Hz. Hubeyb ile Hz. Zeyd’in şehâdeti

Lihyanoğulları tarafından Mekke’ye götürülen Hz. Hubeyb bin Adiyy ile Zeyd bin Desinne Bedir’de yakınları öldürülenler tarafından satın alınmış ve hapsedilmişlerdi. Kureyş’in kararı bu iki Sahabîyi şehid etmekti. Bir müddet hapiste işkence ve eziyetlere maruz bıraktıktan sonra, bir gün alıp ikisini birlikte Ten’im mevkiine götürdüler. İki kahraman Sahabî son olarak kucaklaşıp birbirlerine sabır tavsiyesinde bulundular.

Ten’im denilen yer, sanki bayram yeriymiş gibi, çoluk çocuk, genç ihtiyar, kadın erkekle dolmuştu. Bu iki ma’sum Sahabînin ma’ruz kalacakları gaddar hareketi seyre gelmişlerdi. Hürriyet ve insanlığı ayaklar altına alan canîleri alkışlamaya koşmuşlardı. Yarım kalan Uhud muvaffakiyetleriyle, Bedir mağlubiyetinin acısını çıkaramadıklarını biliyor ve o acıyı, hıncı ve intikamı, bu iki ma’sum, müdafaasız ve silâhsız Sahabîyi darağacında sallandırmakla almaya çalışıyorlardı.

Çukur kazılmış, direk dikilmişti. Hz. Hubeyb’i direğe doğru götürdüler. Gönlü Allah ve Resûlünün muhabbetiyle dopdolu Hz. Hubeyb, telâşsız, tereddütsüzdü. Dini uğrunda şehid olmayı en büyük şeref biliyordu. İki rekât namaz kılmak için müsâade istedi. İzin verilince bütün samimiyeti ile Yüce Mevlâsının huzuruna yöneldi. İki rekât namazını kıldıktan sonra müşriklere dönerek, “Vallahi,” dedi, “eğer Hubeyb ölümden korktu da namazı uzattı demeyecek olsaydınız, namazı uzatır ve çoğaltırdım.”1 Hz. Hubeyb bu hareketiyle, idamdan önce, iki rekât namaz kılma âdetini de başlatan ilk insan oluyordu.2

Müşrikler ona, “Muhammed’in dinini terk eder ve ecdadının dinine dönersen sana emân veririz!” dediler.

Kahraman Sahabî, “Vallahi hayır! İslâmdan asla dönmem. Hattâ dünya, içindekilerle beraber bana verilse yine de dönmem!” diye cevap verdi.

Bu sefer müşrikler, “Doğru söyle, şimdi senin yerinde Muhammed olsa ve sana bedel o öldürülse memnun olurdun, değil mi?” diye sordular.

Gönlü Resûlullaha muhabbetle yanıp tutuşan Sahabîden gelen cevap müşrik cânileri şaşırttı, tüylerini diken diken etti:

“Allah’a yemin ederek söylüyorum ki, Peygamberimin ayağına bir diken batmaktansa, evimden, hayatımdan, çoluk çocuğumdan olmaya razıyım.”

Müşrikler fedakârlığın böylesini görmemiş, Allah ve Resûlüne bağlılığın tatlı saâdetini yaşamamış oldukları için Hubeyb Hazretlerinin bu cevaplarına gülüp geçiyorlardı.

Etrafına bakan büyük insan hiç bir nurânî yüz göremiyordu. Bütün suratlar abustu, şirkin çirkinliği yüzlerine aksetmişti sanki. Resûlullaha selâmını iletecek kimseler yoktu o kocaman kalabalıkta. Bizzat kendi ağzıyla, hayatını uğruna fedâ ettiği Resûlullaha darağacında selâm yollamaktan başka çaresi yoktu. Şöyle niyazda bulundu:

“Allah’ım, şu anda düşman yüzlerden başka yüz göremiyorum. Allah’ım, şurada selâmımı Resûlüne ulaştıracak hiç kimse yok. Ne olur, ona selâmımı Sen ulaştır.

“Allah’ım! Sen, bize Resûlünün peygamberliğini bildirdin. Bize revâ görülenleri de ona sabahleyin bildir.”1

Bu hazin duâ yapılırken, Resûl-i Ekrem Efendimiz de Medine’de Hubeyb’in selamını, “Aleykesselâm” diyerek aldı. Sonra Ashabına dönerek, “Kureyş, Hubeyb’i şehid etti” buyurdu.

Hz. Hubeyb ise şehid edilmeden önce, eli kolu ağaçtan direğe bağlı bekletiliyordu. Karşılarında, babaları öldürülmüş kırk genç ellerinde mızraklarla duruyorlardı. Emir alınca dört bir taraftan mızrakları bu aziz Sahabînin vücuduna batırmaya başladılar. Hubeyb’in işkenceler altında ruhunu teslim etmesini istiyorlardı. Bir ara Hz. Hubeyb’in yüzü Kâbe’ye döndü. Allah’a bundan dolayı hamdetti, “Hamdolsun O Allah’a ki, yüzümü, kendisinin, Resûlünün ve mü’minlerin razı oldukları kıbleye çevirdi” dedi.

Kureyş müşrikleri buna da tahammül edemediler ve onun yüzünü Kabe’den çevirdiler. Fakat, fedakâr Sahabî yüzü Kâbe’ye doğru şehâdet makamına erişmek istiyordu. Rabb-i Rahimine, “Allah’ım! Eğer ben Senin katında hayırlı bir kul isem, yüzümü kıblene çevir” diye yalvardı.

Kıbleye çevrilen Hubeyb Hazretlerinin yüzünü müşrikler bir daha başka tarafa çeviremediler.2

Hz. Hubeyb’in ruhuyla yüce âlemlere yükselme zamanına kısa bir süre kalmıştı. Ruhunu teslim etmeden önce kendisine, Allah ve Resûlüne îmân ve muhabbetten dolayı bu zulmü, bu eziyeti revâ görenlere şöyle bedduâ etti:

“Allah’ım! Kureyş müşriklerini mahvet! Topluluklarını tarumâr et! Onların birer birer canlarını al! Hiç birini sağ bırakma Allah’ım!”3

Yüksek sesle yapılan bu bedduâ, Ten’im mevkiinde yankılandı. Îmânsız kalblere müthiş bir korku verdi. Kimisi yüzü koyun yere uzandı, kimi kulağını tıkadı. Bu korku Hubeyb Hazretlerinin şehadetinden çok sonraya kadar da devam etti.

Mızraklar göğsüne saplı Hz. Hubeyb o ibret verici manzara içinde bir müddet Allah’ın varlık ve birliğini, Resûlünün Hak Peygamberliğini şirk ehlinin suratlarına haykırdı. Az sonra da hayatını şehâdet mertebesiyle noktaladı.

Böylece Allah yolunda darağacında ruhunu teslim eden ilk Müslüman oldu.

Hz. Hubeyb’in şehâdetini, Hz. Zeyd’in şehâdeti takib edecekti. Müşrikler onu da Ten’im’e alıp getirmişler ve darağacına bağlamışlardı. Hz. Hubeyb’e yapılan tekliflerin aynısı ona da yapıldı. Fakat, bu büyük Sahabî de, Hubeyb’in verdiği aynı cevapları pervasızca verdi. Ebû Süfyan bu durum karşısında hayret ve takdirini gizleyemedi, şu itirafta bulundu:

“Ben, insanlar arasında Ashabının Muhammed’i sevdiği kadar hiç bir kimsenin, hiç bir kimseyi sevdiğini şimdiye kadar görmüş değilim.”1

Tekliflerinden netice alamayan müşrikler, Hz. Zeyd’i oklarına hedef aldılar ve onu da şehid ettiler. Cesedi bağlı bulunduğu yerde kalan büyük Sahabînin ruhu kimbilir hangi yüce âlemde tayeran ediyordu…

Her iki Sahabî de îmânlarında, Allah ve Resûlüne sadakatte zerre kadar tereddüde düşmeden işte böylesine imrenilebilecek güzel bir surette hayat defterlerini kapadılar.

* * *