3 sonuçtan 1 ile 3 arası

Konu: Takdİm

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Takdİm


    TAKDİM


    "Hakikat-i İslamiye bütün siyasetlerin fevkındedir" diyen Bediüzzaman, "dinin siyasete alet ve tabî yapılmasına" bütün hayatı boyunca karşı çıkmıştır. 1911 yılında neşrettiği Münâzarât adlı eserinde, Meşrûtiyetin güzelliklerini anlatırken, dinin siyasete alet edilmesi durumunda hasıl olan zararlı neticeleri de nazara vermiş, 1920'de neşrettiği Sünûhat adlı eserinde din adına tarafgirâne siyaset yapanların dine ne denli zarar verdiklerini anlatırken de, "İsabet de etse mes'uldür" tesbitini yapmıştır. Cumhuriyet Türkiye'sinin idarecilerini dine hizmet etmeye teşvik ederken yapılacak işlerin ve inkılapların meşrûiyet zemininde yapılması gerektiğini vurgulamış ve idarî maslahat için dahi olsa "an'ane-i İslamiyeye mürâat" edilmesi gerektiğini savunmuştur. Yirmi yedi yıllık CHP yönetimi esnasında bütün baskı ve zorlamalara, hapis ve sürgünlere rağmen, îman hizmetinden hasıl olan kuvvetini, Müslümanların ona olan bağlılığını asayiş ve emniyeti ihlal edecek tarzda kullanmaya asla teşebbüs etmediği gibi, çeşitli nedenlerle isyan ve ihtilal hazırlığı içinde olan nüfuzlu insanları da var gücü ile vazgeçirmeye çalışmıştır. Bu konuda en ufak bir şekilde dahi olsa, siyasî bir faaliyet içinde olmadığını çıkarıldığı mahkemelerde ve talebelerine yazdığı mektuplarda defalarca dile getirmiştir.

    Çok partili hayata geçildiğinde ise "din ve vatan namına, hürriyet-i şer'iyeye vesîle olacaklar" dediği Demokratlara destek veren Bediüzzaman, siyasal katılımı ile Demokratları dine hizmet etmeye teşvik etmiştir. O yıllarda "siyaseti dinsizliğe alet" edenlere mukabil "bir kısım dindar ehl-i siyasetin dini siyaset-i İslamiyeye" alet etmeye çalışacaklarını hisseden Bediüzzaman, talebelerini ve bütün Müslümanları bu tür gelişmelere karşı ikaz etmiş ve yazdığı mektuplarla bu yöndeki tesbitlerini ortaya koymuştur. Bu zamanda terbiye-i İslamiye zedelendiğinden insanların pekçoğunda hürmet, emniyet, sadâkat ve salâbet kaybolmuş olduğundan din adına siyaset meydanına atılan parti(ler) dini siyasete alet etmeye mecbur kalacaklardır. Dolayısı ile bu, din adına, vatan ve millet hesabına büyük bir zarar olacaktır. Bediüzzaman, talebelerine vasiyetnâmesi hükmünde olan son dersinde ise, adeta hayatı boyunca din ve İmân hizmetinde takip ettiği ve uyguladığı ölçüleri özetleyerek siyaseten takındığı tavrın makul ve mükemmel izahını yapmıştır.

    Bediüzzaman'ın siyasî tesbit ve görüşlerinin, ilk İstanbul hayatında yazdığı Divan-ı Harb-i Örfî, Münâzarât, Hutbe-i Şamiye, Sünûhat gibi eserlerde ve Risâle-i Nur'ların telif edilmeye başlandığı yıllardan sonraki mektuplarında ve kitaplarında aynı ölçü ve esaslara dayandığını görüyoruz. Bir başka ifadeyle Bediüzzaman "Eski Said" ve "Yeni Said" dönemlerinde takip ettiği tarzı aynı ortak ölçü ve kriterlere dayandırmaktadır.
    İstanbul'a ilk geldiği yıllara rastlayan ve Meşrûtiyetin ilanı ile birlikte başlayan çok partili dönemde siyaseti dine hizmetkar kılmak için hürriyet ve meşrûtiyeti meşrûiyet sınırları içinde tasvip etmiş; o zamanın hürriyetçileri olan "Ahrar" fırkasını desteklemiş; cumhuriyeti kuranlara "İslâmiyete sım sıkı sarılmaları halinde muvaffak olacakları" telkininde bulunmuş; 1946'dan sonraki çok partili dönemde ise mevcut siyasî ortamı dine ve vatana en faydalı şekle getirme gayreti içinde olmuştur. DP'yi desteklerken yine Meşrûtiyet dönemindeki ölçülerle hareket etmiştir.

    Yalancılık ve insanları aldatma üzerine kurulu tarafgirâne ve muannidâne siyasetçilikten, Eski Said döneminde de, Yeni Said döneminde de uzak durmuş, Allah'a sığınmıştır. Hayat-ı içtimaiyeyi zehirlendiren ve ahlâk-ı rezileyi sebebiyet veren yalancılığın siyaset tarafından çok kullanıldığını 1911'de neşrettiği Hutbe-i Şâmiye adlı eserinde dile getirirken siyasetten uzak durmasının sebeplerini de bu vesîle ile ifade etmiştir. Siyasetin gaddar düsturu ile yapılan tarafgirliklerin meydana getirdiği zulümleri nazara vererek, gerek talebelerini, gerekse siyasetçileri hem Eski Said döneminde, hem de Kastamonu ve Emirdağ hayatında ikazlarına devam etmiştir.


    Bütün bu tesbitlerin ışığında görüyoruz ki, Bediüzzaman, Eski Said döneminde hangi ölçüler ile hareket etmiş ise, Yeni Said ve Üçüncü Said döneminde de aynı ölçüler ile hareket etmiştir. Tavrında meydana gelen zahirî farklılık ise yaşanan olayların ve toplumun geçirdiği siyasî-sosyal değişikliklerin gerektirdiği uygulama farkıdır. Bir başka ifadeyle, Bediüzzaman Hazretleri, şaşmaz prensip ve ölçüleri hangi devirde, nasıl bir siyasî tavrı gerektiriyorsa, öyle davranmıştır. Bu durum, onun canlı, hareketli tam anlamıyla hazmedilmiş ve her şart altında uygulama imkanı olabilen değişmez kriterlere sahip olduğunu ve ona göre hareket ettiğini vurgulamaktadır.

    Elinizdeki eser Bediüzzaman'ın siyasî tesbitlerini ortaya koymak maksadıyla yedi bölüm halinde hazırlanmıştır. Bölümler arasında tarih sıralamasına göre bir irtibat gözetilmekle beraber, her bölüm kendi içinde mevzulara göre tanzim edilmiştir. Tarihî sıralamanın tercih edilmesinde en önemli sebep, söz konusu dönemlerin toplumsal ve siyasî değişikliklerin bâriz bir şekilde cereyan ettiği dönemler olması hasebiyle siyasî ölçülerin uygulanmasındaki benzerliklerin ve farklılıkların daha açık görülmesi gerektiğidir.

    Birinci Bölüm, Bediüzzaman Hazretlerinin o zamanın anayasal parlamenter sistemi olan meşrûtiyet hakkındaki görüşlerini ve Şeriatın idarî yapılanmaya ait esasları ile kurduğu paralellikleri ele almaktadır. İkinci Bölüm ise, iki buçuk yıl süren esaretinden sonra İstanbul'a geldiğinde karşılaştığı konjonktür içinde yer alan siyasî tavrını ortaya koymakta ve din adına yapılan siyasetle ilgili önemli ölçüler ihtiva etmektedir. Üçüncü Bölümde T.B.M.M. hükûmeti tarafından ısrarla çağırıldığı Ankara'daki yeni idarenin yapmak istediği icraatlarla ilgili görüşlerini ve daha sonra gittiği Van'da iken şark vilayetlerinde T.C. hükümetine karşı başlatılan isyan hareketi hakkındaki görüşleri yer almaktadır.

    Dördüncü Bölüm ise, Van'dan Batı Anadolu'ya sürgün edilerek, Demokrat Partinin 1950'de iktidara gelmesi ile birlikte Risâle-i Nur ve îmân hizmeti üzerindeki baskıların bir derece hafifletilmesine kadar olan baskı, zulüm, tarassut, hapis ve sürgünle geçen muhalefetin susturulduğu tek parti-şeflik döneminde Bediüzzaman'ın siyasî görüşlerini içinde bulundurmaktadır. Şeflik idaresinin şekillendirdiği toplum yapısı içinde gösterilmesi gereken siyasî tavrı açıklıkla ortaya koyan Bediüzzaman, bu dönemde lehindeki bütün fırsatları değerlendirmeyerek, asayişe zarar verecek, toplum hayatının ahengini, istikrarını bozacak ihtilalci tavırlara niçin teşebbüs etmediğini Risâle-i Nur mesleğindeki ihlas ve şefkat hakikatlerinin ışığında izah etmektedir. Beşinci Bölüm ise, artık Risâle-i Nur'ların serbestçe neşredildiği, dindarlar ve dinî hayat üzerinde baskı ve zulümlerin azaldığı, şeâir-i İslâmiyenin ihya edilmeye başlandığı bir dönem olan Demokrat Parti'nin iktidar döneminde Bediüzzaman Hazretlerinin ve Nur Talebelerinin siyasî tavrını ortaya koymaktadır. Bu bölümde Bediüzzaman'ın neden Demokrat Partiyi desteklediğine, neden Demokratların vatan, millet ve Kur'ân namına iktidarda kalması gerektiğine, niçin din adına parti kurulmaması gerektiğine dair tesbitler yer almaktadır. Altıncı Bölüm ise, Bediüzzaman'ın muhtelif eserlerinden lâiklik, cumhuriyet ve devletle ilgili bazı parçaları içinde bulundurmaktadır.

    Yedinci Bölüm, Mehdî ve Mehdîlikle ilgili bahislere ayrılmıştır. Bediüzzaman Hazretleri bu bölümde "Mehdî hakkındaki rivayetler niçin muhtelif" ve "ahirzaman Mehdîsinin vazifeleri neler olacaktır?" suallerine cevap vermektedir. Hz. Mehdînin siyaset alanında da bir takım vazifeleri olduğu hakikatinden hareketle, Bediüzzaman'ın siyasî tespitlerini ihtiva eden bu çalışmada böyle bir bölümün yer alması zarûreti hissedilmiştir.
    Sonuç olarak, bu çalışma ile Bediüzzaman'ın hayatı boyunca sergilediği siyasî tavrını belirleyen değişmez ölçü ve hakikatlerin ortaya konması hedeflenmiştir. Hiçbir yorum ve izah yapılmaksızın belli bir sıralama ile tanzim ve tasnif edilen Bediüzzaman'a ait görüş ve düşünceler, elbette bunlarla sınırlı değil. Fakat bu parçaların onun siyasî tesbitlerini anlamaya ve anlatmaya, araştırmacıların yapacakları tez çalışmalarına yardımcı olacağını ümit ve temennî ediyoruz.





    YENİ ASYA NEŞRİYAT



    * * *


    Seni çok Özledim Annem

  2. #2
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Takdİm


    Bediüzzaman Said Nursi kimdir?




    BEDİÜZZAMAN SAİD NURSİ, yüzyılımızın yetiştirdiği önde gelen İslâm mütefekkirlerinden biridir.1876'da Bitlis'in Hizan kazasına bağlı İsparit nâhiyesinin Nurs köyünde dünyaya gelmiş, 23 Mart 1960'da Şanlıurfa'da Hakkın rahmetine kavuşmuştur.

    Keskin zekâsı, hârikulâde hafızası ve üstün kâbiliyetleriyle çok küçük yaşlardan. îtibaren dikkatlerî üzerinde toplayan Said Nursî, normal şartlar altında yıllar süren klasik medrese eğitimini üç ay gibi kısa bir zamanda tamamlamıştır. Gençlik yıllarını alabildiğine hareketli bir tahsil hayatı ile değerlendirmiş; ilimdeki üstünlüğünü, devrinin ulemâsıyla çeşitli zeminlerde yaptığı münazaralarda fülen ispatlamıştır. Bu meziyetleriyle ilim çevresine kendisini kabul ettirerek, "Bediüzzaman," yani, "çağın eşsiz güzelliği" lâkabı ile anılmaya başlamıştır.

    Said Nursi medrese eğitimiyle dînî ilimlerde kazandığı ihtisası, çeşitli fenlerde yaptığı tetkiklerle tamamlamış bu arada devrinin gazetelerini takip ederek ülkedeki ve dünyadaki gelişmelerle ilgilenmiştir. Diğer taraftan, doğup büyüdüğü şark topraklarının sıkıntı ve problemlerini bizzat yaşayarak gören Said Nursî, en zarüri ihtiyacın eğitim olduğu kanaatine varmış; bunun için de şarkta din ve fen ilimlerinin birlikte okutulacağı bir üniversite kurulmasını temin için yardım istemek maksadıyla 1907'de İstanbul'a gelmiştir.

    İstanbul'da da ilim dünyasına kendisini kısa sürede kabul ettiren Bediüzzaman, çeşitli gazetelerde yazdığı makalelerle, o günlerde Osmanlıyı ve İstanbul'u çalkalayan hürriyet ve meşrûtiyet tartışmalarına katılmış; meşrütiyete İslâm nâmına sahip çıkmıştır.1909'da patlak veren 31 Mart Olayında yatıştırıcı bir rol oynamış; buna rağmen, haksız ithamlarla Sıkıyönetim Mahkemesine çıkarılmış, ancak beraat etmiştir. Bu hâdiseden sonra İstanbul'dan ayrılarak şarka dönmüştür.
    Birinci Dünya Savaşının patlak verdiği günlerde Van'da bulunan Bediüzzaman, talebeleriyle birlikte gönüllü milis alayları teşkil ederek cepheye koşmuştur. Vatan müdâfaasında çok büyük hizmeti geçmiş; savaşta birçok talebesi şehit olmuş; kendisi de Bitlis müdafaası sırasında yaralanarak esir düşmüştür. Yaklaşık üç yıl Rusya'da esaret hayatı yaşadıktan sonra Varşova, Viyana ve Sofya yoluyla İstanbul'a dönmüştür.
    İstanbul'da devlet ricâlinin ve ilim çevrelerinin büyük teveccühüyle karşılanmış; Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye âzâlığına tâyin edilmiştir. Bu devrede, resmi vazifesinden aldığı máaşla kendi kitaplarını bastıran ve bunları parasız dağıtan Bediüzzaman, İstanbul'un işgali sırasında neşrettiği Hutuvât-ı Sitte adlı broşürle büyük hizmet etmiş ve işgal kuvvetlerinin planlarını bozmuştur.

    Keza, işgalcilerin baskısı altında verilen ve Anadolu'daki kuva-yı milliye hareketini "isyan" olarak vasıflandıran şeyhülislâm fetvasına karşı, mukâbil bir fetvâ vererek milli kurtuluş hareketinin meşrüiyetini ilân etmiştir. Bu hizmetleri Anadolu'da kurulan Millet Meclisinin takdirini kazanmış ve Bediüzzaman bizzat Mustafa Kemai tarafından ısrarla Ankara'ya dâvet edilmiştir.
    Bu mükerrer davetler neticesinde 1922 sonlarında Ankara'ya gelmiş ve Mecliste resmi bir "hoşâmedi merâsimiyle karşılanmıştır. Ankara'da kaldığı günlerde, yeni kurulan devlete hakim olan kadronun dîne bakış tarzının menfi olduğunu görünce, on maddelik bir beyannâme hazırlayarak Meclis âzâlarına dağıtmıştır. Bu beyannâmede yeni inkılâbın mimarlarını İslâm şeâirine sahip çıkmaya çağırmış; akabinde Mustafa Kemal'le birkaç görüşmesi olmuştur. Kendisine şark umümi vaizliği, milletvekilliği ve Diyanet azalığı teklif edilmiş; ancak Bediüzzaman bu teklifleri kabul etmeyerek Van'a dönmüştür.
    O sıralarda çıkan Şeyh Said hadisesiyle hiçbir ilgisi olmadığı, hatta hadise öncesinde kendisinden destek isteyen Şeyh Said'i bu niyetinden vazgeçirmeye çalıştığı halde, Bediüzzaman hadise sonrasında, Van'da ikamet ettiği uzlethânesinden alınarak Burdur'a, oradan da Isparta'nın Barla nâhiyesine götürülmüştür. Burada "manevi cihad" hizmetini başlatmış birbiri peşi sıra telif ettiği eserlerde İmân esaslarını terennüm etmiştir.

    Bu eserler, imanını tehlikede hisseden halkın büyük teveccüh ve rağbetine mazhar olmuş; elden ele dolaşarak hızla yayılmıştır. O devrede elle yazılarak çoğaltılan eserlerin toplam tirajı 600.000'i bulmuştur. Başlattığı hizmetin halka mal olması, devrin idarecilerini rahatsız ettiğinden 1935'te Eskişehir, 1943'te Denizli, 1947'de Afyon, 1952'de de İstanbul mahkemelerine çıkarılmıştır. Bunlardan netice alınamamış, ancak Bediüzzaman yine rahat bırakılmamış; Kastamonu'da, Emirdağ'da, Isparta'da sıkı tarassud ve takip altında yaşamaya mecbur bırakılmıştır.
    Ömrünün son günlerine kadar keyfi muamele ve eziyetlerden kurtulamayan Bediüzzaman, buna rağmen, îman hizmetini büyük bir kararlılıkla devam ettirmiş; o zor şartlar altında telif ettiği 6000 küsur sayfalık Risâle-i Nur külliyatını tamamlamaya ve yaymaya muvaffak olmuştur. Kur'ân'ı bu asrın idrâkine uygun ve ikna edici bir üslûpla izah ve ispat eden ve vehbî olarak, ilhamen kaleme alınan bu eserler, onun çileli hayatının en güzel meyvesidir.





    * * *

  3. #3
    BaRLa
    BaRLa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart Cevap: Takdİm

    I
    Hürriyet İmanın Hassasıdır;
    Meşrutiyet Meşveret-i Şer'iyedir
    (1908-1920)


    Gazetelerde neşrettiğim umum makalâtımdaki umum hakaikta nihayet derecede musırrım. Şayet zaman-ı mâzi cânibinden, Asr-ı Saadet mahkemesinden adâletnâme-i Şeriatla davet olunsam; neşrettiğim hakaikı aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa o zamanın ilcaatının modasına göre bir libas giydireceğim.


    Şayet müstakbel tarafından üç yüz sene sonraki tenkidât-ı ukalâ mahkemesinden tarih celbnâmesiyle celb olunsam, yine bu hakikatları tevessü ve inbisat ile çatlayan bazı yerlerini yamalamakla beraber, taze olarak orada da göstereceğim. Haşiye

    Demek, "Hakikat tahavvül etmez; hakikat haktır."

    -1-

    millet uyanmış; mugalata ve cerbeze ile iğfal olunsa da devam etmeyecektir. Hakikat telakki olunan hayalin ömrü kısadır. Feveran eden efkâr-ı umumiye ile, o aldatmalar ve mugalatalar dağılacaktır. Ve hakikat meydana çıkacaktır. İnşaallah..

    -2-






    Haşiye: Şimdi, Üstad Bediüzzaman bu kırk beş senedeki dehşetli mahkemelerinde aynen bu on bir buçuk cinayetlerini ve on bir buçuk suallerini o Divan-ı Harb-i Örfî'deki gibi tekrar etmiştir ve etmektedir.

    1- Hak yücedir ve hiçbir şey ondan daha yüce değildir. (Keşfü'l-Hafa, 1:127, Hadîs No: 362.)

    2- Akıllı olanlara bu dediklerim yeterlidir. Ben köyü çağırdım, eğer köyde kimseler varsa.

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •