Müştak Baba
Bitlis'in Zeydan Mahallesi'nde doğdu. Asıl ismi Mustafa'dır. Babasını küçük yaşta kaybedince dedesi Süleyman Efendi'nin himayesinde büyüdü. 12 yaşlarında medrese tahsiline başladı. Yine bu sıralarda ud çalmayı öğrendi. Fakat Mustafa'nın ud çalması, dedesini üzdü:
- Mustafa, senin kamil bir zat olmanı, ailene layık bir tarzda yetişmeni istedim. Sen hem medreseye gitmiyorsun, hem de saz çalıyorsun. Nedir bu halin?

Deyince, o da bir dörtlük söyleyip, nazım sanatına vakıf olan dedesini hayretler içinde bıraktı. Bunun üzerine Mustafa'yı, Şems-i Bitlis mahlasıyla şöhret bulan, Hacı Mahmut Hoca'nın yanına verdiler.

Nazım sanatı üzerinde çalışan Mustafa, hazırladığı isimsiz eserini, Uryan Baba mahlasıyla bilinen bir şahsa takdim etti. O şahıs da eserin ismini şöyle koydu:

(Asar-ül Müştak, fi Esrar-ül Uşşak.) Bunun üzerine Mustafa, Müştak mahlasını kullanmaya başladı ve eserine de Asar ismini verdi.

Daha sonraları Erzurum'dan İstanbul'a, Bağdat'tan Hicaz'a kadar uzun ve yorucu seyahatler yapan Müştak Efendi, bazı kimselerce "Müştak Baba" diye çağırıldı. Müştak Efendi, Sultan Mahmut Han'ın nedimi olacak kadar saraya girdi ve ilerledi. İrticalen söylediği şiirlerle ve çaldığı ud ile dikkatleri üzerinde topladı, bu arada Şair Akif Paşa ile tanışıp, onun sadrazam olmasını da temin etti. Tekke yapmak için geniş bir ev istedi, bu isteği yerine gelmeyince Akif Paşa'ya karşı çıktı. Bizce bu tekke meselesi bardağı taşıran son damla olmuştur. Yoksa Müştak Efendi, bir yanda aradığını bulamamanın, bir yandan da kendindeki garip haller sebebiyle İstanbul'u terk edip, Bitlis'in yolunu tutmak zorunda kaldı. Ne yazık ki memleketine ulaşmadan Muş'ta misafir kaldığı Seyyid Ahmed Paşa tarafından boğduruldu.

Bazı kimseler gibi Seyyid Ahmed Paşa da, Müştak Efendi'yi sihirbaz sanmıştı. Onun şiirlerini deli saçmasına benzetenler de vardı. Bakalım öyle mi?

Mevayı nazenine kim elf olursa efser,

Labüd olur o meva İslambol ile hemser.

Nun vel kalem başından alınsa nun-u Yunus

Aldıkda harf-i diğer olur bu remz azhar

Miftah-ı sure-i kaf ser hadd-i kaf ta kaf

Munzam olunmak ister ray-i Resul-i peygamber.

Ha'yı hu ile ahir maksad oldu zahir

Beyt-i veliyy-i ekrem elhac id-i ekber.

Birinci mısrada elf 1000'dir. Efser kelimesinin ebced değeri ise 341. "Elf olursa efser" yani elf, başa gelirse diyor ki, o zaman: 1341 çıkar. Mevayı nazenin ise Hacı Bayram Veli'nin yattığı şehri kastetmektedir. Bu durumda birinciyle, ikinci mısraların manası şöyle oluyor: 1341 senesinde Hacı Bayram Veli'nin yattığı şehir İstanbul gibi başkent olacaktır. Nitekim Hicri (kameri) 1341 senesi, Miladi 1922-23 yılına rastlamaktadır. Bu yıl da Ankara başkent oldu.

Ayrıca ANKARA kelimesi, şiirde şöyle yer alıyor:

Birinci mısrada "elf olursa efser" yani elf başa getirilirse dedikten sonra, üçüncü mısrada Nun vel kalem ayetindeki nun'u; beşinci mısrada sure-i kaf'un kaf'ını; altıncı mısrada peygamber kelimesinin ra'sını ve yedinci mısrada hu kelimesindeki he'yi alalım "maksad oldu zahir" diyor, yani maksad meydana çıktı, diyor ki, acaba bu nedir?

Alınan harfleri yazalım: Elf, nun, kaf, ra, he.

Bu Arabça harfler yan yana ve sağdan sola doğru yazılınca ANKARA diye okunur. Demek ki şair, İstanbul gibi başşehir olacak yeri, sadece Hacı Bayram Veli'nin eviyle belirtmiyor, ayrıca ANKARA diye de yazıyor.

Müştak Divanı 1288'de basıldığından ve o devirde padişah bulunduğundan, Müştak Efendi bildiğini bir muamma ile söylüyor.

Rahmetli Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan hocamız "Bu şiirin içinde KAMAL da vardır" deyip, şöyle açıklamıştı:

Üçüncü mısrada, nun-u Yunus derken buradaki nun, balık manasındadır. Balık ise Farsçada pence'dir, pence de aynı zamanda 5'tir. "Nun vel kalem"in başından nun alınsa dediğine göre, geriye vav harfi kalıyor. Bu harfin değeri de 6'dır. Yani 6'dan 5'in çıkarılmasını istiyor ki, geriye 1 kalır. 1 ise aynı zamanda elif'tir. Elif alınıyor, diğer harflerin başına konuyor. Böylece, kaideye göre, eldeki bu harflerden çift olmayanlar alınacak. Bunlar kaf ve mim. Elifler de çift olmadığı için alınır ortaya KAMA çıkar. Bu sefer, yine kaide gereğince çift olan lam da alınır ve KAMAL kelimesi tamamlanmış olur ki, buna edebi sanatlarda "muamma" denir. Mustafa Kemal, bir zamanlar ismini KAMAL diye yazdığına göre Müştak Efendi, 1342 yılında Ankara'nın başşehir ve Kamal isminde birisinin de devlet başkanı olacağını, 70-80 sene önceden bildiriyor.

Müştak Efendi kerametiyle birlikte nazım sanatına vukufiyyetini ortaya koyarken ebced hesabındaki mahareti de ortadadır. Demek ki, insan "olmaz" gibi görünen sanat dallarında büyük hamleler yapıp, üstün insan olma yolunda ilerliyebilmektedir.
Tefekkür.Hekimoğlu İsmail