***
DIŞARDA
Points: 455.346, Level: 100
Level completed: 0%,
Points required for next Level: 0
Overall activity: 100,0%
Achievements


Abdullah Bin Revâha
Abdullah Bin RevâhaResûlullahın şâiri.
Hicretin yedinci senesi idi... Sevgili Peygamberimiz ve Eshâbı hep birlikte, Medîne'den hareket ettiler. Niyetleri; Mekke'ye varıp "mübârek" Kâbe'ye yüzlerini sürmekti. Çünkü geçen sene müşrikler, buna engel olmuşlardı. Fakat bu yıl için anlaşmaları vardı.
Böylece Resûlullah efendimiz ve arkadaşları, umre ibâdetlerini de ifâ etmiş, yerine getirmiş olacaklardı.
Mekke'ye yaklaşırken Resûlullah efendimiz Kusvâ adlı devesinin üzerinde ve devenin yuları da Abdullah bin Revâha'nın elinde bulunuyordu. Abdullah bin Revâha, hem şiirler söylüyor, hem ilerliyordu:
Bırak yâ Ömer
Bu şiirleri işiten Hazret-i Ömer, hiddetlendi ve:
- Ey Abdullah! Beytulah'ın önünde ve Peygamber efendimizin huzurlarında, nasıl böyle şiir söyliyebilirsin, diye çıkıştı.
Fakat sevgili Peygamberimiz:
- Bırak Yâ Ömer! Allaha yemîn ederim ki, Abdullah'ın sözleri; düşmana, ok saplamasından fazla te'sir eder. Ey Revâha'nın oğlu devam et! buyurdular.
Peygamber efendimiz biraz sonra Hazret-i Abdullah bin Revaha'ya;
- Allahü teâlâdan başka ilah yoktur! Bir olan O'dur! Va'dini gerçekleştiren O'dur! Bu kuluna yardım eden O'dur! Askerlerini güçlendiren O'dur! Toplanmış olan kabileleri, bozguna uğratan da yalnız O'dur, de! buyurdu. Ve hayır duâda bulundu.
Abdullah bin Revâha da söylemeye devam etti. Diğer Eshâb-ı kirâm da onun söylediklerini tekrar ediyordu.
Hakikaten o zamanlar, şâirlerin önemi çok fazlaydı. Çünkü radyo, gazete, tv. gibi propaganda araçları mevcut değildi. Bu yüzden herkes kendi fikirlerini, şiirle beğendirmeye çalışıyordu. Veya aksine beğenmediklerini de, ancak o yolla tenkîd edebiliyordu. Şâirler bu yüzden çok önemliydiler...
Din düşmanları da aynı yolu, acımasızca kullanıyorlardı. Puta tapan ve kâfir şâirler; alçakça İslâmiyete saldırıyorlardı. Dînimiz ve Peygamber efendimizle, utanmadan alay ediyorlardı.
İslâmın büyük şâirleri
İşte bu hâin propagandaya karşı, islâmın ilk büyük şâirleri üç kişiydiler: Hassân bin Sâbit, Kâ'b bin Züheyr ve Abdullah bin Revâha hazretleri.
Bunların yazdığı Beyit ve Kıt'alar, hemen ezberlenirdi. Her yerde tekrarlanan bu şiirler, kâfir kalblerine ok gibi saplanıyordu.
Ama günün birinde, şâirler için âyet-i kerîme indi. Cenâb-ı Hak, Kelâmında meâlen buyurdu ki:
"... Onlara, şâirlere ancak, sapıklar uyarlar..."
Bu şiddetli hitap karşısında, Hazret-i Abdullah ve arkadaşları ağlamaya başladılar. Bunu gören Peygaber efendimiz, âyetin devamını okudular:
"... Ancak îman edip, iyi işler yapanlar ve Allahı çok ananlar müstesnâ, Onlar öteki şâirler gibi değildirler..."
Hazret-i Abdullah ve arkadaşları da, başka türlü değillerdi ki. Ancak dînimizi övüyor, din düşmanlarını yeriyorlardı. Ayet-i kerimenin devamı gelince, üzüntüleri sevince dönüştü.
Mübârek bir cum'a günü sevgili Peygamberimiz, mescidde hutbeye çıktılar.
Hazret-i Abdullah da telâşla, cum'aya yetişmeye çalışıyordu. Henüz epeyce ilerde, "Beni Ganm"de bulunuyordu. Tam o sırada, Peygamber efendimizin:
- Oturun! buyurduklarını işitti.
Derhal bulunduğu yere oturdu. İki Cihân Güneşi'nin hutbeleri bitinceye kadar da, yerinden kalkmadı. Bu hâli gören Müslümanlar, durumu Peygamber efendimize arz ettiler:
Resûlullaha itâ'at
- Yâ Resûlallah! Revâha oğlunun, nerede oturduğunu görüyor musunuz?
Sevgili Peygamberimiz o tarafa doğru baktılar.
- Çünkü sizin "oturun" emrinizi, orada duydu ve hemen oturdu!.. dediler.
Peygamber efendimiz bu hareketten çok hoşlanıp, Hazret-i Abdullah'a:
- Cenâbı Hak senin, yüce Allaha ve Resûlüne olan itâatte hırsını arttırsın, diye dua buyurdu.
Hazret-i Abdullahın şâirliği kadar, cengâverliği de (savaşçılığı) meşhurdu. Peygamber efendimizle birlikte, bütün savaşlara katıldı. Hepsinde büyük kahramanlık gösterdi.
İşte bunlardan biri de Hicretin 8. yılındaki Mûte gâzâsıdır. Sefere çıkılmasının sebebi, bir İslâm elçisinin öldürülmesidir.
Resûlullah efendimiz, Bizans imparatoruna bağlı Busrâ emîrine de bir mektup yollandı. Fakat küstah emîr, aldığı islâma dâvet mektubunu yırttı. Üstelik islâm elçisini de, hâince şehîd etti. İşte bu alçaklığa üzülen Allahü teâlânın Resûlü, o zâlimler üzerine kuvvet göndermeye karar verdi.
Hepsi de gönüllü olan 3.000 kişilik mücâhidler ordusu kısa zamanda hazırlandı.
İki cihan sultânı Peygamber efendimiz, öğle namazını kıldırdıktan sonra, bu mübârek orduyu bizzat uğurlamaya çıktılar. Sancağı şerîflerini, Hazret-i Zeyd'e teslim ettiler. Sonra da buyurdular ki:
- Cihâd için hazırlanan bu ordunun başına Zeyd bin Hârise'yi kumandan ta'yin ettim. Şâyet Zeyd şehîd olursa, sancağı Ca'fer alsın. O da şehîd düşerse, Abdullah bin Revâha alsın. O da şehîd olursa sizler, istediğiniz birini Kumandan seçersiniz.
Niçin ağlıyorsun?
Herkes birbiriyle kucaklaşıyor, helâllaşıyordu. Bu sırada arkadaşları, Hazret-i Abdullah'ın ağladığını farkettiler:
- Niçin ağlıyorsun, ey Revâha'nın Oğlu, diye sordular. Cevap verdi:
- Vallahi, dünyâyı sevdiğim için ağlamıyorum. Sizlerden ayrılacağım için de değil.
- Peki, niçin ağlıyorsun?
- Peygamber efendimizden duyduğum, Allahın kelâmını hatırladım: "... İçinizden hiçbiriniz hâriç olmamak üzere hepiniz, Cehenneme varacaksınız..." deniyordu. İşte oraya cehenneme vardığım zaman, hâlim ne olacak diye ağlıyorum, dedi. Aradaşları, O'nu tesellî ettiler.