Cevap: Ulusal Mimari Dönemi
1.1.1.Sonuç:
“Milli Hars ve Garb Medeniyetini” birleştirmeye çalışan I. Ulusal Mimarlığının uslubunda geçmişteki mimarlık ve süsleme öğelerinin kullanımının yanısıra, akademizmin katı kurallarıda etkili olmuştur. Her ne kadar, Prof. Dr. Afife Batur tarafından Osmanlı Revivalizmi olarak adlandırılsa da Batılılaşma I. Ulusal Mimarlığının temel karakteristiklerinden biridir. Bu özellik I. ve II. Ulusal mimarileri karşılaştırıldığında daha net anlaşılacaktır. 1939 – 1950 arasında oluşan II. Ulusal Mimarinin temel farkı Batılılaşma’dan çok yerelliğe yaptığı vurgudur. Fakat belirtmek gerekir ki, Prof. Dr. Afife Batur’un I. Ulusal Mimaride Batılılaşma’dan çok gelenekle ile olan ilişkiye vurgu yapmasının da çok önemli bir gerekçesi vardır. Batur I. Ulusal Mimari dönemini daha çok 1927 – 1939 arasında yaşanan Modernist mimari ile karşılaştırmaktadır (ki Aslanoğlu’nun makalesinde bu döneme dair hiçbir önerme bulunmaktadır. Kanımca bu da mimari akımlarında ki tarihsel sürekliliğin tespit edilmesi açısından önemli bir zaaftır.).
Kısacası, I. Ulusal Mimari 27 – 39 arası dönemle karşılaştırılıdığında geleneğe daha çok sahip çıkması ile, 39 – 50 arası dönemle karşılaştırıldığında Batılılaşma’ya olan vurgusu ile öne çıkacaktır. Doğrusu I. Ulusal Mimariyi bu ikili karakteri ile, ve karşılaştırıldığı dönemle birlikte analiz etmektir.
1927’lere gelindiğinde I. Ulusal Mimari, Batur’un Modernist olarak adlandırdığı yeni bir mimari akıma yerini bırakmaktadır. Ki bu akım I. Ulusal Mimarinin antitezi olarak mimarlık tarihinde yerini alır.
1.2.Modernizm: 1927 – 1939
1.2.1.Genel Durum:
1920’li yılların sonu Cumhuriyet’in ilk kuruluş yıllarındaki kaotik ortamın yavaş yavaş durulmaya başladığı, Cumhuriyet kadrolarının idelojik yönelimlerinin gerek partik gerekse de teorik düzeyde belirginleştiği bir dönemdir. 1927’lere gelindiğinde Saltanatın kaldırılması ile başlayan imparatorluk döneminin feodal kurumlarının tasfiyesi ve yerine Cumhuriyet’in Aydınlanmacı ideolojisine uygun yeni kurumların ikame edilmesi yolunda önemli adımlar atılmıştı. Artık toplumsal gelişme hedefleri daha açık ve belirgindi. Bu hedeflerin slogan olarak özetlendiği biçimi ile “Çağdaş uygarlık düzeyine erişmek” her kesimde benimsetilmeye çalışılıyordu. (Afife Batur, a.g.e, sf. 1382)
Cumhuriyet Mimarisi I. Ulusal Mimari döneminden sonraki yönelimlerini böylesi bir ortamda buldu. Toplumun her alanında hissedilen kurumlaşma eğilimi ve politikaları mimari alanında da kendini gösterdi. Açıktır ki, bu eğilimin gerçekleşmesi mimari alanının kendine özgü kural ve düzenleme biçimleri ile oldu.
Savaşın ve ilk yılların dağınıklığından yeni yeni kurtulan Cumhuriyet, bu seferde tüm dünyayı etkileyen bir ekonomik bunalımın sıkıntılarını yaşamaya başladı. “1929 Büyük Bunalımı” hem ekonomik hem de siyasal alanda yeni dünya düzenlemelerini zorunlu kılmaktaydı. Böylesi bir ekonomik bunalım döneminde Cumhuriyet elitinin önündeki tek olasılık kendi kendine yeten ve olanaklı olduğu ölçüde dışa bağımlı olmayan bir ekonomi kurmaktı. Ve bunun yoluda yüksek gümrük duvarları, yerli sanayiinin korunması ve teşviki ile mümkündü. Ki İthal İkameci Sanayi modeli bu ihtiyaçların sonucu olarak 1930’lardan sonra 1950’lere dek Türkiye’nin temel ekonomik politikası oldu.
Devletçi ekonomi ve sanayi yatırımları, Batur’unda belirttiği gibi 1927 sonrası dönemdeki yapılaşma ve bayındırlık etkinliklerini belirleyen iki temel olgudan biridir. Diğer olgu ise Cumhuriyet’in kuruluş ve devrim aşamalarının getirdiği ulusçuluk ve çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma tezidir.
Cumhuriyet ideolojisinin gerektirdiği devrimler 1923’ten sonra beş yıl gibi kısa bir sürede gerçekleştirildi. Fakat gerek Terakkiperver Fırka gerekse de Serbest Cumhuriyet Fırkası deneyimleri toplumun devrimleri anlama düzeyinde ki boşlukları ve kurumsallık eksiğinin ciddi boyutlarda olduğunu gösterdi. Bunun sonucu olarak bir yandan yerel örgütlenmlerle kitleler Kemalist ideoloji çerçevesinde eğitilmeye başlanırken bir yandan da bizzat Mustafa Kemal’in şahsi girişimleri ile kurumsallaşma çalışmaları başlatıldı. Okur yazarlık için eğitim seferberliği, 1932’de Halkevlerinin kurulması ve hızla yaygınlaştırılması, 1931’de Türk Tarih Kurumunun kurulması, 1932’de Türk Dil Kurumunun kurulması bu sürecin doğurduğu pratik gelişmelerdir.
1.2.2.İdeolojik Arka Plan:
Bir önceki bölümde açıklanan genel siyasi ortam ve kurumlaşma etkin bir ideolojik program çerçevesinde yürütülmüştür. Dönemin Devrim ideolojisi bağımsız bir kuramsal ve doktrinden çıkmamıştır. Daha çok pratik uygulamalar içinde şekillenen ideoloji Türkiye için bir çağdaşlaşma modelinin temel içeriğini ve yöntemini oluşturdu.
Bu ideolojinin temel ilkelerinden olan Cumhuriyetçilik, Ulusçuluk ve Laiklik Avrupa kökenlidir. Fakat Türkiye topraklarının özgüllükleri ile birlikte Avrupa’dan kısmen farklı bir ideolojik bütün oluşturulmuştur. Aydınlanmacı ve pozitivist düşünceden yola çıkılarak ulaşılan bu kavramlar Türk toplumunda yenilik, akılcılık, işlev, yarar, nesnellik, bilime ve teknolojiye ve ilerlemenin determinizmine inanç gibi normların temeli oldu. Bu kavramlar aynı zamanda dönemin mimarisinede damgasını vurmuştur ve bu nedenle 1927 – 1939 arası dönem mimarisi Batur tarafından Modernist dönem olarak adlandırılmaktadır. Yine Afife Batur’un dikkat çektiği ilginç bir denk düşme söz konusudur. Yukarıda belirtilen ve Türkiye’de ki mimariyi belirleyen normlar, “Batı dünyasındaki mimarlık çevrelerinin mücadele ve tartışma konusu olan, Akademizm’e ve tarihi seçmeciliğe karşı çıkarak rasyonalist / fonksiyonalist kavramlar sistematiğine oturan Modern Mimarlık’ın öncülerinin düşünceleriyle yakınlığı ilginç ve tarihi bir denkdüşümdür.” (Afife Batur, a.g.e. sf. 1383)
1.2.3.Mimari Özellikler:
Tam anlamı ile bir ulus ekonomisinin oluşmamış ve devletten bağımsız bir kentsoylu sınıfının yeterince gelişmemiş olduğu bu dönemler (1927 – 1930 arası) kalkınma, atılım ve değişim yıllarıdır. Ve bu özellik mimarlık alanında da gözlenecektir. Bu yenilenmenin de zorunlu olarak bir biçimsel uslubu olacaktır. Bu uslub Modern Fonksiyonalizmin bir versiyonudur. (Afife Batur, a.g.e. 1383)
Bu dönemde Cumhuriyet yönetici kadrolarının mimari alana uslupsal anlamda herhangi bir müdahale ya da yönlendirmesi olmamıştır. Bu nedenle uslup tamamı ile dönemin ideolojisi ile beslenmiş Türk mimarların ve ülkemizde bulunan ve sayıca az olsalarda yaptıkları iş hacmi ve niteliği açısından çok belirleyici olan yabancı mimarlar tarafından belirlenmiştir.
Modernist dönemi I. Ulusal Mimariden, üslup bakımından, ayıran temel özellik geleneksel mimari motiflerinin terkedilmesidir. Batur bu durumu şu kelimelerle anlatmaktadır “...eski kültürü gösteren Osmanlı Revivalist Üslubu, anakronik sayılıp terkedilmiştir.” (Afife Batur, a.g.e. 1383)
Daha öncede belirtilidiği gibi dönemin ideolojisi “Çağdaş Uygarlık” seviyesine ulaşmaktı. Bu anlamda Modern mimarlığa yönelme İslam / Doğu kökenli kültürden kopup Batı kültürüne yani “Çağdaş Uygarlığa” yönelmenin bir gerekliliğiydi. Devrim yıllarında eski toplum ile bağlar her alanda koparılmaya çalışıldı. Mimaride bu anlamda yönetici elit tarafından dönemin politik radikalizminin bir simgesi olarak algılandı.
Her ne kadar dönem mimarisinin yönelimi çok kesin ve belirgin ise de dönemin Modernizmi çerçevesi tam analmı ile çizilmiş, üslup ve kavram terminolojisi oturmuş ve detaylandırılmış bir akım değildir.
Teşvik – i Sanayi kanununu (1927) takip eden yıllarda mimaride uzman açığı yabancılar ile kapatılmaya çalışıldı. Devlet tarafından yabancı mimarlar ülkeye çağrıldı. Gerçi 1927 – 1940 arasında ülkeye çağrılan yabancı mimar sayısı, ki bunların çoğu Alman ve Avusturya’lı idi, ondörttür. Bu sayının çok yüksek olmaması dönem mimarisinde yabancıların etkisiz olduğu anlamına gelmemektedir. Aksine mimarların yaptıkları işlerin hacmi ve niteliği çok yüksek olduğu için etkileri çok fazladır. Bu etki doğal olarak Modernizm yönelimli idi. Modernist mimarinin bilinen en erken örneği olan Sihhiye Binası’da (1926 – 1927) Teodor Post adlı bir yabancı mimar tarafından yapılmıştır. Birçok esere damgasına vuran diğer yabancı mimarlardan bazıları ise şunlardır: H. Jannsen, Clemens Holzmeister, Ernst Egli.
1.2.4.Sonuç:
I. Ulusal Mimariye bir anlamda antitez olarak doğan Modernist mimari bir yandan mimarinin gelenekle olan bağlarını kopramaya çalışırken bir yandan da yabancı mimarların baskın olduğu bir akım olmuştur. Kendisi bir antitez olarak gelişen Modernizm 1939’dan sonra kendi antitezinide geliştirmiştir. İşte bu antitaz II. Ulusal Mimari’dir.
Cevap: Ulusal Mimari Dönemi
1.1.II. Ulusal Mimari: 1939 – 1950
1.1.1.Genel Durum:
Çok zor koşullarda gelişen gelişen yeni Cumhuriyet’in önündeki engeller 1939’lara gelindiğinde de devam ediyordu. 1929 Büyük Bunalımı yavaş yavaş etkilerini azaltmıştı fakat II. Dünya savaşı, ki bu Büyük Bunalım’ın doğurduğu siyasal karışıklığın getirdiği güç çekişmesinin sonucu idi, kapıdaydı. Ayrıca Devrim’in ve toplumun önderi Mustafa Kemal vefat etmişti. Afife Batur’un sözleriyle bu yıllar “Zor ve Durgun” bir dönemdi.
Türkiye her ne kadar II. Dünya Savaşı’nın dışında kaldıysa da etkilerini özellikle ekonomik alanda hissetti. Ekonomik kriz doğrudan inşaat sektörünü etkiledi. Bu etki iki boyutta hissedildi. İlki daha önceden belirlenmiş olan inşaat yatırımları iptal edildi ve harcamalar önemli bir biçimde kısıldı. İkinci etki ise savaşın etkisi ile azalan dış ticaret olanağı dışa bağımlı olan yapı malzemesi sektöründe fiyatları etkiledi. Afife Batur bu durumu şöyle ifade etmektedir.
Dışalım güçlükleri giderek olanaksızlığa dönüştü. 1939 – 1943 yılları arasında – yalnız ithal edilenler değil – tüm yapı malzemesinde fiyatlar, o zamana kadar göülmedik ölçüde yükselmişti. Fiyat artışı tuğlada %400, kerestede %500, kireçte %1000, kumda %470, taşta ise %510 civarındadır. [Afife Batur, a.g.e. sf. 1394]
Bu koşulların ve dünya ölçeğinde gerginleşen ilişkilerin etkisi ile yapı faaliyeti 1950’lere dek sürecek bir durgunluk dönemine girmiştir. Hatta 1943’larda başlamış ve ivedi olanlar dışındaki bütün inşaat faaliyetleri durdurulmuştur. Ve kamunun inşaat faaliyeti dışında bir özel sektör faaliyetide (devletten bağımsız bir kentsoylu sınıfı tam olarak oluşmadığı için) yok denecek kadar azdır. Varolanlarda ancak küçük konutlar düzeyinde kalmıştır.
Bu durgunluğa tezat olarak savaş dönemi yılları kendine has bir mimari uslup geliştirmiştir. Yerellik ve ulusallığın öne çıktığı hamasi bir üslubun kullanıldığı bir mimari akım, ki bu II. Ulusal Mimaridir, dönemi karakterize etmiştir. Takip eden bölümde bu akımın ideolojik belirlenimleri incelenecektir.
1.1.2.İdeolojik Arka Plan:
Aydınlanma ve Pozitivist düşüncenin bir sonucu olan ulusçuluk ideolojisi 1930’lar dünyasında biraz da ifrada varak doruğuna ulaşmıştır. Bu dorukta Hitler Almanya’sının Nasyonal Sosyalizmi ve Mussolini İtalya’sının Faşizmi bulunmaktadır. II. Dünya Savaı yıllarında özellikle Almanya ile sıcak ilişkileri olan Cumhuriyet elitinin, ki bu ilişkinin kökenleri İttihat ve Terakki dönemine dek uzanmaktadır, ulusçuluğun bu yeni ve katı biçiminde etkilenmemesi olanaksızdı. I. Ulusal Mimarlığın baskın olduğu döneminin sloganı “Milli Hars ve Garb Medeniyetinin Bütünleşmesi”nin bir ayağı öne çıkarken diğer ayağı neredeyse görünmez oldu. Ayrıca savaş psikolojisinin sonucu olarak kendi geleneklerine sahip çıkarak bir bütün olmak belirleyici bir düşünceydi.
Bir yanda Nasyonal Sosyalizm ve Faşizm bir yanda savaşın getirdiği bir bütün olma ve güç birliğine varma psikolojisi dönemin mimarlığınıda kaçınılmaz olarak belirledi. Aslanoğlu’nun da belirttiği gibi bu belirlenim Cumhuriyet ilkelerinin ikisi temelinde oldu: Milliyetçilik ve Halkçılık. Batılı ülkelerin mimarilerinde yaşanan kendi özüne dönüş ve tek mimari anlayışına yönelme istekleri Türkiye’de de görüldü. Temel amaç kendi öz kaynaklarımıza dönmek, Türk ruhunu yansıtacak, millete has bir mimarlık yaratılmasıydı. Milli sözcüğünün sözlük tanımı dönemin mimarlık anlayışının ideolojisini çok iyi özetlemektedir. Milli’nin sözlük tanımı “kendi milletine has, kendi milletinin olan şeylerin açık olarak ve karakterli surette terch olunmasıdır. Milli ilhamları ve milli geleneği arayan doktrindir. Bu doktrin beynelmilelciliğe karşı ve zıttır” (İnci Aslanoğlu, a.g.e, sf. 44)
Milli tanımından anlaşıldığı gibi dönemin mimari ideolojisi hem I. Ulusal Mimarinin hem de özellikle 1927 - 1939 arası yaşanan Modernizmin Batıcı karakterine bir tepki olarak doğmuştur. Bu tepkinin içerisinde, ilerleyen bölümlerde daha detaylı incelenecek olan Yabancı Mimarlar sorunununda etkisi vardır. Batıcılığa, beynelmilelciliğe, olan bu tepkiyi 1942 yılında Yapı dergisinde çıkan bir makalede ki şu sözler örneklemektedir. “Türk mimarlığı müdahale görmediği zamanlarda layık olduğu merhaleye yükselmiş ve milli karakterini bulmuştur”. (Aktaran Aslanoğlu, a.g.e., sf. 44)
1.1.3.Mimari Özellikler:
II. Ulusal Mimari farklı yaklaşımları içinde barındıran karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu nedenle bu yaklaşımları sınıflandırarak incelemek gerekir. Afife Batur’un sınıflandırmasını izlersek dört ayrı yaklaşım tespit edilir: i) Ulusal ve Yerli, ii) Nostaljik ve Yenilemeci, iii) Anıtsal ve Akademik, iv) Popülist ve Yerli.
Cevap: Ulusal Mimari Dönemi
1.1.1.1.Ulusal ve Yerli
1927 – 1930 arasında yaşanan modernizmin kendi antitezini içermesi ve oluşturulması eşyanın doğası gereğidir. Ve, Batur’unda belirttiği gibi, antitez ikili bir eleştiri zeminine oturmaktadır: İlki geleneksel çevreden uzaklaşılmasına ve Modernizm’in gelenekten çok farklı olan biçim ilkelerine karşı olan tepkidir. “Damsız esmer binalar, akasya dizili cetvel caddelerle” Anadolu kentinin yüzünü değiştirmişti. II. Ulusal Mimarinin bu bakışı çevre olgusunu pekte dikkate almayan I. Ulusal Mimariden farklılığına işaret etmektedir. İkinci nokta ise Batıcılığın getirdiği yeni yöntemler sonucunda malzeme itibari ile dışa bağımlılığa olan tepkidir.
Bu eleştirilere, yukarıda da belirtildiği gibi, Avrupa’da yükselen otoriter, faşizan düzeyde ulusçu ve tekçi rejimlerin anti-modern, anıtsal boyutlu ve klasisizme dönük eğilimlerinin etkisini de eklemek gerekmektedir. 1934 yılında Ankara’da açılan İtalyan Faşist Mimari Sergisi, 1943 yılında açılan Alman Mimarlık Sergisi dönemin mimarları üzerinde önemli etkiler bırakmıştır.
Kısacası, II. Ulusal Mimarlığı mimari alanda bir dönem önce yaşanan başıboş Avrupai etkilerden sıyrılarak daha temelli bir milli mimari kurmaya çalışarak Ulusal ve Yerli olmaya çalışmıştır. Bu noktada II. Ulusal Mimarinin çevresinde filizlendiği iki girişimi incelemek faydalı olacaktır.
1.1.1.1.1.Yabancı Mimar Sorunu:
Yabancı mimarlara karşı tepkiler 1930’lu yılların ortalarında başlamıştı. 40’larda Arkitekt dergisi çevresinde neredeyse bir kampanya halini aldı. Bu karşı kampanya kati surette kendini kanıtlamış yabancı mimarlara yönelmedi. Daha çok niteliksel düzeyi düşük ve sadece yabancı olduğu için iş alan mimarlara karşıydı. Bu karşı kampanyayı haklı kılacak birçok olgu söz konusudur. Bunlar arasında en önemlisi TBMM Binası açılan Mimari Proje yarışmasına önce sadece yabancı mimarların katılabileceği şartıdır. Bu durum ifrada varmayan fakat kararlı ve örgütlü bir kampanya sonucunda değiştirildi.
Hiçbir zaman yabancı karşıtlığına dönüşmeyen kampanya Türk mimarlarının yetişmesi için gerekli olan ekonomik olanakların yabancılara tanındığı gibi Türk mimarlarada tanınması gerektiğine vurgu yapan düzeyli bir hareketti. Bu kampanya II. Ulusal Mimarinin batıcılıktan uzaklaşarak ulusalcılığa yönelmesinde etkili olmuştur. Çünkü yabancı mimarlar 30’ların Modernizminin tartışmasız birer temsilcisi idiler.
1.1.1.1.2.Milli Mimari Semineri:
Sedat Hakkı Eldem’in Ernst A. Egli’nin desteğiyle 1934’te Güzel Sanatlar Akademisinde açtığı “Milli Mimari Semineri”, akımın oluşmasında önemli bir kaynak olmuştur. Bu seminerde konunun bilimsel olarak tartışma olanağı doğmuş ve Türk geleneksel konutlarının röleveleri yaptırılarak önemli bir arşiv oluşturulmuştur. Bu seminerden de anlaşılacağı gibi, II. Ulusal Mimarlık Akımında eğilim, geleneksel mimarlığımızın sivil yapıları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu kez kaynak, Osmanlı İmparatorluğu zamanında biçimlenmiş I. Ulusal Mimarlık üslubunda olduğu gibi dinsel mimarlık değil, sivil mimarlıkta aranmaktadır. Aynı zamanda bu akım, I. Ulusal Mimarlık Akımının biçimci yaklaşımından temelde ayrılmaktadır. Bezemesel öğelerden çok saçak, bindirmelik, kafes, pencere gibi yapısal öğelerden yararlanılmış ve plan şemaları, yapısal öğelerin oranları, mimarlık öğeleri arasındaki uyum ve denge, özellikle araştırılan konular olmuştur. Uygulamada, titiz bir işçilik dikkati çekmektedir. II. Ulusal Akımın en önemli özelliği, çağdaş gelişmelere açık olmasıdır. Cumhuriyet Döneminin son on beş yılında gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında çağdaş eğitim olanaklarına kavuşmuş olan mimarlarımız tasarım ve uygulamalardaki birikimleri, geleneksel Türk Mimarlığından yola çıkarak değerlendirmişler ve yeni bileşimlere varmaya çalışmışlardır. II. Ulusal Akım, değişik yorumlara açıktır. Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü ( Bedri Uçar, 1938-1941 ), Anıtkabir ( Emin Onat- Orhan Arda, 1942-1953), İstanbul Fen- Edebiyat Fakültesi ( Emin Onat- Sedat Hakkı Eldem, 1944), Ankara Fen Fakültesi ( Sedat Hakkı Eldem, 1943), Çanakkale Zafer ve Meçhul Asker Anıtı ( Feridun Kip- İsmail Utkular- Doğan Erginbaş, 1944 ), İstanbul Taşlık Şark Kahvesi ( Sedat Hakkı Eldem, 1950) değişik yaklaşımları sergileyen örneklerdir.
Cevap: Ulusal Mimari Dönemi
1.1.1.1.Nostaljik ve Yenilemeci
Milli Mimarlık Seminerleri kapsamında İstanbul’un mimari dokusunun belirlenmesi çalışmaları başlatılmıştı. Konutların etüdüne dayanan ve sonucunda kentin dokusunun belirginleştirecek bir çalışmaydı söz konusu olan. Bu çalışmanın arkasında yatan tasarım anlayışı nostaljik bir espri ve akademik yöntemlerin sentezi olmaya yönelen bir anlayıştır. Sedad Hakkı Eldem’in başlıca temsilcisi olduğu bu anlayış “tarihi biçimlerin doğrudan seçilip kullanılması yerine plan şemalarının ölçü, oran ve biçimlerinin analizi yoluyla tasarım ilkelerinin ve ölçütlerin elde edilmesini öngörmektedir.” (Afife Batur, a.g.e., sf. 1397) Bu öngörünün kolay gerçekleşebilir olmadığı II. Ulusal Mimari akımını başlatan 1939 yılındaki New York Uluslararası Sergisi Türkiye Pavyonu Yarışması’nı kazanan Eldem’in projesinde açıkça görülmektedir. Batur’dan alıntılarsak,
Neoklasik ve aksiyal bir plan şeması üzerine oturtulmuş “eski sivil mimarimizin hünkar köşklerinin güzel bir numunesi olan bir yapı”, “altın yaldızlı saçakları, alçı pencereleri” ve “penci” kemerleri ile geleneğin yeni bir yorumu değil, düpedüz Osmanlı Revivali’nin yeni bir örneğidir. [Afife Batur, a.g.e. sf. 1397]
1.1.1.2.Akademik ve Anıtsal
Özellikle dönemin sayıca azda olsa kamu yapılarını domine eden bu yaklaşım daha çok Alman mimarların etkisinin sonucudur. Her ne kadar, yukarıda da belirtildiği gibi, II. Ulusal Mimariyi karakterize eden girişimlerden biri Yabancı Mimarlara olan tepki ve kampanyaysa da, bu dönemde nitelikli yabancı mimarların etkisi ve çalışmalarıda söz konusudur. Bu mimarlardan en önemlileri Holzmeister ve Bonatz’dır. Bunların temsil ettiği yaklaşım akademik ve ulusalcı yaklaşımdır. Bu yaklaşım ile gerçekleştirilmiş kamu yapılarından bazıları şunlardır: Devlet Demiryolları Genel Müdürlük Binası, İstanbul Üniversitesi Fen – Edebiyat Fakülteleri Binası, Radyoevi Binası, Ankara Opera Binası, Açıkhava Tiyatrosu.. Aşağıda ve sonraki sayfada listenin sonunda yer alan üç binanın resimleri görülmektedir.