Kelime-i Şahadette Allah (cc.)уα ne ѕöz verdik
http://i272.photobucket.com/albums/j...n27/logo-1.gif
<<< ( KELİME-İ ŞAHADETTE ALLAH(cc.)'YA NE SÖZ VERDİK???) >>>
http://i272.photobucket.com/albums/j...n27/AHADET.jpg
Resimde görüldügü üzre kelime-i şahadet ederken ALLAH(cc)'ya bu konulardada
söz vermiş oluruz.Bu konuya bina en islam inanışının temeli olan.
(KELİME-ŞAHADET ) Konusu üzerinde biraz duralım ...
<<< ( KELİME-İ ŞAHADET NEDİR??? ) >>>
Bir insanın İSLAM DİNİ’ ne girmesi için, kelime-i şahadeti, kelime kelime tekrar etmesi, manasını da kendi lisanı içinde tam olarak bilmesi gerekir. Hem manasını tam olarak bilecek; hem de Arapça kalıbı tekrar edecek. “Allah’a inanıyorum” demek kelime-i şahadet’in ilk cümlesini tekrar etmek değildir. Bir kere kelime-i şahadette “İnanıyorum” kelimesi yoktur.
“Şahidim ki başka hiçbir ilah yoktur; yalnız, illa Allah vardır.”
İslam inancının giriş beyannamesi dahi hikmetlerle doludur. Ne çare ki doğru dürüst kelime-i şehadet öğrenemedik, öğretmediler.. Şimdi tekrar kelime-i şahadet’in ilk cümlesine dönüyoruz:
Neye şahidiz??
Allah’tan başka ilah olmadığına.
İLAH:
Yaradan ve yöneten güç demektir. Bir anlamda ibadet edilen, karşısında boyun eğilen kuvvetlerin tümü ilah kavramına girer. Çeşitli sapkın dinler, çeşitli konularda çeşitli kuvvetler var sayarak putperestliğe sapmışlardır. Çağımızda, kendi gücünü ilahlaştırmalar, parayı ve mevkiyi ilahlaştırmalar sayılmakla bitmeyecek kadar çoktur. Bir de bir takım fiziki güçleri bağımsız sanıp, onları ilahlaştıranlar vardır: Tabiat, enerji gibi..
İşte bir insan İslamiyet’e girerken tüm yanılgılardan arındığını net bir şekilde bildirmek zorundadır: “Ben şahidim ki Allah’tan başka ilah (hiçbir yaratıcı, hiçbir kuvvet, hakim, istikamet verici, kader etkileyici) yoktur. Ancak Allah vardır.”
Böylesine ciddi bir mes’uliyet altına giren insan, zaten tüm kargaşalardan, ihtiraslardan kurtulmuş olarak işe başlıyor demektir. Birisi çıkıp da “Ben İslamiyet’e girdim; ama paranın, menfaatin, mevkinin gücü inkar edilir mi?” diyemez. Çünkü İslamiyet’e girerken “Eşhedü” (şahidim ki) diye bir şeref yemini yapmıştır. Aynı şey Efendimizin peygamberliği dolayısıyla Kur’an’a iman konusunda da söz konusudur. Bu yüzden, şahadeti konusunda yalan söyleyen dinden çıkar. Yine bu yüzden dinimiz, sık sık kelime-i şahadeti tekrar tekrar ettirerek imanımızı tazeler. Her vesile ile, İslamiyet’e girdiğimiz anda imzaladığımız manevi taahhütnamenin hatırlanması zorunluluğunu hiç unutmayınız…
Bütün zahiri güç perdelerinin ardında ilahi kudreti görmeden “Eşhedü” İslam inancı tamamlanmaz.
Fussilet Suresi Yorumu’nda, Allah çağımızda kelime-i şahadeti 39 ncu ayette ilime de tasdik ettirmiştir (Bkz. Kur’an’ın Matematik Sırları adlı kitabımız)
Bizler kelime-i şahadeti söylerken bu ayetin sırrı içinde çok daha samimi olmamız gerekir. Kelime-i şahadetin dil ile ikrar, kalp ile tasdik sırrında işte bu “Eşhedü” kelimesinde sorumluluk vardır. Zira şahid olan kalbdir. Onun gözü (kalp gözü) açık olduğu müddetçe Allah’dan başka ilah olmadığını görür. O göz kapalı ise nefsin yarattığı uydurma mantık salataları ile ömrünü tüketir durur. Hele daha acısı; kelime-i şahadeti tasdik ettiği halde paraya, mevkiye ve kendi nefsine tapar.
Kelime-i şahadetin bizzat kelime ismi bile bu hakikatı yansıtır durur. Şahit olma kelimesi (kelime-i şahadet) NEYE ŞAHİT?
“Allah’tan başka ilah olmadığına ve de Muhammed (S.A.S.)’in, O’nun kulu ve Resulü olduğuna”.
İşte bir müslüman, Kur’an hükümleri gereği Allah’dan başka ilah olmadığına şahit olacak; fakat Allah’a imanı “gayba iman”" şeklinde kalbinde duyacaktır, ve de O’na (Allah’a) hidayet-i ilahi sayesinde yakin olacaktır.
Gaybe imanın en muhteşem yanı, insana has bir meziyet olmasıdır. Bu, doğrudan doğruya Efendimize has bir san’attır ve de tanımın enfüsünde şu gerçek gizlidir:
“Ya Rabbi ! Sen ne kadar gaybde gizlensen de varsın; çünkü san’atın ve kudretin öyle muhteşem ki, seni mesafelerin bittiği enfüsümde seyrediyorum. Seni, enfüs sırrı olan gönlümde hissediyorum. Sen varsın, ben bu gayb sırrında sana inanıyorum.”
Ve sonra kat kat yakînlik başlıyor. Ve O’na yakîn olabilmek için nefs kat kat benlik çıkmazlarını aşarak gönlünün enfüsünde yokluğa erecek ve yakîn olacaktır…
Peki, bu “gaybe iman” sırrında, yakînliği nasıl kazanacağız??
Âyet kendisi açıklıyor: NAMAZ kılarak ve İNFAK ederek…
http://i272.photobucket.com/albums/j...n27/logo-1.gif
Bu konuyu kısaca ele aldıktan sonra kelime-i şahadetin (CİHET) yani farklı
sebeblerine bi bakalım...
<<< ( KELİME-İ ŞAHADETİN CİHETLERİ ) >>>
Kelime-i Şehadet; Allah ve Resulü'nün nurunu bir arada bulunduran bir nurdur.
Kelime-i Şehadet; Allah ve Resulünün, "varlıklarının birlikte zikredildiği" en yüce bir "tevhid" zuhurudur.
Kelime-i Şehadet; Allah ve Resulü'nün, birbirlerine şehadeti olmuştur.
Kelime-i Şehadet; hem imanın, hem de insanın varlığının esasını teşkil eden, baki bir nurdur. Sonsuz bir huzurdur.
Kelime-i Şehadet; Adem'in ve alemin yaratılmasına sebep olan, ezeli ve ebedi bir nur ırmağıdır.
Kelime-i Şehadet; kökü arzın derinliklerinde, dalları göklerde olan bir tevhid ağacıdır. Yani, şecere-i tuğbadır.
Kelime-i Şehadet; Allah ve Resulü ile insan arasında ezeli ve ebedi bir rabıtadır.
Kelime-i Şehadet; imandır.
Kelime-i Şehadet; Allah'ın rahmeti, hidayeti ve tevfikidir.
Kelime-i Şehadet; bütün mevcudatın anasırı ve terkibidir. Allah'ın muradı, yaratılanların gayesidir. Resulüllah'ın şefaati, evliyanın himmetidir.
O halde "Kelime-i Şehadet nuru": en yüce rahmet, en yüce hidayet, en yüce tevhid, en yüce şefaat, en yüce himmet olarak, Mü'minler için; dünya ve ahiret saadetinin anahtarıdır.
http://i272.photobucket.com/albums/j...n27/logo-1.gif
"Kelime-i Şehadet nurunu" çeşitli cihetleriyle kısaca tanımladıktan sonra
Artık onun varlığının mahiyetinden, iman ve insanla münasebetinden-
zahiri ve manevi şahsiyetinden, ezeli ve ebedi mevcudiyetinden bahsedebiliriz.
<<< ( KELİME-İ ŞAHADETİN VAR OLUŞUNA DELİLLER ) >>>
"Kelime-i Şehadet nurunu" çeşitli cihetleriyle kısaca tanımladıktan sonra, artık onun varlığının mahiyetinden, iman ve insanla münasebetinden, zahiri ve manevi şahsiyetinden, ezeli ve ebedi mevcudiyetinden bahsedebiliriz.
Kelime-i Şehadet nurunun mevcudiyeti, evvela Allah ve Resulü'nün mevcudiyeti ile ilgilidir. Çünkü Kelime-i Şehadet nuruna vücut veren, yani onu meydana getiren nur: "Allah'ın zat nuru" ile, zatından yarattığı "Muhammed nurudur." (SAV)
Allah'ü Teala şöyle buyurdu: "Ben gizli bir hazine idim. Bilinmemi istedim. Alemi yarattım, nimetlerimi sevdirdim. Böylece beni bildiler."[1]
Bu kutsi hadisten anlaşıldığına göre, Kelime-i Şehadet nuru, Allah'ın zatında gizli bir hazine olarak mevcut iken, bilinmek isteyen Allah, ilk olarak Muhammed nurunu yaratarak, onu Kelime-i Şahadet nurunun sebebi, bir unsuru ve rüknü kılmıştır. Bundan sonra her şey O'nun için ve O'nunla birlikte yaratılmıştır. Fahri alem Hazreti Muhammed (SAV) bu ezeli var oluşu: "Adem, toprakla su arasında iken ben Peygamber idim."[2] hadisiyle haber vermektedir. Allah'ın, kendi zatı için yaratarak, zatına muhatap kıldığı Muhammed (AS) nuru, yaratıldığı anda; Allah'ın zatına karşı vahdaniyet şehadeti getirmiştir. Allah'ın varlığına ve vahdaniyetine karşı getirilen bu şehadetle Kelime-i şehadet nuru meydana gelmiştir. Böylece Muhammed (AS) nuru, Allah'ın zat nurunu özünde bulundurarak, "Kelime-i Şehadet nuru" sıfatını kazanmış bulunmaktadır. Allah, kendi nurundan Muhammed (AS) nurunu, Muhammed (AS) nurundan da; Adem'i ve kainatı yaratmıştır. Bu durumu Resulüllah: "Ben Allah'ın nurundanım, mü'minlerde bendendir."[3] hadisi şerifiyle açıklamışlardır.
Kelime-i Şehadet nuru, bütün mevcudatın varlığına sebep olan, Allah ve Resulü ile, kulları arasındaki rabıta olan... zahiri ve manevi, (yani hem görünen, hem de gizli) ezeli ve ebedi varlığı ve şahsiyeti olan bir nur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kelime-i Şehadet nuru, Adem'in (AS) ve alemin yaratılmasına sebeptir. Bir kutsi hadiste: "Habibim sen olmasaydın, bu alemleri yaratmazdım."[4] Buyrulmaktadır. Bu kutsi hadisten anlaşıldığına göre: her şey, Kelime-i Şehadet nuru olan Muhammed nurunun hürmetine ve O'nun için yaratılmıştır. (Muhammed nuru) bütün yaratılanların, (hem) yaratılış sebebi, (hem) maksadı, (hem de) yaratılanların varlıklarına esas olmaktadır.
Burada şu hususu belirtmekte fayda vardır: "Kelime-i Şehadet nuru" yerine, zaman zaman "Muhammed nuru" diyoruz. Daha evvelde bahsedildiği üzere, Muhammed nuru, Allah'ın zat nurundan yaratıldığı için, özünde zat nurunu bulundurmakta, O nurla beraber bulunarak, O nurun halifesi olmaktadır. Bu cihetiyle, Kelime-i Şehadet nurunun bir adı da: "Halifetullahtır". Varlıklara esas olan bu nur, Allah'la bütün mevcudat arasında; izzetli bir perde, bir rabıta, bir vesile ve bir rahmet olarak daima mevcuttur. Her varlık, Muhammed nurundan bir cüz'ü kendi özünde bulundurmaktadır. Özündeki bu nur, onun Allah ve Resulü'nü bilmesine de vesile olmaktadır.
Allah ve Resulü'nün nuru, her varlığın; var oluş mührü, anahtarı, aslı, özü, terkibi, sebebi ve gayesidir. Her varlıkta (var oluş mührü olan) Muhammed nuru bulunmaktadır. Bu mevcudiyetin mahiyeti ve şekli: ilahi bir sır, ilahi bir mucize, ilahi bir harikadır. Sanatı ilahiyedir, bir hakikattir ve bir hikmeti Rabbaniyedir. Bu sırrın idraki, ancak Allah'ın dilemesiyle mümkün olmaktadır. Allah (cc), ancak Muhammed nuruyla bilinmekte ve anlaşılmaktadır. Muhammed nuru ise, Adem'le bilinmekte ve ortaya çıkmaktadır. Adem'i tanımak; Muhammed nurunu tanımak, Muhammed nurunu tanımak ise; Ademi tanımak olacaktır. Resulüllah arza teşrif ettiklerinde, Muhammed nuru, aynı zamanda bir Adem olan Muhammed'den tezahür ederek, Allah'ın bilinmesine ve idrak edilmesine vesile kılınmıştır. Resulüllah'ın, Kelime-i Şehadet nurunun unsurundan olması,[5] O'nun halifesi olması, onu özünde bulundurması, (Allah'ın) zuhuruna vesile olması ve O'na mazhar olmasıyla; yeryüzünde Allah'ın varlığının ve birliğinin en büyük delili makamındadır.
Allah'ın varlığına ve birliğine, en büyük delil, en kati bürhan ve en aziz varlık olan Hz. Muhammed (SAV); varlığı itibarıyle bir Kelime-i Şehadet varlığıdır. Yani, en kamil manada "imani hakikidir ve imani billahtır." İmanın, yani Kelime-i Şehadet nurunun, en mükemmel ve en güzel şekilde ve bariz (Çok açık) biçimde "tezahür eden şahsiyetidir." (Yani Hz Muhammed, imanın insan sekline girmiş halidir.) "O, bu haliyle bir tevhid sarayı, bir tevhid ağacı, bir saadet diyarı, bir emin belde, bir iman ve İslam binasıdır.
Kelime-i Şehadet nuru; insan varlığına sebep olduğu gibi, insan varlığına esas da olmuştur. Öyle bir mevcudiyet ki, bütün mevcudata esas...! İşte bu muazzam esası, Resulüllah: "her çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. Sonradan annesi ve babası; mecusi ise mecusi, nasrani ise nasrani, putperest ise putperest olur."[6] Hadisiyle açıklamışlardır. Bu hadisten anlaşılıyor ki, her doğan çocuk, İslam esasını kendinde bulundurarak doğmaktadır. Her çocuk, tam bir Adem olarak doğmakta, üzerinde, varlığı itibarıyla, yaratanına ait bir çok bürhanlar bulundurmaktadır. Böylece İlahi nizamın apaçık bir delili olmaktadır. Tevhid nuru, onda kendini göstererek, içinde sırrı ve maneviyatı gizli olarak bulundurarak, arza teşrif etmekte; iman ve İslam'ı içinde bulunduran, "gizli bir hazine" olmaktadır. İnsan fıtratının İslam olması, insanın (Adem'in) varlığının esasının, Kelime-i Şahadet nuru olduğunun ispatıdır.
Ademin (insanın) ezeli var oluşundan başlayıp, yeryüzüne indirildiği günden beri ve yaşadığı sürece, Allah'la; zatı, sıfatları, esma-ül hüsnası, af'ali ve ahlakı cihetlerinden münasebetleri vardır. Bu münasebetler, Allah'la insan arasında bir rabıtanın ve bir yakınlığın olduğunu göstermektedir. Allah'la insan arasındaki bu yakınlık:
"Biz ona şah damarından daha yakınız."[7] Mealindeki ayeti kerime ile haber verilmektedir. Allah'la kul arasındaki bu yakınlık vesilesi (olan hakikat): aynı zamanda, Allah'la kul arasında bir rabıtadır. Bu ise, insanın varlığına esas olan ve aynı zamanda, Allah Resulünün nurunu özünde bulunduran; Kelime-i Şehadet nuru olmaktadır.
Kelime-i Şehadet nuruyla bu kadar yakınlığı bulunan ve bu kadar iç içe olan insan için; Kelime-i Şehadet nuru, bir rahmet, hidayet ve tevfiki ilahiyedir. Allah'u Teala bir ayeti kerimesinde: "Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik."[8] Buyurarak, insandaki rahmetin ve bu rahmetten dolayı, rahmet olan insanın aslının, Kelime-i Şehadet nuru olduğunu göstermektedir. İnsanın rahmet üzere olması, rahmet için rahmetle birlikte bulunması, aynı zamanda Kelime-i Şehadet getirerek hidayete ulaşması, kul için Allah'ın bir rahmetidir. (İnsanın) kendi özündeki rahmete bu şekilde ermesi ise; yine Kelime-i Şehadet sayesindedir.
Böyle bir insan, "Emrolunduğunuz gibi istikamette bulunun"[9] ayeti kerimesiyle bildirilen; "doğruluk" sıfatını taşıyan kimsedir. Gittiği yol tek ve hak olan sıratı müstakimdir. Tevfiki hareket içinde ve İslam'i istikamet üzerinde yürüme, yani Allah'ın istediği şekilde hareket etme, ancak o kişinin nasibidir. Bu ise; biat edilmesi gerekli manevi şahsiyettir. Bu şahsiyet ise: ancak Kelime-i Şehadet nurunun temsilcisidir.
Ademin var oluşu da, bir Kelime-i Şehadet hadisesidir. Çünkü: Allah ve Resulü'nün birbirlerine şahadeti, Ademi meydana getirmiştir. Ademin yaratılmasıyla Kelime-i Şehadet nuru, Onda ruh ve beden olarak tezahür etmiştir. Bu sayede, Kelime-i Şehadet nuru, Adem'le vücut bulup şekillenmiştir. Ademde bir iman ve tevhid emaneti olarak ve aynı zamanda bir kutsi ruh olarak mevcut olan Kelime-i Şehadet nuru, Ademe vücut verirken, Onun en mükemmel ve en güzel surette, yani ahseni takvim üzere olmasına vesile edilmiştir. Bu hakikati: "Biz gerçekten insanı en güzel surette yarattık, sonra onu aşağıların en aşağısına indirdik"[10] mealindeki ayeti kerime haber vermektedir.
Adem, kendini meydana çıkaran ve, varlığın terkibi ve esası olan Kelime-i Şehadet nuruna; şehadet getirmiştir. Bu şehadeti, onu halife kılmıştır. "Hani Allah'ü Teala meleklere: muhakkak ben yeryüzünde bir halife yaratacağım dedi."[11] Mealindeki ayet-i kerime, Ademin halifelik sıfatıyla yaratıldığını göstermektedir. Getirdiği kelime-i Şehadetle Adem var olurken, bu şehadetle Adem; yeryüzünde Allah'ı mutlak olarak bilen ve Onun vahdaniyetine şehadet eden bir kul mesabesindedir. Ademin getirdiği Kelime-i Şehadet, aynı zamanda kulluğunun Allah tarafından tasdik edilmesidir. Dili ile ikrar Onun zahiri şahsiyetinin, kalbi ile tasdik ise; manevi şahsiyetinin var olmasını sağlamıştır. Ademin özünde, Adem'in varlığının meydana gelmesiyle tamamlanan, Kelime-i Şehadet hadisesi: Allah'ın "kün" emri olarak, Adem'in yaratılmasına vesile olmuştur. Allah'ın Adem'de en büyük ismi, yani ismi azamı olan, "Allah" ismi ile tecelli etmes(inden), (ve) Onun özünde bir sır, bir ruh ve emanet olarak bulunmasından dolayı da, "Hilafeti Muhammediye makamında" olmaktadır.[12] Tabi ki bu emanet: Kelime-i Şehadet yoluyla, (Nübüvvet ve Risalet halkasıyla) Kelime-i Şehadet olarak, Adem'den Resulüllah'a kadar devam etmiştir.
Adem'de Kelime-i Şehadet nurunun, ilk planda ruh ve beden şeklinde tezahür ettiğinden bahsetmiştik. O'nun cisminin ve cisminde bir sır olarak bulunan nefsinin; ruhundaki hakikatlere ve gizliliklere ayna olması; suretinin yani cisminin, daha doğrusu ona insan suretini veren özelliğin, Rahman sıfatı olmasındandır. "Biz Adem'i Rahman suretinde yarattık."[13] Şeklindeki kutsi hadis, işte bu gerçeği dile getirmektedir.
Kelime-i Şehadet nurunun bütün unsurları "insan" suretiyle tezahür ederek, yaradılış hakikatinin bilinmesine vesile olmaktadır. Adem'e Kelime-i Şehadet nurunun bir ruh olması ve O'na ebedi bir hayat kazandırması, "biz size kendi ruhumuzdan üfledik"[14] Mealindeki ayet-i kerime ile bildirilmektedir. Üflenen bu ruh, Allah'ın rahmet suretinin, Rahman olan Adem'den tecelli edeceğini göstermektedir. Adem'in ruhunda ve cisminde, Rahman suretinin bulunması, O'na ruh ve ceset olan, Kelime-i Şehadet nurundandır. Kelime-i Şehadet nuru, Adem'de bir rahmet ve hidayet olarak bulunmaktadır. Böylece hem kendinin rahmet üzere bulunmasına, hem de kainatın ve diğer insanların rahmet ve hidayete nail olmalarına vesile olmaktadır.
Kelime-i Şehadet nuru, bir iman varlığıdır. İnsanların yaratanına inanması, ona yönlenip bağlanması; insanın aslının Kelime-i Şehadet nuru olmasındandır. İnsanın Kelime-i Şehadet getirmesi, kendi fıtratında bulunan Allah ve Resulü'nün nurlarını ikrar ve tasdik etmesidir. Fıtratındaki iman, dili ile ikrar, kalbi ile tasdik edildikten sonra, varlığını vücut mülkünde hissettirmektedir. İnsanın kendi fıtratına inanması, kalbindeki Kelime-i Şehadet nurunun bir çekirdek hükmünde iken, tevhid ağacı olarak dallanıp budaklanmasına vesile olmaktadır. Allah o kalpte bir iman yaratarak, o kalbi bir "iman mekanı ve bir nazargah" yapmaktadır. Bu gerçeği: "Yere göğe sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım."[15] manasındaki Hadis-i kutsi ile haber vermektedir. Kalpteki bu iman, tevhid ağacının kökü olarak (yerleşmekte), diğer dalları ise, sair azalardan gözükmektedir. İmanın sıfatları ve şubelerinin, insanın sıfatlarında görülmesi (demek), onlara manevi bir dirilik kazandırması, vücut mülkünü bir iman şebekesi olarak kaplaması ve imanın insanda bir şahsiyet bulması ve tezahür etmesidir. "Tevhid ağacının kökü arzın derinliklerinde, dalları ise göklerdedir."[16] Ayeti kerimesi, imanın bir ağaç misali insanda bulunduğunu, daha doğrusu insanın bir iman ağacı olduğunu göstermektedir.
İman ve insan varlığının esasının, Kelime-i Şehadet nuru olduğunu anladıktan sonra; insan varlığı ile iman varlığının eş değerde olduğunu söylemek mümkün ve münasiptir. Çünkü esası aynı olan varlık, hakikatte aynı şeydir. İman ve İslam varlığının bir nuru var ki, bu nur, insanın da varlığına esas teşkil eden, Kelime-i Şehadet nurudur. Şu halde imanı hakiki insandadır. İmanın muhatabı ve mazharı olan insan, imanla var olmakta, iman ise ancak insanda bulunmaktadır. Birbirinin varlığına hem esas olan, hem de sebep teşkil eden iman ve insan; Kelime-i Şehadet nurunun birbirinden ayrı olmayan tezahürleri olmaktadır. İnsan: iman varlığının zatını özünde bulunduran ve Onun zahir olan sıfatıdır. İman varlığının hakikati, bu sıfatın içinde saklıdır. İnsanın sıfatı, iman varlığının zatının zarfıdır.[17] İnsan: iman varlığını tecelli ettiren, tezahür ettiren ve ona aynalık vazifesi gören bir sırdır; bir sebep, bir vesile ve bir perde-i izzet konumundadır. İmansa; insanda ki emanet, insanda ki maksat, insanda ki murat, insandaki mutlak varlık ve insanı insan eden zati bir nurdur. Tecelli-i hakikattır.
İman varlığının vazgeçilmez zaruri unsuru olan Muhammed nuru, arza, ism-i Muhammed'le teşrif etmiştir. Bu imanın en büyük hadisesidir. En büyük hadis, kadim olan bir hakikatle zuhur etmiştir.[18] O'nun doğuşu, imanın ve İslam'ın doğuşu olmuştur. İman ve İslam çekirdeği, arzın maneviyatına Hz.Muhammed'in ana rahmine düşmesiyle atılmıştır. İmanı hakiki, bütün hakikatleri: Kelime-i Şehadet nurunun sıfatlarını, şubelerini, makamlarını ve velayetlerini uhdesinde toplayarak, kendinde cem ederek arzı şereflendirmişlerdir. Zamanlara zaman, imanlara iman Beytullah'a imam olan... Canların canı, Allah'ın cananı, kevneynin sultanı, kendinden önceki ve sonraki zamanların ve zamanlarda saklı olan bütün hadisatın hakikatı, evvel ile ahirin, zahir ile batının hükümdarı, iki cihan güneşi ve kâinatın fahrı (bütün mevcudat ve mahlûkatın övünç kaynağı) zuhur etmişlerdir. İşte bu zuhur; imanın zuhurudur. İman da onunla birlikte zahir olmuştur. O imanın esasındandır. Onsuz iman olmaz, iman ise; Ona ruh ve vücut vermiştir. İman olmazsa Oda olmaz. Burada artık şunu söyleyebiliriz: iman varlığı, Resulüllah'la birlikte tam bir beşer şeklinde tezahür etmiştir. Resulüllah'taki bu keyfiyeti, Allah teyit ve tasdik için, Ona Cibril-i Emini de tam bir beşer suretinde göndermiştir, Bu durumu Allah: "Biz O'na ruhumuzu göndermiştik de, işte ruhumuz Ona kusursuz tam bir beşer suretinde görünmüştü."[19] Mealindeki ayet-i kerime ile haber vermektedir. Başka bir ayet-i kerimede ise: "Sana ruhtan soruyorlar. De ki, ruh Rabbimin emrindendir."[20] Buyrulmuştur, Allah'ın emrinden olan bu ruhun Resulüllah'ta olduğu muhakkaktır. Allah'ın emrinden olan ve Resulüllah'a beşer seviyesinde görülen bu ruh, Resulüllah'ta bulunan Kelime-i Şahadet nurudur.
Beşer seviyesinde ve beşer suretinde tezahür eden imanı; ancak insan temsil edebilir. Çünkü insandaki suret ve biçim, suretlerin en güzeli ve en mükemmelidir.
İnsan sureti, insan şekli; suretin bittiği, sona erdiği ve suretsizliğin başladığı yerdir. En kutsi hakikatler, ancak ve ancak en güzel ve en mükemmel suretlerle temsil edilebilir. Mümkün olabilen en kamil suret ise; insanla zahir olan, Rahman suretidir. Suretlere suret olan, bütün suretlerin aslı ve ruhu olan Hz. Muhammed: (SAV) iman varlığının suretlenip, şahsiyetlendiği bir Zattır. O, imanı (Allah'ı) temsil edebilme istidadına ve imkanına sahip olan, en ekmel ve en şerefli varlıktır.
Elbette ki O, Allah'la insanlar arasında bir iman ve bir rabıta olarak daima mevcut bulunmaktadır.
Ebette O, en büyük iman, en büyük insan, imanı hakiki ve imam billahtır.[21]
http://i272.photobucket.com/albums/j...n27/logo-1.gif
Üstad Sufi Necmeddin er-Razi "Birsadu'l-ibad" adlı eserinde şöyle diyor: "Bir ağacın oluşunda, nasıl ilk önce bitki olarak bir tohum ekilir, bitkiden dallar, sonra yapraklar ve ardından da kendisinde tohum taşıyan meyve meydana gelirse, aynı şekilde nübüvvet dairesi de, Hz. Peygamberin beşeri tezahürüyle sonuçlanmak üzere, Muhammedi hakikatle, (yani) Hz. Muhammed'in iç gerçeği ile (batıni ve manevi özüyle) başlamıştır. O böylece kendi varlığı ile sentezleştirdiği ve birleştirdiği peygamberlik dairesinin, esasta başlangıcı ama dışta sonuncu olmaktadır. O dışta; beşeri bir varlık ama içte ise ; "evrensel insandır." Her manevi mükemmelliğin ölçüsü ve mizanıdır. Bizzat Hz. Peygamber, şu hadiste olduğu gibi, kendi tabiatının bu içsel yönüne imada bulunur. "Ben "mim" siz Ahmed'im (yani birlik'i ifade eden ahed), ayn'sız bir Arab'ım (yani Cenab-ı Hakk'ı ifade eden Rabb), Beni gören Hakk'ı görmüş gibi olur"
Bu sözler, Hz. Peygamber'in (SAV) Allah'la münasebetini ifade buyurur. Bu gerçek, Gülşen-i Raz'dan alınan şu Farsca şiirde olduğu gibi, asırlar boyunca nice defalar tasavvuf ehli tarafından tekrarlanıp durmuştur:
"Ahmed ile Ahed arasında, yalnız bir mim farkı vardır.
Alem ise; bu bir tek mim'de gark olmuş durumdadır."
Hz. Muhammed'in Batıni ismi Ahmed'i, Allah'tan ayıran bu mim, asla yani (öze) dönüşü, ölümü (mevt) ve ebedi gerçeklere uyanışı sembolize eder. Onun sayısal eşdeğerliliği, İslam'da peygamberlik yaşını bildiren kırktır. Hz. Peygamber(SAV), dışta Allah'ın insanlara elçisidir. Özde ve hakikatte ise; Cenab-ı Hakk'la sürekli beraberlik içindedir. Tevhid iklimindedir. Çünkü Ahmed, Ahed'in tezahür ve tecellisidir.
İslam'da; peygamberlik müessesesine ayrılmaz şekilde bağlı bulunan "kamil insan" doktrini, İslam üzerine sonradan yapılan tesirlerden kaynaklanmış olmaktan uzaktır. Bu daha çok Hz. Peygamberin arasında bulunduğu sahabeleri içerisinde, zahiren ve samimiyetle kendisine tabi olanların yanında, Batıni mesajının da mirasçıları olanların, Resulüllah'ta şahit oldukları hakikate dayanmaktadır. İslam'ı; manevi ve entelektüel boyutundan mahrum etmek isteyenler bu temel doktrini sonradan yapılan bir taklitmiş gibi göstermeye çalışır. Sanki Hz. Peygamber (SAV), gerçek tabiatı içinde böyle olmasaydı; sadece, kendisine böyle bir makam atfedilmesiyle, bu denli etkili ve sürekli tarzda; "Kamil insan ve Halifei Rahman" olabilecekmiş gibi sanılır. Halbuki bir kütleye, güneş demek; onun ışık saçması için yeterli olmayacaktır. Hz. Peygamber, daha sonra "kamil insan" ismini alan bu realiteye bizzat kendisi sahip bulunmaktadır. Yani bir şeyle "isimlendirilen" kendisine bu ismin verilmesinden önce, bu sıfatlara ve hakikatlere sahip olmalıdır. Vahyin kaynağından uzak olmaları nedeniyle, daha etraflı bir açıklamaya muhtaç bulunan gelecek nesiller ise: mürşit, müceddid ve mehdi vasıtasıyla bu sırrın gerçeğine ulaşacaktır.
Sonuç olarak denilebilir ki, Hz. Peygamber (SAV) bu gün de; hem sosyal ve siyasal hayatın mehdisi, hem de manevi hayatın ruhani rehberi konumundadır.[22]
http://i272.photobucket.com/albums/j...n27/logo-1.gif
Üstad Rahmetullah Şemseddin Yeşil Hoca Efendiden Bir Tevhid Dersinde şöyle anlatır:
HZ. MUHAMMED (S.A.V)
"Hakaik-i Muhammediye" bütün hakikatlerin aslı ve esasıdır.
Zahirde Hazreti Muhammed, Adem'in evladı, hakikatte ise; Adem ve Alem, Hazreti Muhammed'in evladıdır. (Yani Onun nurundandır)
Ey hakikat yolcusu! Şunu çok iyi bilmek lazımdır ki: İslam'da en büyük maksat:
"Alemlerin fahr-ı ebedisi, beşeriyetin hakiki mehdisi, nefs-i natıka-i kainatın (Bütün mevcudat ve mahlukatın aslı ve esası olan) kalbi, hilkatın (mastarı kaynağı) ve gayesi, mevcudatın efendisi, düşmanlarının tasdikiyle dahi, insanlığın en mükemmeli ve en büyük rehberi, en şerefli şahsiyeti, sözce ve özce en yükseği, ilim ve hikmetce en erişilmezi, ondört asırdan beri adil ve asi şeriatiyle ve şefaatiyle ve elinde en sağlam şahidi ve delili olan Kur'anı Kerimiyle kainatı nurlandıran Hazreti Muhammed'i (aleyhisselatü vesselamı) tanımak ve Ona iman ile tabi olup anlamak için irfan tedarik etmektir...
Bu bir kısmet meselesidir. Ve bu öyle bir irfandır ki, bütün ilimlerin fevkindedir.
Hadisat ve tasavvurattan (yaratılmışlardan ve hayal olanlardan, Zatı itibarıyla) münezzeh olan... Her Şe'nde kayyumiyet'i zatiyesi meşhud bulunan (yani her hal ve hadisede, canlı ve cansız her şeyde, göklerde ve yerde sürekli tezahür ve tecelli halinde olan)... Bir şeyi her şey, her şeyi bir şey yapan... Bu alemlere sonsuz merhametiyle imdad buyuran...Bütün ihtiyaçları giderip doyuran...Vücudu ile mevcut, sıfatı ile muhit, esması ile ma'lum, ef'ali ile zahir, asarı ile meşhud olan Canab-ı Hak, bilinmesini diledi...Ve Kelime-i Şehadet nurundan Alemi ve Ademi halk eyledi.
Bütün mevcudat; Besmele'de bulunan ALLAH, Rahman ve Rahim isimleriyle (esma-i ilahi) vücuda gelip var edilmektedir. Ve de bütün mevcudat; Allah'ın Cemal ve Celal denilen iki kudret parmağının arasında şekillenmektedir.
İsm-i Celal olan: "ALLAH" Lafzı; ism-i Zattır.
İsm-i Kemal olan: "ERRAHMAN" Lafzı; ism-i Sıfattır.
İsm-i Cemal olan: "ERRAHİYM" Lafzı; ism-i Ef'aldır.
Ve Cenabı Hak, Hazreti Muhammed (aleyhisselatü vesselam)'a hitaben:
"Küntü kenzen mahfiyyen, feahbebtü en u'refe, lehalaktül halka leu'ref"
Ferman-ı sübhanisinde:
"Ben gizli bir hazine idim, bilinmekliğimi murad ettim, zatımdan zatıma vaki olan tecellide, zulmetin mukabili olmayan ve muhabbet-i ilahimin sureti olan Nurü'l - Envar zahir oldu, ismini "Hamd olunmuş" ma'nasına "MUHAMMED" koydum. Suret-i subhanimin mazharı ve temsili, muhabbet-i ilahimin tecellisi oldu. Ve kendisini kendime ayine yaptım" buyurur ve sıfatlarının aksini ve gölgesini orada tecelli ettirir.
Yine Cenab-ı Hak, Habibi Kibriyası hakkında:
"Hüvelleziy ersele resulehu bilhüda ve dinil hakki liyuzhirehu aleddini küllihi velev kerihel kafirun. Velev kerihel müşrikun" ayetini indirmiştir.
Meal-i alisi:
"Habibim Muhammedim!
Varidat-i ilahimle seni teçhiz ettim, vikaye-i ilahimden sana zırh giydirdim ve seni böylece alemlere rahmet olarak gönderdim. Kafirler patlasa, müşrikler çatlasa, münafıklar çıldırsa, mürtedler sızım sızım sızlasa... kıvrım kıvrım kıvransa.... Yine de Sen, muhakkak galip geleceksin. Ben senin azamet-i Ahmedini ila maşaallah devam ettireceğim. Bidayetsiz ezelden, nihayetsiz ebede kadar, Senin sözün geçecek ve hükmün yürüyecektir. Şanın ve namın (beş vakit ezanlarla, okunan Kur'anlarla ve getirilen salavatlarla ve uygulanacak şeriatınla) ebede kadar ilan edilecektir. Dinin ve adalet düzenin; aklen ve ilmen her zaman galip gelecektir. Çünkü hilkatden gaye sensin. Seni kendim için, Alemleri de senin için halk eyledim.
"Hem bütün kainat irtidat (ve seni inkar) etse, yine mahzun olmaman gerekir. Çünkü Sana ilk iman eden benim. Senin risaletine, Allah'ın şahid oluşu elbette yeterlidir!...
"Ve kefa billahi şehiden"
Allah'ın şahadeti kafi değil midir?
Sana Kelime-i Şahadet getiriyorum! Işte: (Muhammedün Resulüllah) diyorum!..
Esma-i ilahimden bir ismini de: "MÜMİN" koydum,
Peki Ben kime iman ettim? Ey habibim Muhammedim! Sana... sana !"
Bu emirler ile bütün mevcudata takdim edilen ve aktar-ı cihanda günün beş vaktinde resmen " Eşhedü Enne Muhammeden Resulullah" nam-ı celili ile şerefi yüceltilen Peygamber-i Hak; Nur yüzünü bile görmeden, dudaklarından dökülen mübarek sözünü işitmeden, sadece bir mutlu habere gönül verdirerek, on dört asırdan beri ruhlarda yer alıp, milyarlarca insanı, maddi hiçbir şey vermeksizin, aşk ile peşinden koşturan Sultan-ı Kâinattır.
http://i272.photobucket.com/albums/j...n27/logo-1.gif
<<< ( KELİME-İ ŞAHADET GETİRMENİN İNSANA FAYDALARINA BAKALIM ) >>>
<<< ( DÜNYADAKİ 5 FAYDASI ) >>>
1- Adı güzel çağrılır
2- İslamın emir ve yasakları kendisine farz olur
3- Cezadan ve aşağılanmaktan kurtulur
4- ALLAHü azim-üş-şan, ondan razı olur
5- Cümle müminler ona muhabbet eder
<<< ( ÖLÜRKEN OLAN 5 FAYDASI ) >>>
1- Azrail aleyhisselam ona güzel suretle gelir
2- Yağdan kıl çeker gibi ruhunu alır
3- Cennet kokuları gelir
4- Müjdeci melekler gelir
5- Merhaba yâ mümin! Sen cennetliksin denir
<<< ( KABİRDEKİ 5 FAYDASI ) >>>
1- Kabri geniş olur
2- Münker ve Nekir güzel suretle gelir
3- Bir melek ona bilmediğini talim eder( öğretir )
4- ALLAHü azim-üş-şan bilmediğini hatırına getirir
5- Cennetteki makamı görünür
<<< ( ARASAT'TA OLAN 5 FAYDASI ) >>>
1- Sual ve hesabı kolay olur
2- Kitabı sağından verilir
3- Mizanda sevabı ağır gelir
4- Arş’ın altında gölgelenir
5- Sıratı yıldırım gibi geçer
<<< ( CEHENNEMDE OLAN 5 FAYDASI ) >>>
1- Cehenneme girerse, Cehennem ehli gibi gözleri gök olmaz
2- Şeytanı ile çatışmaz
3- Ellerine ateşten kelepçe, boynuna zincir vurulmaz
4- Hamim suyundan içirilmez
5- Ebedi cehennemde kalmaz
<<< ( CENNETTE OLAN 5 FAYDASI ) >>>
1- Cümle melekler ona selam verir
2- Sıdıklar ile refik olur
3- Ebedi cennette kalır
4- ALLAHü teala ondan razı olur
5- ALLAHü tealanın cemalini görür
http://i272.photobucket.com/albums/j...n27/logo-1.gif
<<< İHLÂSLA SÖYLENEN 'KELİME-İ ŞEHÂDET'İN AĞIRLIĞI İLE İLGİLİ Bİ KISAS ) >>>
Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz bir gün, ihlâsla söylenmiş bir kelime-i şehâdetin, âhirette mü'minin terâzisinin sağ kefesini nasıl yükselteceğini şöyle anlatmışlardır:
'Azîz ve Celîl olan Allah Teâlâ kıyâmet günü, ümmetimden bir adamı halkın içerisinden alır ve onun için doksan dokuz adet büyük defter açar. Her defter, gözün alabildiği kadar büyüktür. Allah Teâlâ adama sorar:
' Bu defterde yazılı olanları inkâr ediyor musun? Muhâfız kâtiplerim (olmadık şeyler yazarak sana) zulmetmişler mi? Kul:
' Ey Rabb'im, hayır, (hepsi doğrudur!) der. Allah Teâlâ sorar:
' (Bunları işlemenden dolayı beyan edeceğin) bir özrün var mı? Kul:
' Hayır, ey Rabb'im, der. Azîz ve Celîl olan Allah Teâlâ:
' Evet, senin bizim yanımızda (büyük ve makbul) bir de hasenen (iyiliğin) var. Biz bugün sana zulmetmeyeceğiz! buyurur. Hemen bir kart çıkarılır. Üzerinde, 'Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden Resûlüllah (Şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur. Ve şehâdet ederim ki, Muhammed Allâh'ın Resûlü'dür)' yazılı.
Sonra Allah Teâlâ buyurur:
' Ağırlığını (yani amellerini) hazırla! Kul sorar:
' Ey Rabb'im! Bu defterlerin yanındaki şu kart da ne? Allah Teâlâ ona:
' Sana zulmedilmeyecektir! buyurur.
Hemen defterler mîzânın bir kefesine konulur, kart da diğer kefesine. Tartılırlar. Neticede defterler hafif kalır, kart ağır basar. Esasen Allâh'ın ismi yanında hiçbir şey ağır olamaz!'
http://i272.photobucket.com/albums/j...n27/logo-1.gif