktığımızda şeriat kavramını Osmanlılar gerçek manasıyla kullanılmıştır.Osmanlı siyasi ve hukuki düzeni söz konusu olunca, Türkiye’de, özellikle aydın-laik çevrelerle akademik dünyada teokrasiyle şeriat-din kavramları birbirine çoğunlukla kasıtlı ve bazen de büyük bir cehle karıştırılan kavramlardır.Osmanlı’nın şer-i ve örfi olmak üzere iki çeşit kanunu kullandığı bilinmektedir.Buna göre padişah yetkilerini bunlara göre kullanmak durumundadır.Padişah yapacağı her şeyin şer-i kanunlarla(ki bu şeyhülislam tarafından verilen fetvaları kapsar) örfi(yani hanedan üyelerinin tabi olduğu)kurallara uymasına dikkat etmektedir.Yalnız burada şunu da belirtmek gerekir ki her ne kadar şer-i ve örfi kanunlarla ve bunların kontrol makamları olan şeyhülislamlık ile şura sistemi mevcut ise de yine son söz padişahındır.Bütün bunlardan sonra bir de teokrasi kavramına bakalım.Teokrasi Batı dünyasına ait bir yönetim şeklidir.Teokrasinin temeli ruhbanlara dayanır.Yani karanlık Orta Çağ Avrupası ile bugün varolan İran İslam Cumhurtiyeti teokrasi rejiminin tipik örnekleridir.
İran teokrasi midir? Evet. Çünkü orada Mollalar diye tarif edilen ve güya ehil kimselerden oluşan bir yönetim kadrosu vardır.Her neyse.Bunları böylece belirttikten sonra devam edelim.
Şeriata dayanmayan bir yönetim kabul edilir mi?
Üstadın hayatına baktığımızda onun yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti -’nde,güya din adına yapılan ve devleti hedef alan başta Şeyh Said Ayaklanması olmak üzere sert metodlara dayanan hiçbir oluşumun içinde, doğrudan ya da dolaylı olarak yer almadığı görülür.Hatta ayaklanma öncesi kendisinden yardım talep eden Şeyh Said ve adamlarına sert çıkışmış,Müslüman kanı akacağını,bunun kabul edilemeyeceğini bildirmiştir.Bu isyanın neticesinde çıkarılan Takrir-i Sükun Yasası uyarınca talebeleriyle birlikte uzlathanesinden alınarak (1925 senesinden itibaren belki de kıyamete kadar sürecek şekilde oradan oraya) nehyedilmiştir.Bu zorlu süreçte hiçbir zaman isyanı aklının ucundan bile geçirmemiş müsbet hareket dairesinde hareket edilmesini istemiştir.
Burada şunu da belirtmek gerekir: Üstad hiçbir zaman İslam’ı devlet idaresinden ve gündelik yaşamdan ayrı değerlendirmemiştir. O ,1923 senesinde, yeni kurulacak devletle ilgili çalışmaların yapıldığı zamanda hakim kadroya,İslam’ı dikkate alarak, onun ter ü taze esaslarına bağlı kalınarak hareket edilmesi gerektiğini hatırlatmıştır.Bunun akabinde Atatürk’le arasında sert bir tartışma gerçekleşmiş,sonunda Atatürk ondan özür dilemek zorunda kalmıştır.Buna rağmen Üstad, defalarca şeriat devleti kuracak iddasıyla sürekli olarak baskı altında tutulmuştur.Ayrıca laiklik düşmanı olarak suçlanmıştır.Günümüzde de hala laikliğin gerçek manada ne olduğu konusu boşluktadır.İslam’da kesinlikle yeri ve uygulama alanı olmayan bu sistemin veya ideolojinin neden hararetle savunulduğu ise gerçekten ciddi anlamda pek çok soru işaretini beraberinde getirmektedir.Üstad bir savunmasında laikliği şöyle tarif etmiştir: ‘Laikliğin büsbütün dinsizlik olmadığını biliyoruz.Bana laikliği sorarsanız dinsizin dinsizliğine karışılmadığı gibi,dindarın da dindarlığına karışılmadığı bir hükümet telakki ederim’ diyerek laiklik hakkındaki düşüncelerini ifade etmiştir. Bundan sonra 23 Mart 1960 ‘taki vefatına kadar idarecileri hep bu konuda uyarmış, telkinde bulunmuştur. Merhum-cennet mekan-Adnan Menderes’e yazdığı mektuplarda Demokrat Parti iktidarını sürekli tuzaklara karşı uyarmış ve iktidarı İslam namına savunduğunu beyan etmiştir.
Bugün hem devlet hem toplum hem de birey olarak geldiğimiz nokta ortadır.Emniyet Müdürlüğü'nün verileri,çocuk pornosu haberleri,'yavaş yavaş delirdim,kimse farketmedi'diye not bırakıp intihar eden genç hanım ablanın içine düştüğü bezginlik,umutsuzluk ve çaresizlik,17 aylık bebeğe tecavüz edilmesi gibi haberlerle,yolsuzluk,hırsızlık ,kapkaçlık gibi suçların artması mevcut hukuk sisteminin yetersizliğini bize göstermektedir.Üstad hırsızlık yapmaya kalkışanın elinin kesileceğini hatırlayınca,kişinin bundan vazgeçeceğini savunmuştur.Gerçekten de her türlü bid'a ve hurafelerden arınmış sağlam bir iman kişiyi bütün kötülüklerden ve fenalıklardan koruyabilmektedir.Ancak bu görüşler daima irtica kavramı içinde değerlendirilmiş,bunlardan bahsedenler mürteci damgası yemiştir.
Kısaca Üstadın devlet ve şeriat hakkındaki görüşler bunlardır.Daha genel olarak Safa Mürsel ’in BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ VE DEVLET FELSEFESİ adlı eserine başvurulabilir. Zaten buradaki ifadelerin bazıları o kitaptan alıntıdır.
Cevap: Üstad Şeriat Devleti İster miydi?
“Şeriatın bir hakikatine bin canım olsa feda etmeye hazırım. Zira şeriat sebeb-i saadet, adaleti koruma ve fazilettir.”
Allah cc ebeden razı olsun ...Emeğine sağlık