Üstadım'ın, Benim Suçum Dediği Şey...
Üstadımız: Benim suçum hizmeti Kur'aniyemi maddi manevi terakkiyatıma kemalatıma
alet yapmakmış diyerek adeta kendisini kınıyor.
Üstadın bu söz ve yaklaşımını nasıl anlamalıyız.
Bu kur'an ve sünnet açısından bir mümin için çok önemli bir düşünce tarzıdır.
bir telakkidir.kendi ile yüzleşme mevzuunda önemli bir husutur bunu keşfeden
insan zannediyorum farklı hadiselere maruz kalsada herşeyi evirir çevirir bunun
üzerinde yorumlar. Kendi ülkende sen bir sürgüne maruz kalabilirsin,tecrid edilebilirsin
hapishanelerde sana yer hazırlanabilir, mahkeme mahkeme dolaştırılabilirsin
vatandaşlık haklarından mahrum edilebilirsin,vicdan hürriyeti adına preslenirsin
ezilebilirsin. O mülahaza içinde bu durumların hepsine birer cevap bulabilirsin
Böyle kendinle yüzleşipte nefsinle hesaplaşıpta bu türlü problemlere kendin
cevap üretince çevreni suçlamassın başkaları ile kavga etmessin.
Kadere taş atmassın, içinden dahi olsa bir iç mülahaza bir kelamı nefsi iç konuşma
böyle,neyim varki benim başıma bunlar geliyor demessin
çünkü iman rükünlerinden hangisi olursa olsun o sorgulanınca hafizan Allah
imanın o noktasında bi gedik açmış olursun,imanın bir yanını yıkmış olursun
Bir insan esas suçluyacağı sorguluyacağı şeyi bulamassa kendi içinde o başka
yerlere taş atar.kaderi tenkit eder.Neden bu tenkitini tevcih edeceği yeri bulamamış,
esas o önemli bir mesele
İşte Hz Bediüzzaman o noktaya dikkatlarımızı çekiyor.
Neyin üzerinde duracağız,
başıma bir gaile geldi
Kuran diyorki: sana bir hasene geldiği zaman
bir iyilik bir güzellik isabet ettiği zaman o Allah tandır.
Ama başına gelen bir gaile bi musibet bir bela o senin kendindendir.diyor.
Efendimiz sav buyuruyorki:
Ayağına bi diken batsa veya,
sıkılsan, terlesen, maksadını ifade ederken sürçü lisana maruz kalsan,
bir meseleyi tam ifade edemesen,
bunlar senin günahlarını götürür,
bir hatandan dolayıdır bunlar.
şimdi insan her başına gelen şeyi bir hatasına bir yanlışına verirse,
iki şey var burada
bir kaderi tenkit etmez,nefsiyle yüzleşir
ikinciside
o hatalarını düzeltme imkanı olur.
insan hatasını görmüyorsa hiç hatasını düzeltmez hep öyle gider
hep hatalarını sevap gibi görür,
HZ Bediüzzaman Burada
Kamil bir insan olarak
başına onca şey gelmiş
kendi sözü içinde
28 senedeir çekmediğim eza görmediğim cefa kalmadı
divanı harplerde bir cani gibi muamele gördüm
bir serseri gibi memleket memleket sürgüne gönderildim
şimdi bu evsaflardan hiçbiri onun
semti nasutiyetine sokulamaz
aylarca ihtilattan men edildim
zaman geldiki hayattan ziyade ölümü tercih ettim
hatta bi yerde hiçbirimizin demeye cesaret edemeyeceği bi şeyi söylüyor
eğer dinim beni intihardan men etmeseydi
bugün said topraklar altında çürüyüp gitmişti diyor
dini bir hata değil.ama demek orada önemli bir mesele
din intihardan menediyor
demek öyle tahammül fersa şeylere maruz kalıyorki kış gününde
penceresi açık kokudan içeriye girilmeyen bir helada tecrit ediliyor
birinin hizmet etmesine imkan verilmiyor
hapishaneye koyuyorlar bir ceza,ceza bir olur.
19 defa zehirliyorlar.
üst üste cezalar bunlar,konuşmayı men ediyorlar
bütün bunlara bakıyor hepsi bunlar
başıboş serseri hadiseler rastlantının çocukları değil
bizim gafilane ifadelerimizle tesadüflerin doğurduğu şeyler değil
kendi ifadesi ile bunlar tevafukların nesebi sahih
veledleridir.
Mutlaka bi şeye dayanıyor bunlar oda diyorki:
ben şimdi 40 seneden beri cevabını bulamadığım bi şeyin cevabını buldum
der gibi seviniyor diyor
benim maddi manevi dine imana kurana hizmetimi
maddi manevi terakkime alet etmekliğimmiş.
yani bir insan kurana hizmet ederken demek
kafasını dünyevi uhrevi her türlü mülahazadan tecrit etmesi lazım.
biz sadece Allahımızı isteriz.
Efendimiz sav e yakın olmayı isteriz.
çünkü sahibi şeriat bizi o hususların ikisindede mazur görmüş veya teşvik etmiş
ve aynı zamanda tasvibde buyurmuş onu.
mesela Allahım kendini bize sevdir.
seni sevmeye vesile olanlarıda sevdir sevdiklerinide sevdir
hamdi yazır çok usturuplu bir ifade ile mukaddimesinde bahseder bunu.
2 mesele
Bediüzzaman öylemiydi
Ben öyle olacağına hiç ihtimal vermiyorum
Çünki çok nezih doğmuş
5-6 yaşında iken bizim 40-50 yaşında idrak edeceğimiz şeylerin
Ötesinde şeyler idrak etmiş
Çok erken dönemde aklı başında basireti yerinde insanlar
Tarafından keşfedilmiş
Van da valinin yanında kaldığı dönemde ,genç bir delikanlı
Fakat bakıyorsunuz ordada yine bir fikir abidesi
Bir muhakeme abidesi
Ve bunların yanında aynı zamanda bir iffet abidesi
Genç hareketli dinamik bir insan
Fakat öyle bir iffet ağabeydesiki
Diyorki ben onun evinde şu kadar zaman kaldım
İki tane kızı vardı işin doğrusu onları tanıyamadım diyor.
Yani mükemmellik dünyaya gelirken numarasına durubuna uygun ona
Giydirilmiş bir şey.aşkın bir insan,sadece dine imana hizmet etmek için gelmiş.
Baştan böyle hazırlanmış Peygamber varisi bir insan
Bu çağda onu temsil eden o ruhu seslendiren bir insan.
Onun en büyük hadimlerinden,en vefakar dostlarından bu çağda gelmiş bir
İnsan olarak donanımında bir eksikliğin olması düşünülemez.
Dolayısıylede öyle bir insan dünyaya ait bazı şeyleri ahrete tercih edemez.
Kella bel tuhibbunel acile tokadını yemek istemez o.
Fakat zannediyorum kendi ufku açısından tabiatında okuduğu bazı şeyleri
Gelişme imkanı bulamamış bir beşer olarak mahiyetinde mündemiç bulunduğu halde
Fakat inkişaf etme imkanını bulamamış.
Onun iradesinin hakkını vererek baskı altına aldığı
Böyle görünme hissi peşin zevkini alma hissi füyuzat hislerinden istifade etme
Hissi o duygular içinde mündemiç,görmüş onları
Fakat daha ilk merhalede tahayyül merhalesinde
Tasavvur merhalesinde onların ipini çekmiş
Haklarından gelmiş Allahın izni ile
Ama duymuş onları.onların var olduğunu duymuş
Ayrı bir mesele bu.
Herkes için sözkonusudur.
Öyle ise o zat niye bunu diyor yani
Efendimiz niye “illa en yetegammedeniyallahi
Birahmetin min hüve fadlün” buyuruyor.
“Evet bende amelimle cennete giremem” diyor.
Bize bir ders veriyor.kimse ameline güvenmesin
O gururdur diyor.biz cennete girersek Allahın lütfu ile gireriz.
O zatta bu iman ve hizmetinde değil dünyevi bazı şeylere basamak yapmak
Mesela ben dindar görüneyim bana teveccüh olsun nazarlar bana
Yönelsin iştihar edeyim hayatı dünyeviyede bir makam kapayım
Bir mansıp elde edeyim bir rampa gibi kabul edeyim
Onunla yükseklere fırlıyayım yükseklerde uçmamı ona
Bağlayayım gibi mülahazalara karşı ikaz ediyor bizi
Böyle dünyevi şeylere onlar basamak yapılmadığı gibi
Uhrevi şeylerede basamak yapılmaması lazım.
Kulluğumuzu şahı geylani olmak için kullanmamalıyız
Hasan şazeli olmak için kullanmamalıyız
Cevap: Üstadım'ın, Benim Suçum Dediği Şey...
Sonra, ben, cemiyetin îman selâmeti yolunda âhiretimi de fedâ ettim. Gözümde ne Cennet sevdâsı var, ne Cehennem korkusu."
Hayatımda,hususan bu hizmet-i imaniye içinde bulunduğum dönemlerde dikkatimi en çok celbeden,kahraman insanların,tarihe isim yapmış şahısların "fedakarlık ve cesaret" hasletleri olmuştur.Bunun için hep şunu dile getiririm bu nevi söyleşilerde;Kahramanlık fedakarlık ister,fedakarlık ta cesaret ister.Yani,kahramanlık ve fedakarlık birbiriyle doğru orantılı,girift bir durumdadır.Peygamberimiz adetlerinde mutaassıp,vahşi bir kavim içerisinde bu derece muvaffak olması bana göre cesaret ve fedakarlığının daha ziyade ön planda olmasıyladır.Bu hususta kendisini savunduğu fikirlerden alıkoymak için yapılan engellemelere güneş ve ayı hali hazırda ellerine koyabilecek bir düşüncede olsalar,altından dağlar yığsalar vazgeçmeyecek kadar cesurdu.Bununla birlikte kendi rahat ve huzurunu düşünemeyecek kadar da fedakardı.
Zamanımız birçok noktada asr-ı saadete çok benziyor.İman,ateşten gömlek.Giymek çok zor.Tutmak çok zor.
Fedakarlardan olmak duasıyla...
"İslam, bugün öyle mücahidler ister ki, dünyasını değil, ahiretini dahi feda etmeye hazır olacak."
Cevap: Üstadım'ın, Benim Suçum Dediği Şey...
Bu zamanda en büyük bir ihsan, bir vazife, imanını kurtarmaktır, başkaların imanına kuvvet verecek bir surette çalışmaktır. Sakın, benlik ve gurura medar şeylerden çekin. Tevazu, mahviyet ve terk-i enaniyet, bu zamanda ehl-i hakikate lazım ve elzemdir. Çünkü, bu asırda en büyük tehlike benlikten ve hodfuruşluktan ileri geldiğinden, ehl-i hak ve hakikat, mahviyetkarane daima kusurunu görmek ve nefsini itham etmek gerektir."
***
"İKİNCİ NOKTA: Şeytanın mühim bir desisesi, insana kusurunu itiraf ettirmemektir-tâ ki istiğfar ve istiâze yolunu kapasın. Hem nefs-i insaniyenin enâniyetini tahrik edip, tâ ki nefis kendini avukat gibi müdafaa etsin, adeta taksirattan takdis etsin.
Evet, şeytanı dinleyen bir nefis, kusurunu görmek istemez. Görse de, yüz tevil ile tevil ettirir. http://www.risaleinurenstitusu.com/t.../lema/b576.gif sırrıyla, nefsine nazar-ı rıza ile baktığı için, ayıbını görmez. Ayıbını görmediği için itiraf etmez, istiğfar etmez, istiâze etmez, şeytana maskara olur. Hazret-i Yusuf Aleyhisselâm gibi bir peygamber-i âlîşan http://www.risaleinurenstitusu.com/t.../lema/b577.gif dediği halde, nasıl nefse itimad edilebilir?
Nefsini itham eden, kusurunu görür. Kusurunu itiraf eden, istiğfar eder. İstiğfar eden, istiâze eder. İstiâze eden, şeytanın şerrinden kurtulur. Kusurunu görmemek, o kusurdan daha büyük bir kusurdur. Ve kusurunu itiraf etmemek, büyük bir noksanlıktır. Ve kusurunu görse, o kusur kusurluktan çıkar. İtiraf etse, affa müstehak olur.
ÜÇÜNCÜ NOKTA: İnsanın hayat-ı içtimaiyesini ifsad eden bir desise-i şeytaniye şudur ki: Bir mü’minin birtek seyyiesiyle bütün hasenâtını örter. Şeytanın bu desisesini dinleyen insafsızlar, o mü’mine adâvet ederler.
Halbuki, Cenâb-ı Hak, haşirde adalet-i mutlaka ile mizan-ı ekberinde a’mâl-i mükellefîni tarttığı zaman, hasenâtı seyyiâta galibiyeti-mağlûbiyeti noktasında hükmeyler. Hem seyyiâtın esbabı çok ve vücutları kolay olduğundan, bazan birtek hasene ile çok seyyiâtını örter. Demek, bu dünyada o adalet-i İlâhiye noktasında muamele gerektir.
"
"Ve daima nefsini itham etmektir. Ve kusurdan, acz ve fakrdan başka nefsin eline vermemektir. ""
***
DÖRDÜNCÜ DÜSTURUN(m)UZ
Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir.
Ehl-i tasavvufun mâbeyninde fenâ fi’ş-şeyh, fenâ fi’r-resul ıstılahatı var. Ben sufî değilim. Fakat onların bu düsturu, bizim meslekte fenâ fi’l-ihvân suretinde güzel bir düsturdur. Kardeşler arasında buna tefânî denilir. Yani, birbirinde fâni olmaktır. Yani, kendi hissiyat-ı nefsaniyesini unutup, kardeşlerinin meziyat ve hissiyatıyla fikren yaşamaktır.
Zaten mesleğimizin esası uhuvvettir. Peder ile evlât, şeyh ile mürid mâbeynindeki vasıta değildir. Belki hakikî kardeşlik vasıtalarıdır. Olsa olsa bir üstadlık ortaya girer. Mesleğimiz halîliye olduğu için, meşrebimiz hıllettir. Hıllet ise, en yakın dost ve en fedakâr arkadaş ve en güzel takdir edici yoldaş ve en civanmert kardeş olmak iktiza eder. Bu hılletin üssü’l-esası, samimî ihlâstır.
Samimî ihlâsı kıran adam, bu hılletin gayet yüksek kulesinin başından sukut eder. Gayet derin bir çukura düşmek ihtimali var; ortada tutunacak yer bulamaz.
Evet, yol iki görünüyor. Cadde-i kübrâ-i Kur’âniye olan şu mesleğimizden şimdi ayrılanlar, bize düşman olan dinsizlik kuvvetine bilmeyerek yardım etmek ihtimali var. İnşaallah, Risale-i Nur yoluyla Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın daire-i kudsiyesine girenler, daima nura, ihlâsa, imana kuvvet verecekler ve öyle çukurlara sukut etmeyeceklerdir.
"...Bu derunî hisler ve ilhamlar beni hayretler içinde bırakıyordu. Herkesin hoşlandığı mânevî makamatı ve uhrevî saadetleri a’mâl-i saliha ile kazanmak ve bu yola müteveccih olmak hem meşru hakkı olduğu, hem de hiç kimseye hiçbir zararı bulunmadığı halde ben ruhen ve kalben men ediliyordum. Rıza-yı İlâhîden başka fıtrî vazife-i ilmiyenin sevkiyle, yalnız ve yalnız imana hizmet hususu bana gösterildi. Çünkü şimdi bu zamanda hiçbir şeye âlet ve tâbi olmayan ve her gayenin fevkinde olan hakaik-i imaniyeyi fıtrî ubudiyetle, bilmeyenlere ve bilmek ihtiyacında olanlara tesirli bir surette bildirmek; bu keşmekeş dünyasında imanı kurtaracak ve muannidlere kat’î kanaat verecek bir tarzda, yani hiçbir şeye âlet olmayacak bir tarzda, bir Kur’ân dersi vermek lâzımdır ki, küfr-ü mutlakı ve mütemerrid ve inatçı dalâleti kırsın, herkese kat’î kanaat verebilsin. Bu kanaat de bu zamanda, bu şerait dahilinde, dinin hiçbir şahsî, uhrevî ve dünyevî, maddî ve mânevî bir şeye âlet edilmediğini bilmekle husule gelebilir.
Yoksa komitecilik ve cemiyetçilikten tevellüd eden dehşetli dinsizlik şahsiyet-i mâneviyesine karşı çıkan bir şahıs, en büyük mânevî bir mertebede bulunsa, yine vesveseleri bütün bütün izale edemez. Çünkü imana girmek isteyen muannidin nefsi ve enesi diyebilir ki: "O şahıs, dehâsıyla, harika makamıyla bizi kandırdı." Böyle der ve içinde şüphesi kalır. ..."
"...Benimle beraber çok talebelerim de türlü türlü musibetlere, ezâ ve cefâlara mâruz kaldılar, ağır imtihanlar geçirdiler. Benim gibi onlar da bütün haksızlıklara ve haksız hareket edenlere karşı bütün haklarını helâl etmelerini isterim. Çünkü onlar bilmeyerek kader-i İlâhînin sırlarına, derin tecellîlerine akıl erdiremeyerek bizim dâvâmıza, hakikat-i imaniyenin inkişafına hizmet ettiler. Bizim vazifemiz onlar için yalnız hidayet temennisinden ibarettir. Bize ezâ ve cefâ edenlere karşı hiçbir talebemin kalbinde zerre kadar intikam emeli beslememesini ve onlara mukabil Risale-i Nur’a sadakat ve sebatla çalışmalarını tavsiye ederim.
[color]
işte bende daha önce şahıslarla uğraşmayalım dediysem bu son cümleye binaen demişimdir, yoksa.. değil!
Ehemmiyeti birinci cümlede belirtildiği bu hassas meseleyi :* bize ulaştırmak için baya bir zahmet çekmişsiniz :* , Maşallah-çok hoş<.. böyle mesâilin hassasiyet ve ehemmiyet çerçevesinde beğendirmek ehemm> , Allah niyetinize göre muamele etsin, anlamak ve uygulamak ümitleriyle!