Hocaefendi'yi dinlerken...
Cuma gecesi, bir TV kanalında, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin bir konuşmasına tesadüfen şahid oldum. Sakin, yumuşak, derin ve tatlı bir ses tonuyla konuşuyordu. Elimdeki işleri bıraktım ve dinlemeye başladım.
Bu bir vaaz üslubu değil; akademik bir dersi, karşısındakini sıkmamaya dikkat göstererek sıcak ve samimi bir tutumla, aradaki hoca-talebe mesafesini kaldırma özenine ağırlık vererek anlatma üslubuydu. Hassas noktaların birinden öbürüne geçiyor, birinin kolay kavranamayacak özelliğini diğerinin rengiyle ve daha bariz bir çizgisiyle takviye ediyor, aynı şeyi mekik dokur gibi, oya işler gibi bütün hassas noktalara yayıyordu.
Çok zevkle ve dalgın dalgın dinledim...
İçimden ilk geçen şuydu:
Hocaefendi'yi anladıklarını söyleyenlere bu konuşma dinletilse ve sonra da denilse ki: "Ne anladığınızı, birkaç gün içinde hatta bir hafta içinde yazmaya çalışın!" Sonra da yazılanlar Hocaefendi'ye sunulsa ve notlandırılsa!
Ah benim hocam ah! Bir yönünle hep yalnız gibisin. Bu, irtifanın getirdiği bir yalnızlıktır ama; biraz biraz paylaşılmalı ve o yalnızlığa eşlik eden hoşlukların cevelânı da mümkün mertebe yaşanmalı değil midir?
Benim gözlerim hiç beklenmedik zamanlarda dolar. O konuşma sakin ve voltajı bilhassa düşürülmüş bir konuşmaydı ama, kelimeler üzerinde suhûletle fakat apayrı bir seçim hassasiyetiyle çiçekler derliyormuş gibi gezinişi, gafletimizi özel buket takdimleriyle sıkılmadan dinlememizi sağlayıcı incelikli hoşluklar tesis ederek dağıtmak istemesi; hem manayı tam vermeye hem de dinleyeni kıvamında tutup korumaya çalışması; bir sürü dengeyi bir arada gözeten sanatkârlığı... Ağlattı beni.
Ben kendi anladığımın bir çizgisini açmaya çalışacağım:
Dürüst olmayı, merhameti, sevgiyi ve çeşitli faziletleri, dinlerin çoğu ifade eder. Birçok felsefe ekolü de anlatıp açıklar. İslâm'ın farklılığı, onların bir özel kimya içinde, bir özel terkip bütünlüğü içinde veriyor olmasıdır.
Hocaefendi işte o kimyayı, o terkip bütünlüğünün özünü, ruhunu, rengini, sırrını, tefekkür tadını anlatıyordu. Tasavvuf da bunu yapmak içindir ama; Hocaefendi, tasavvufun içinden ve onun terminolojisiyle değil, ondan da yararlanan hür bir tefekkür diliyle yapıyordu bunu. Ve bunu yaparken, sınırsız özgürlük meyillenmelerini disipline edici ihtarları da hiç batıcı olmayan güzellikler halinde serpiştiriyordu.
... İnsan çok anlatırken kendini biraz boşalıyormuş gibi hisseder ve yeniden şarj etmek duraksamalarından yararlanmaya çalışır. Hiç yoktu öyle bir derdi. Konuştukça ivmesi yükseliyor, daha bir rahatlayıp açılıyor, "ne olurdu dinleyenlerin tahammül ve algılama elverişliliği hiçbir problem teşkil etmeseydi" hasretinin gölgeleri simasında geziniyordu.
... Çok tat aldım. Hem doğrudan hem dolaylı olarak, çok fazla paylar, konular, meseleler, işaretler, tefekkür açıları hareketlendi içimde. Tam da Ramazan programlarını seyrederken biraz sıkılıyor gibi olmamın kendi kendimi kınayıcı çelişkilerinden tedirgin olduğum bir sırada, fevkalâde iyi geldi. Bu Ramazan, bu bana yeter, farklılık oluşturma yardımları bakımından.
... Ben onun anlattığını anlatamam, ama anladıklarımı anlatabilirim. Hem de çok geniş, çok uzun anlatabilirim.
Bazı devamlılıklar, bakım ister, özel ilgi ister. Hep aynı şeyleri tekrarlayarak bunu sağlayamazsınız. Onların da bir yeri vardır ama, sizde bazı farklılıkların, inceliklerin, tefekkür alâkalarının canlı durmasına da ihtiyaç vardır. İstediklerinizle, arayışlarınızla, haliniz ve gayretiniz arasında bir liyakat irtibatı olmalı. Zerre hatırına derya istenmez, yahut derya nasiplerine yönelme iştiyakı kısmen de olsa tatmin bulamaz. Muayyenlerden, mutadlardan fazlası lazım... Bu, zorla ve zorlanmayla da olmaz, gönül ve tefekkür incelikleriyle olur...
O konuşmayı, isim isim, bazı kişilerin dinlemesini ve "Hadi şimdi bir yorumlayıver" diyebilmeyi o kadar çok isterdim ki. O konuşma tam bir kimlik ve kişilik tecelliyatı idi. Biyografi de neymiş. ...Ahmet SELİM