Bir evliya’nın son anları…
BEYAN ARAŞTIRMA EKİBİ
BİR EVLİYA’NIN SON ANLARI…
Alâeddin–i Attâr Hazretleri’nin ölüm hastalığına yakalandığı zamandı. Dünya hayatında ki, son anlarında talebeleri onun Şah–ı Nakşibendî hazretlerinin ruhaniyeti ile bir hayli sohbet ettiğine şahit oldu.
Buyurdu ki:
–Dostlar ve azizler hep gitti. Bazıları da arkalarından gitmek üzeredir. Elbette ki o âlem, bu âlemden üstündür.
Bundan sonra bir ara bahçedeki yeşilliğe gözleri takıldı. Yanında bulunan talebelerinden biri:
–Ne güzel sebzelik, deyince:
–Toprak da güzeldir. Bu âleme hiç meylimiz olmamıştır. Dostların gelip bizi bulamayınca, gönülleri kırık dönmelerinden başka kederimiz yoktur, buyurdu. Receb ayının yirmisine rastlayan Çarşamba gecesi, son nefesinde "Lâ İlâhe illallah Muhammed ün Resûlullah" diyerek vefat etti.
Vefat ettiği gece, sevenlerinden biri onu rüyasında gördüğünde, ona buyurdu ki:
"Allah–ü Teâla'nın bize verdiği nimetler ve ihsanlar, yazı ile söz ile anlatılamaz. Bunlardan en küçüğü şudur ki: Kabrimin kırk fersah uzaklığına defnedilmiş olanların, benim şefaatim ile affolunacağı, mağfiret buyrulacağı buyruldu."
ALLAH DOSTLARI KİMSEYİ HOR GÖRMEZ
Muhammed Baki–billâh Hazretlerinin komşularından bir genç içki içer, her türlü fuhşiyatı yapardı. Muhammed Baki–billâh Hazretleri, bunu duyar, ıslahı için dua eder, sabırla sonucunu beklerdi. Bir gün Hâce Hüsâmeddîn'in haber vermesiyle, görevliler o genci yakaladılar ve hapse attılar.
Muhammed Baki–billâh bunu duyunca, Hâce Hüsâmeddîn'i çağırıp ona sitem etti. Hâce Hüsâmeddîn:
–Öyle fâsık, öyle kötü bir kimsedir ki, kötülükleri sayısız ve başkalarına zarar verir hâldedir, deyince, Baki–billah Hazretleri üzüntülü bir şekilde, derin bir âh çekip buyurdu ki:
–Sen kendini sâlih, temiz ve hayırlı gördüğün için senin nazarında o, fâsık, kötü ve şerir görünüyor. Fakat biz ki, hiçbir şekilde kendimizi ondan farklı görmüyoruz. Nasıl olur da onun zararına bir söz söyleriz?
Sonra o genci, araya girerek hapisten çıkardılar. O genç, komşusu Muhammed Baki–billâh hazretlerinin yakın alâkası ve şefkati karşısında son derece memnun olup, günahlarına tövbe etti. Kötü işlerden vaz geçti ve sâlihlerden oldu.
ALLAH EVLİYASINA UZAĞI YAKIN EDER
Bir gün Emir Külâl Hazretleri talebelerine sohbet ederken, kendisinde manevi bir hâl meydana geldi. Talebelerine anlattığı konuyu yarıda keserek, Kâbe'nin ahvalini anlatmaya başladı. Kâbe'de hac yapanların, o anda neler yaptıklarını, nasıl tavaf ettiklerini, Safa ile Merve arasında nasıl gidip geldiklerini, sanki görür gibi anlatıyordu…
Talebelerinden biri merakını gizleyemedi:
–Hocam! Kâbe'yi görür gibi anlatıyorsunuz? Kâbe buraya çok uzaktır, bu ne haldir? Emir Külâl Hazretleri oturduğu yerden kalkıp talebesinin yanına vardı ve elinden tuttu:
–Evladım! Gözlerini kapat, başını kaldır, bak bakalım ne göreceksin, dedi.
Talebe söyleneni yaptı. Birden Kâbe ve tavaf edenler gözünün önüne geldi. Hocası Emir Külâl Hazretleri de tavaf edenler arasında bulunuyordu. Bunun üzerine talebe hayretler içinde kalıp, Emir Külâl Hazretlerinin ellerine kapandı, anlayışsızlığından dolayı af diledi. Emir Külâl Hazretleri:
–Evladım! Bir kimse ki, kendisinde olmayan bir şeyi, başkasında da yok zanneder. Kişi bilmez ki; gönül aynası açılmadıkça, hiçbir şey görülmez, idrak edilmez, dedi.
GIYBET ORUÇ BOZDURUR
Abdullah–ı Dehlevî Hazretleri, gıybet, dedikodu, arkadan konuşmayı sevmez, yanında yapılmasına asla rıza göstermezdi. Bir gün onun meclisinde Hindistan hükümdarı çekiştirilir. O gün Abdullah–ı Dehlevî hazretleri oruçluydu, buyurdu ki:
–Orucum bozuldu.
Orada bulunanlar:
–Efendim, gıybeti siz yapmadınız, dedi.
Abdullah Dehlevî Hazretleri:
–Gıybeti yapanda, dinleyende günaha ortaktır, dedi.
RUM KAYSERİ’NİN KIZI DELİRMİŞ
İbrahim–i Havvâs hazretleri anlatıyor.
"Bir sene, hacca gitmeye niyet ederek yola çıktım. Ne zaman Kâbe–i şerif tarafına gitmek istedimse, gayri ihtiyarî ters istikamete doğru gidiyordum. Allah–ü Teâlâ'nın iradesi beni bu tarafa çekiyordu. En sonunda Bizans’a doğru gitmeye karar verdim. Şehre girdim. Yüksek bir köşk gördüm. Kapısı önün de, bir kısım insanlar toplanmıştı, içlerinden birine sordum:
–Niçin toplandınız?
–Rum Kayserinin kızı delirmiş, çâre bulmak için şehrin bütün doktorlarını buraya topladılar, dedi.
Bunda bir hikmet olsa gerek deyip içeri girdim. Odada Kayser'in kızı ile karşılaştım. Kayser'in kızı beni görünce:
–Ey İbrâhim–i Havvâs! Hoş geldin, dedi.
Ben, hayret içinde:
–Beni nasıl tanıdınız? diye sordum:
–Cânımı cânâna teslim etmek istedim ve Hak Teâlâ'dan sevdiği bir kulunu yanımda bulundurmasını niyâz ettim. "İbrâhim–i Havvâs sana gönderildi," diye bir nida duydum, dedi. Bunun üzerine:
–Peki hastalığınız nedir? diye sorduğumda kız:
–Bir gece dışarı çıkıp, ibret nazarı ile gökyüzüne baktım. Allah–ü Teâlâ Hazretleri, beni benden aldı. Kendimden geçtim. "Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah" kelimesi dilime, mâ-nâsı kalbime geldi. Bu kelimeyi dilimden düşürmez oldum. Bu sebepten hâlime delilik, bana da deli, dediler, diye cevap verdi.
O zaman ben:
–Bizim diyâra gelmek ister misin? deyince, o da:
–Sizin diyârda ne vardır? dedi.
–Mekke, Medîne, Beytülmukaddes var, deyince:
–Sağ tarafına bak, dedi. Baktım, bir düzlükte Mekke, Medîne ve Beytülmukaddes karşımda duruyordu. Hayret içinde mukaddes beldeleri seyre dalmıştım ki, kızın sesini işittim:
–Vakit yaklaştı, istek ve arzu haddi aştı, dedi ve Kelime–i şehâdet getirip rûhunu teslim etti.
EY KUL! DİLE BENDEN NE DİLERSEN
Eşrefoğlu Rumî Hazretleri bir gece dergâhında ibadet ediyordu. Bu sırada bir ışık peyda oldu. O ışıktan şöyle bir hitap duyuldu:
"Ey kul! Dile benden ne dilersen. Bütün haram olan şeyleri sana helâl kıldım." Eşrefoğlu Rumî Hazretleri bir anda Allah–ü Teâlâ'nın izni ile sesin sahibi olan şeytanı yakaladı. Avucunun içinde sıkmaya başladı. Şeytan:
–Yâ şeyh! Ne yapıyorsun? Allah bana kıyamete kadar mühlet vermiştir. Sen ise beni öldürmek istiyorsun, deyince, Eşrefoğlu:
–Ey mel'ûn! Sen benim talebelerimin ve dostlarımın imanlarına kastetmeyeceğine dâir söz verirsen, salarım, dedi. Şeytan da:
–Onların îmânlarına kastetmeyeceğime söz veriyorum, dedi. Bunun üzerine Eşrefoğlu Rûmî:
–Ey mel'ûn! Allah–ü Teâlâ ile olan ahdine vefâ etmedin. Benimle olan ahdine mi vefâ edeceksin. Bildiğin şeyden geri kalma, dedi ve Şeytanı saldı.
Durumu talebelerine anlatınca talebeleri:
–Onun şeytan olduğunu nereden anladınız? diye sordu:
–Bütün haramları sana helâl kıldım, deyince anladım. Çünkü Allah–ü Teâlâ'nın haram ettiği şeyler zâta mahsus değildir. Kıyamete kadar bâkidir, buyurdu.
BESMELENİN HÜRMETİ
İbrâhim Gülşenî Hazretleri bir gün talebeleriyle sohbet ediyordu. Bir ara talebelerinden biri:
–Efendim! Allah–ü Teâlâ'nın ihsânı ile kabirdeki ölülerin azab veya nîmet içinde oldukları bilinebilir mi? Duâ ederek azapta olanın azâbı kaldırılır mı? diye sordu.
İbrâhim Gülşenî Hazretleri:
–Allah–ü Teâlâ'nın sevdiklerinden biri bir kabre uğradığında, kabirdekinin azab içinde olduğunu gördü. Aradan bir müddet geçtikten sonra, tekrar o kabrin yanına uğradı. Kabre teveccüh ettiğinde, azâbın kaldırılmış olduğunu gördü. Hayret ederek düşünceye daldı. O sırada kendisine bir hitâb geldi. Deniyordu ki:
"Bu kabirde yatan kimsenin küçük bir çocuğu vardı. Annesi o çocuğu ilim öğrenmeye gönderdi. Çocuk Besmeleyi öğrenince, Besmelenin hürmetine babasının azâbı kaldırıldı."
HIZIR ALEYHİSSELAM İLE ARKADAŞLIK YAPTIM
Muhyiddîn–i Arabî Hazretleri anlatıyor:
"Bir gün Tunus limanında idim. Vakit geceydi. Kıyıya yanaşmış gemilerden birisinin güvertesine çıktım. Etrafı seyretmeye başladım. Denizin üzerinde ay doğmuş, fevkalâde güzel bir manzara oluşturmuştu. Bu manzarayı, Cenâb–ı Hakk'ın her şeyi ne kadar güzel ve yerli yerinde yarattığını tefekkür ederken dalmıştım. Birden ürperdim. Uzaktan, uzun boylu, beyaz sakallı bir kimsenin suyun üzerinde yürüyerek geldiğini gördüm. Nihayet yanıma geldi. Selâm verip bazı şeyler söyledi. Bu arada ayaklarına dikkatle baktım, ıslak değildi. Konuşmamız bittikten sonra, uzakta bir tepe üzerindeki Menare şehrine doğru yürüdü. Her adımında uzun bir mesâfe katediyordu. Hem yürüyor, hem de Allah–ü Teâlâ'nın ismini zikrediyordu. O kadar güzel, kalbe işleyen bir zikri vardı ki, kendimden geçmiştim. Ertesi gün şehirde bir kimse yanıma yaklaşarak selâm verdi:
–Gece gemide Hızır aleyhisselâm ile neler konuştunuz? O neler sordu, sen ne cevap verdin? dedi. Böylece gece gemiye gelenin Hızır aleyhisselâm olduğunu anladım. Daha sonra Hızır aleyhisselâm ile zaman zaman görüşüp sohbet ettik, ondan edeb öğrendim.
Cevap: Bir evliya’nın son anları…
"Allah–ü Teâla'nın bize verdiği nimetler ve ihsanlar, yazı ile söz ile anlatılamaz. Bunlardan en küçüğü şudur ki: Kabrimin kırk fersah uzaklığına defnedilmiş olanların, benim şefaatim ile affolunacağı, mağfiret buyrulacağı buyruldu."
Allah rahmet etsin
Cevap: Bir evliya’nın son anları…
RABBİM BU BÜYÜKLERİMİZİ BAŞIMIZDAN EKSİK ETMESİN ONLARIN YÜZÜ SUYU HÜRMETŞNE MEVLAM BİZİ TAŞKINLIKTAN KURTARSIN İNŞ BU BÜYÜKLERİMİZİN HAYIR DUALARIUNI HERZAMAN ALMAMIZI NASİP EDER İNŞ
KARDEŞİM ELİNE EMEĞİNE VE O GÜZEL YÜREĞİNE SAĞLIK ALLAH cc RAZI OLSUN
Cevap: Bir evliya’nın son anları…
Amin Yorumlarınız için Teşekkürler...