-
Terbiye-i Diniye
GİT GİDE ARTAN ŞİDDET OLAYLARI KARŞISINDA ÇÖZÜM YOLU
TERBİYE-İ DİNİYE/DE OLMALI
GİRİŞ
Terbiye çok umumi ve küllî sahaya şamildir. Bütün varlıklar âlemi tek “Rabb-ül Âlemîn” tarafından terbiye ediliyor. Bu terbiyenin ehemmiyeti ve umumiyeti içindir ki, “Rabb-ül Âlemîn” tabiri Kur'anın birinci suresinde yer alır ve daha pek çok âyetlerde tekrar edilir.
Allah'ın (C.C.) terbiyesi dışında diğer bir terbiye ve tekâmül yolu yoktur. Zira geniş manasıyla terbiye; yaratılanın Yaratıcı tarafından hangi maksad ve gayeler için yaratılmışsa, mahlûkun o gayeye uygun vasıflara sahip kılınması, o tarzda çalıştırılması ve tedricen ona eriştirilmesidir.
O hikmet ve gayeleri bilen yalnız Allah olduğu gibi, o gayelere varmak için gerekli olan vesileleri de ancak O bilir.
İşte bunun içindir ki Allah, insanların ilerleme seviyelerine göre bu terbiye kaidelerini peygamberleri vasıtasıyla göndermiş ve bu kaidelere uyanları, bağlılıkları derecesinde terbiye etmiş, kâmil kılmıştır.
Başta peygamberler, asfiyalar ve veliler, bu İlahî terbiyenin mükemmel mazharlarıdırlar.
İlahî terbiyede taltif ve tecziye, iki mühim esastırlar. Yani Rabb-ül Âlemîn, terbiye kanunlarına bağlı kalanları; mükâfat, inayet ve ebedî saadet müjdesi ile kemalâta sevkettiği gibi; muhalefet edenlere de ceza, mahrumiyet ve Cehennem azabıyla tehdid ederek, kötülükten menederek terbiyelendirir.
Keza mü'minlere gelen musibetlerin bir hikmeti de, o kişinin terbiyesine bakar.
DİNİ TEDRİSATIN ELZEMİYETİ
Bediüzzaman Hazretleri eserlerinde, hakiki manada İslamî derslerin yaygın olarak verilmesi durumunda asayiş ve huzurun temin edileceğini; aksi halde cemiyette, anarşinin ve bugünlerde gasp, kapkaçcılık denilen hastalığın gide*rek dehşetlene*ceğini ısrarla beyan edip nazara vermiştir.
Gizli müfsid cereyanların sefahetlerle millî ahlakı bozmalarının neticesi olarak ortaya çıkan gasp, kapkaç ve anarşiye teslim-i silah edip mağlub olmak tehlikesine dikkat çeken Bediüzzaman Hazretleri şu ikazları bilhassa mesul durumundaki idarecilere beyan etmiştir.
Din tedrisatının bütün bütün yasak edildiği, Kur’an Kursları ve İmam Hatip Okulları önüne maniler konulduğu 1997 den (28 Şubat) sonra ortaya çıkacak devrelere yani 1946-1947 lerden 50 sene sonraki yıllara dikkat çeker ve der ki :
“Efendiler! Siz, ne için sebebsiz bizimle ve Risale-i Nur'la uğraşıyorsunuz!
Kat'iyyen size haber veriyorum ki:
Ben ve Risale-i Nur, sizinle değil mübareze, belki sizi düşünmek dahi vazifemizin haricindedir. Çünki Risale-i Nur ve hakikî şakirdleri, elli sene sonra gelen nesl-i âtîye gayet büyük bir hizmet ve onları büyük bir vartadan ve millet ve vatanı büyük bir tehlikeden kurtarmağa çalışıyorlar.
Şimdi bizimle uğraşanlar, o zaman kabirde elbette toprak oluyorlar. Farz-ı muhal olarak o saadet ve selâmet hizmeti bir mübareze olsa da, kabirde toprak olmağa yüz tutanları alâkadar etmemek gerektir.
Evet hürriyetçilerin ahlâk-ı içtimaiyede ve dinde ve seciye-i milliyede bir derece lâübalilik göstermeleriyle, yirmi-otuz sene sonra dince, ahlâkça, namusça şimdiki vaziyeti gösterdiği cihetinden; şimdiki vaziyette de, elli sene sonra bu dindar, namuskâr, kahraman seciyeli milletin nesl-i âtîsi, seciye-i diniye ve ahlâk-ı içtimaiye cihetinde, ne şekle girecek elbette anlıyorsunuz.
Bin seneden beri bu fedakâr millet, bütün ruh u canıyla Kur'anın hizmetinde emsalsiz kahramanlık gösterdikleri halde, elli sene sonra o parlak mazisini dehşetli lekedar belki mahvedecek bir kısım nesl-i âtînin eline elbette Risale-i Nur gibi bir hakikatı verip, o dehşetli sukuttan kurtarmak en büyük bir vazife-i milliye ve vataniye bildiğimizden; bu zamanın insanlarını değil, o zamanın insanlarını düşünüyoruz.
Evet efendiler! Gerçi Risale-i Nur sırf âhirete bakar; gayesi rıza-yı İlahî ve imanı kurtarmak ve şakirdlerinin ise, kendilerini ve vatandaşlarını i'dam-ı ebedîden ve ebedî haps-i münferidden kurtarmaya çalışmaktır.
Fakat dünyaya ait ikinci derecede gayet ehemmiyetli bir hizmettir ve bu millet ve vatanı anarşilik tehlikesinden ve nesl-i âtînin bîçareler kısmını dalalet-i mutlakadan kurtarmaktır.
Çünki bir müslüman başkasına benzemez. Dini terkedip İslâmiyet seciyesinden çıkan bir müslim; dalalet-i mutlakaya düşer, anarşist olur, daha idare edilmez.
Evet eski terbiye-i İslâmiyeyi alanların yüzde ellisi meydanda varken ve an'anat-ı milliye ve İslâmiyeye karşı yüzde elli lâkaydlık gösterildiği halde; elli sene sonra, yüzde doksanı nefs-i emmareye tâbi' olup millet ve vatanı anarşiliğe sevketmek ihtimalinin düşünülmesi ve o belaya karşı bir çare taharrisi, yirmi sene evvel beni siyasetten ve bu asırdaki insanlarla uğraşmaktan kat'iyyen men'ettiği gibi; Risale-i Nur'u, hem şakirdlerini, bu zamana karşı alâkalarını kesmiş; hiç onlarla ne mübareze, ne meşguliyet yok.” (Emirdağ Lahikası sh: 21)
Bediüzzaman Hazretleri, 1908 ll. Meşrutiyet’ten sonra idarede hakim olan İttihad Terakki Fırkasının (Hürriyetçilerin) biraz Batılılaşma duygusuyla dini ve milli hissiyatta gevşeklik göstermeleri sonucunun yirmi otuz sene sonra ortaya çıktığını beyan eder.
İttihadçılardan sonra idareye hakim olan Halk Partisinin (Halkçıların), dinde ve milli duygularda gevşeklik değil, din tedrisatını tamamen kaldırmaya çalıştıkları, hatta bir çeyrek asır Avrupa'dan daha çok dinden uzak oldukları bilinen bir gerçektir.
1950 den sonra Üstadın “Ahrarlar” diye tavsif ettiği Demokratlar her ne kadar din tedrisatını proğramlarına almış, İmam Hatip Okulları ve Kur’an Kurslarının kısmen açılmasına müsadekâr davranmışlarsa da, din eğitimi hem sınırlı kalmış, hem de inkıtalara uğramıştır.
Halbuki Bediüzzaman Hazretleri din tedrisatının, Şeair-i İslamiyenin önde gelenlerinden olduğunu beyan etmiştir. Demokratlardan bu milletin evlatlarına bütün okullarda dini bilgilerle beraber Risale-i Nur’un derslerinin verilmesini ısrarla istemiştir.
Aksi takdirde “Din terbiyesi olmasa, Müslümanlarda istibdad-ı mutlak ve rüşvet-i mutlakadan başka çare olamaz. Çünkü nasıl bir Müslüman, şimdiye kadar hakikî Yahudi ve Nasrani olmaz belki dinsiz olur, bütün bütün bozulur. Öyle de bir Müslüman, Bolşevik olamaz. Belki anarşist olur, daha istibdad-ı mutlaktan başka idare edilmez.” (Şualar sh: 516)
HAPİSHANELERDE RİSALE-İ NUR ESERLERİ OKUTULMALI
Bir memleketin nazara alınacak en mühim yerlerinden biri de hapishaneleridir. Yani hapishanelerin ıslahhane haline getirilmesi gerekir. Maalesef çok ciddi gaflet içinde bulunuluyor. Hapishanelerde 60 bin mahpus bulunduğu söyleniyor. İşte bunların en mühim ihtiyaçları olan manevi dersler, devletin desteği ve teşvikiyle verilmelidir. Bu dersler de hakiki Kur’an tefsiri olan Risale-i Nurlarla olmalıdır.
Bu asrın rehberi, mürşidi, müceddidi Bediüzzaman Hazretleri der ki:
“Risale-i Nur'daki hakikî teselliye mahpuslar çok muhtaçtırlar. Hususan gençlik darbesini yeyip, taze ve şirin ömrünü hapiste geçirenlerin, Nurlara ekmek kadar ihtiyaçları var.”
Bediüzzaman Hazretlerinin hasbel-kader hapishaneye girenlere bir tavsiyesi de şöyledir:
“Evet bir genç, hapiste yirmidört saat her günkü ömründen tek bir saatini beş farz namazına sarfetse ve ekser günahlardan hapis mâni olduğu gibi o musibete sebebiyet veren hatadan dahi tövbe edip sair zararlı, elemli günahlardan çekilse hem hayatına, hem istikbaline, hem vatanına, hem milletine, hem akrabasına büyük faidesi olması gibi o on-onbeş senelik fâni gençlikle ebedî parlak bir gençliği kazanacağını, başta Kur'an-ı Mu'ciz-ül Beyan, bütün Kütüb ve Suhuf-u Semaviye kat'î haber verip müjde ediyor.
Evet o şirin, güzel gençlik nimetine istikametle, taatle şükretse hem ziyadeleşir, hem bâkileşir, hem lezzetlenir. Yoksa hem belalı olur, hem elemli, gamlı, kâbuslu olur, gider. Hem akrabasına, hem vatanına, hem milletine muzır bir serseri hükmüne geçirmeğe sebebiyet verir.
Eğer mahpus, zulmen mahkûm olmuş ise, farz namazını kılmak şartıyla, herbir saati, bir gün ibadet hükmünde olduğu gibi, o hapis onun hakkında bir çilehane-i uzlet olup eski zamanda mağaralara girerek ibadet eden münzevi sâlihlerden sayılabilirler.
Eğer fakir veya ihtiyar veya hasta ve iman hakikatlarına müştak ise; farzını yapmak ve tövbe etmek şartıyla herbir saatleri dahi yirmişer saat ibadet olup hapis ona bir istirahathane ve merhametkârane ona bakan dostlar için bir muhabbethane, bir terbiyehane, bir dershane hükmüne geçer.
O hapiste durmakla haricindeki müşevveş, her tarafta günahların hücumuna maruz serbestiyetten daha ziyade hoşlanabilir. Hapisten tam terbiye alır. Çıktığı zaman bir katil, bir müntakim olarak değil, belki tövbekâr, tecrübeli, terbiyeli, millete menfaatli bir adam çıkar.
Hattâ Denizli hapsindeki zâtların az bir zamanda Nurlardan fevkalâde hüsn-ü ahlâk dersini alanlarını gören bazı alâkadar zâtlar demişler ki:
“Terbiye için onbeş sene hapse atmaktansa, onbeş hafta Risale-i Nur dersini alsalar, daha ziyade onları ıslah eder.” (Şualar sh: 480)
“Evet eserler tesirlidir. Fakat millet ve vatanın tam menfaatine ve hiçbir zarar dokundurmadan yüzbin adama kuvvetli iman-ı tahkikî dersi vermekle, saadet ve hayat-ı ebediyelerine tam hizmette tesirlidir.
Denizli hapishanesinde, kısmen ağır ceza ile mahkûm yüzler adam, yalnız Meyve Risalesi'yle gayet uslu ve mütedeyyin suretine girmeleri; hattâ iki-üç adamı öldürenler, onun dersiyle daha tahta bitini de öldürmekten çekinmeleri ve o hapishane müdürünün ikrarıyla, hapishanenin bir terbiye medresesi hükmünü alması, bu müddeaya reddedilmez bir seneddir, bir hüccettir.” (Emirdağ Lahikası-l sh: 18)
“Bediüzzaman dinî tedrisat taraftarıdır. Risale-i Nur adı verdiği dinî tedrisat sayesinde mahkûmların onbeş haftada ıslah olacaklarını (ki, Denizli ve Afyon hapishaneleri; adliyenin, gardiyan ve müdürlerin şehadetiyle sabittir) söylemektedir. Bediüzzaman, cazibedar bir fitneye esir olan gençlerin din hakikatlarıyla ve Nur'un imanî dersleriyle kurtulacaklarına kani'dir.” (Emirdağ Lahikası-ll sh: 137)
SERSERİLİKTEN KURTULMAK
Serserilikten kurtulmak çareleri olarak ortaya konulan ve dinde gösterilen şartların yaşanmasıyla geliştirilmesi gereken beş esas, kısaca şöyle bildirilir:
“Bu vatanın ve bu milletin hayat-ı içtimaiyesi bu acib zamanda anarşilikten kurtulmak için beş esas lâzım ve zarurîdir:
Hürmet, merhamet, haramdan çekinmek, emniyet, serseriliği bırakıp itaat etmektir.
Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyeye baktığı zaman, bu beş esası kuvvetli ve kudsî bir surette tesbit ve tahkim ederek, asayişin temel taşını muhafaza ettiğine delil ise; bu yirmi sene zarfında Risale-i Nur'un, yüzbin adamı vatan ve millete zararsız birer uzv-u nâfi' haline getirmesidir.” (Şualar sh: 349)
Gençlik Rehber eserinde şöyle deniliyor:
“Risale-i Nur'u sadakat ve devamla okuyan hakikî bir Nur talebesi; ahlâken düşük insanlar arasında kalsa da, ahlâkını bozmadan onlardan uzaklaşıp kendini kurtarıyor.
Hem ahlâk ve terbiyesini yükseltmek için nefis mücadelesine girişiyor. Risale-i Nur'dan aldığı malûmat ve imanî kuvvetle muvaffak oluyor. Hem kendini o bozuk cem'iyete ve kimselere kaptırmıyor; bilakis Risale-i Nur'u neşrederek imanî esasların zayıflaması neticesi olarak bozulan o cem'iyeti ikna' ve ıslah etmek cehdine sahib oluyor. İçtimaî yüksek esaslarla mücehhez bir ıslahatçı gibi, gaye ve prensibinde terakkiler kaydediyor. Davasını yürütmekte ve yerleştirmekte âdeta zaferden zafere koşmaya başlıyor.
Evet arkadaşlar! Bugün içtimaî derd ve yaralarımızı halledip tedavi edecek en esaslı ve en tesirli faktör ve nizamı hâvi olan bir hakikat kaynağı vardır. O da Risale-i Nur'dur.” (Gençlik Rehberi sh: 266)
GENÇLİĞİN İSLÂMLA TERBİYESİ
“Bir gün yanıma parlak birkaç genç geldiler. Hayat ve gençlik ve hevesat cihetinden gelen tehlikelerden sakınmak için tesirli bir ihtar almak isteyen bu gençlere, ben de eskiden Risale-i Nur'dan meded isteyen gençlere dediğim gibi dedim ki:
Sizdeki gençlik kat'iyyen gidecek. Eğer siz daire-i meşruada kalmazsanız, o gençlik zayi' olup başınıza hem dünyada, hem kabirde, hem âhirette kendi lezzetinden çok ziyade belalar ve elemler getirecek.
Eğer terbiye-i İslâmiye ile o gençlik nimetine karşı bir şükür olarak iffet ve namusluluk ve taatte sarfetseniz, o gençlik manen bâki kalacak ve ebedî bir gençlik kazanmasına sebeb olacak.” (Sözler sh: 145)
Risale-i Nurdan faydalanan bir genç de şöyle diyor:
“Evet, ben de birçok Nur talebeleri gibi hakikî Türklüğe ve İslâmiyete yaraşan ve tarihî bir şeref ve faziletimiz olan terbiye-i medeniye-i diniyeyi ve millî bir şiar olan ahlâk-ı Kur’aniyeyi öğrenerek vatan ve millete faideli bir uzuv olmak ve yabancı ideolojilerin tesiratından korunarak din ve imanımı muhafaza ve öğrenmek kasdıyla Nur Risalelerini tedarik ederek okumağa başladım.” (Ş: 568)
BATI MEDENİYETİNİN TERBİYE SİSTEMİ
Bu mimsiz medeniyetin verdiği terbiyenin, hem aile hayatında, hem yeni yetişen çocuklarda, hem de gençlerde ve kadınlarda maalesef çok menfice tesirleri görülmektedir. İşte bu duruma Bediüzzaman Hazretleri şöyle temas eder:
“Şimdi ise terbiye-i İslâmiye yerine mimsiz medeniyet terbiyesi yüzünden, ondan belki yirmiden belki kırktan bir çocuk, ancak peder ve validesinin çok ehemmiyetli hizmet ve şefkatlerine mukabil mezkûr vaziyet-i ferzendaneyi gösterir." (K: 253)
“Risale-i Nur'un fıtraten ve zamanın vaziyetine göre talebesi olacak, başta masum çocuklardır.
Çünki bir çocuk küçüklüğünde kuvvetli bir ders-i imanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkil bir tarzda İslâmiyet ve imanın erkânlarını ruhuna alabilir.
Âdeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabani düşer. Bilhassa peder ve vâlidesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder ve vâlidesine hürmet yerinde istiskal edip çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi bela olur.
Âhirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı olur. Neden imanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız?" (Emirdağ Lahikası sh: 41)
KASITLI BİR İTİRAZA VERİLEN CEVAB:
“Eğer Gençlik Rehberi'nin intişarıyla dinî terbiyeyi ders veriyor, bu ise lâikliğe aykırıdır diye ittiham olunuyorsa, o halde lâikliğin manası nedir? Biz de soruyoruz.
Lâiklik İslâmiyet düşmanlığı mıdır?
Lâiklik, dinsizlik midir?
Lâiklik, dinsizliği kendilerine bir din ittihaz edenlerin dine taarruz hürriyeti midir?
Lâiklik, din hakikatlarını beyan edenlerin, imanî dersleri neşredenlerin ağızlarına kilit, ellerine kelepçe vuran bir istibdad-ı mutlak düsturu mudur?
Lâiklik, bir vicdan ve fikir hürriyeti olduğuna göre, dinsizler ve din düşmanları, İslâmiyet aleyhinde her çeşit hücumları, taarruzları yapar, anarşik fikirlerini o hürriyet-i vicdan ve fikir bahanesiyle neşreder de;
Fakat bir İslâm âlimi o hürriyet-i fikir düsturuna istinaden bin yıldan beri İslâmiyet'in serdarı olmuş bir millet içinde ve o milletin bin yıllık an'anesine, kanunlarına ittiba' ederek ve yine o milletin saadeti uğrunda, ahlâk ve namusun muhafazası yolunda dinî bir ders beyan etmesi lâikliğe aykırıdır diye suçlu gösterilir, devletin nizamlarını dinî inançlara uydurmak istiyor diye mahkur gösterilir.” (Em: 138)
NETİCE
Risale-i Nur Eserlerinden bu kısa parçalarda terbiyenin ehemmiyeti üzerine dikkat çekilmiştir. Zira taleb edilen şeyin fiilî duası yapılmadan neticeyi istemek, hikmet-i İlahiyeye bir nevi isyan sayıldığından, istenen neticenin fiilî duası ise; ciddi ve hassas bir aile terbiyesi ve gayretidir.
Sebeb-müsebbeb âlemi olarak tanzim edilmiş olan bu dünya hayatında, sebebler durdukça neticeler de devam eder. O halde serserliğin sebebleri gereği gibi bilinip onlar kaldırılmalı ve umumî huzurun sebebleri de icraata konulmalıdır. Aksi halde ciddî bir ıslahat olamaz. Bu ıslahatı yapabilmek için, büyük kuvvet gerekiyor. Çünkü anarşinin, serserliğin mesleği olan tahrib kolay olduğundan az kişi çok tahribat yapabilir. O halde dünyadaki sulh-u umumî tarafdarı olan kuvvetler samimî olarak bu ana hedefte birleşmelidirler.