Yakîni Bilginin Gerçekleşme Zemini




Kuddûsî’ye göre yakîn samimi tasdik ve kalbin İlâhî aşk ile istilasından sonra
gerçekleşir. O’na göre kalpta yakîn gerçekleştikten sonra kişi hakiki sûfî olur. Kuddûsî,
Yakîn/ölüm gelinceye kadar Rabb’ine ibâdet et”2238 âyetinin bilinen farklı yorumlar;
Kuddûsî’ye göre yakînin gerçekleşmesi ancak Allah’ı görmekle olur.2239 Bu âyetteki niyet
hakkı ayne’l-yakîn/ görmektir. Samimi sûfînin amacı eğer Allah’ı müşahede etmek ise, niyete
ve amele paralellik arz etmelidir.2240


İlâhî ‘ilm-i nâfi’de bizi sen eyle üstâd
Seni ‘ayne’l-yakîn bilüb idelim ismini yad
O bir nimet ki ancak dostlara ihsân idersin
Olub rehber ider onları Sana çünki irşâd
2241


Kuddûsî’ye göre, insana en faydalı olan ilim/ilm-i nâfi, Allah’ı ayne’l-yakîn olarak
bilmek ilmidir. Bu ilim, Hakk’ın dostlarına ihsan olarak verdiği en büyük nimettir. Bu ilim,
Allah’ın sevgili kullarına rehberlik edip, onlara, Yaratıcıları için güzel amelde bulunmasına
yol gösterir.

Zühd ü takva ilm ü ta’at cümlesi oldu heba
Vakıf oldum işk yüzünden nükte-i esrara âh

Gice gündüz ideyim şevk-ila dostun zikrini
Yakayım pervane-veş bu cism ü canı nâra âh

Neylerim cennat-ı Adnın hürini gilmanını

Düsdi bu Dîvâne gönlüm misli yok Cebbâra âh
.2242


Kuddûsî’nin anlayışında, sûfîyi ayne’l-yakîne götüren şeyin, yalnızca oruç ve hac gibi
ibâdetleri yerine getirmek değil, Yaratılmış nesneleri gözlemleyerek onların yaratılış amacını
anlamak ve Yaratıcıyı devamlı anarak, hatırda tutmakla gerçekleşir.2243 Buna en güzel örnek
de İbrahim(as)’ın Hakk’ın arayışını anlatan İlâhî ifadelerdir: “Ben yüzümü, gökleri ve yeri
Yaradana doğru çevirdim
”2244. Bu vakıa Allah’ı önce varlıkta arayıp ve varlık aracılığı ile
bulmanın, yâni varlığa ayne’l-yakîn bir yaklaşımın sonunda var ettiklerinde Allah’ı bulmanın
açık bir kanıtıdır. Zira bu da gösteriyor ki, O’nun tecellisinden soyut olarak varlık alanına
çıkan hiçbir nesne yoktur. O, “her şeyde vardır, fakat aynı şekilde, her şeyin dışındadır.
Çünkü İlâhî beyan ile “O’ndan başka her şey yok olacaktır
.”2245

Ayne’l-yakîn, tasavvuf termonolojisinde cem’ ve fark kavramlarıyla da açıklanabilir.
Zira cem’ı sadece Allah’ı görmek, fark ise, hem Yaratanı, hem de yaratılanı görmek, yani
yaratılanı Yaratan dan ötürü görmektir.2246 Cem’ aynı zamanda âşıkların makâmıdır. Çünkü
cem’ yalnızca Allah’ı görmek, mahlûkatı görmemek, yani “Tek” varlığı görmektir.2247

Yakîn ile donananlar âyetin de tanımladığı gibi “yakîn kılınanlar”2248. Aşk şarabıyla
benliklerin farkına varanladır. İçtikleri şey ile sarhoş olmadıkları gibi, akıllarının karışmadığı
da beyan edilmiştir. Onların tefrik/ayırtetme yetenekleri sarhoşluk içinde kaybolmamıştır. Ne
akılları/ intellgence, ne de uyanıklıkları/sahv kaybolmuştur. Şüphesiz ki onlar ayıktırlar ve
Zatın sıfatları ile perdelenmemişlerdir. Aksi takdirde kendi hallerine yenik düşüp bu
sarhoşluğun içinde boğulurlardır.2249

Kuddûsî’nin ayne’l-yakîn anlayışında “Âyetlerimizi onlara ufuklarda ve kendi
içlerinde göstereceğiz, ta ki O’nun Hakk olduğu onlara apaçık belli olsun
”2250. İlâhî ifade de
olduğu gibi, ilk önce makrokozmosun işaretlerinin zikir edilmiş olması anlamlıdır. Gerçekte
makrokozmozun âyetleri/ufuklardaki âyetler sâlike mikrokozmosun mütekabil
âyetlerinden/kendi içinde âyetlerden önce görünür. Çünkü, âyetlerin ufuklarda tanınması
ilme’l-yakînin bir parçasıdır. Âyetlerin kişinin kendi içinde tanıması ise yakînin çok daha
yüksek derecelerinin, gerçekleşmesini ifade etmektedir.2251 Fakat aklın kendisi için bu dünya
üzerindeki bilinen ve alışılmış nesneler üzerine hiç ışık saçmadığı profan insan, bu nesneleri
öteki alemden bağımsız görür.2252

Burada Kuddûsî’nin ayne’l-yakîn felsefesinin daha belirgin olması için, İbrahim(a)in
Kur’an’da anlatılan durumuna dönersek: “ve İbrahim ayın doğduğunu görünce, bu benim
Rabb’im öyle mi!...” dedi
”2253 âyetinde yalnız, kalbi bu ay ile aydınlanan kişi “gerçek insan”
olarak adlandırılabilir. Zira kalp gözü gerçek insanın en karakteristik özelliğidir. Çünkü o,
İlâhî aşk ile aydınlanmıştır. Ve gerçek insan diğer tüm dünyevi varlıklardan en iyi şekilde bu
niteliği ile ayırdedilebilir. Şâyet dünyayı penceresiz bir eve benzetecek olursak, gerçek
insan/aşık sûfî o evde bir gözetleme kulesi olarak kabul edilebilir. Gözetleme kulesindeki tek
pencere olarak kalp gözü/ ayne’l-yakîn ev sakinlerinin hepsinin kendi nurlarını bulmak için
erişmek istedikleri nokta olarak bilinir. Kendi öz doğasını kaybeden insan bu göz olmaksızın
kendi asli fonksiyonuna dönmesi mümkün değildir. Gerçek insan mürşid olan kişidir, o, diğer
insanları kendi beşeri mükemmeliyetlerine yönlendirerek rehberlik yapabilir. Onun sahip
olduğu ayne’l-yakîn ile kendi kalbinin ayını ruhun güneşine/sun of the spirit bağlayan nurun
ışığı boyunca önünde bir yol görür.
Bazı sûfîler “kalbgözünü” ayne’l-yakîn’e karşılık olarak görmüşler ve bu terim her
zaman mânevî vizyonu ifade eder, ancak anlamı görüşün yoğunluğuna, keskinliğine göre
farklılık arz eder. Zira kalbin ulvi merkezinde, yâni varlığın odağında artık ne ay kalmıştır, ne
de güneş. Bunlar “Mâ’şuk” tarafından “giyilen” gümüşten ve altından süslerdir.



2233 Lings, Yakîn, s. 59.
2234 Îsrâ, 17/65.
2235 Kuddûsî, Hazinetu’l-Esrar, vr. 209.
2236 Buhâri, İman, 1.
2237 Aclûnî, Keşf’l-Hafa, I, 305.
2238 Hicr, 15/99.
2239 Kuddûsî, Hazinetu’l-Esrar, vr. 210a
2240 Aynı eser.

2241 Kuddûsî, Dîvân, s. 25.
2242 Kuddûsî, Dîvân, s.172.
2243 Kuddûsî, Hazinetu’l-Esrar,vr. 210b.
2244 En’am,6/79.
2245 Rahman, 55/26.
2246 Kuşeyrî, Risâle, ss. 64-67; Kelâbâzî, Ta’arruf, s. 119; Sühreverdî, Avârif, s. 652.
2247 Cürcânî, Ta’rifât, s. 52.
2248 Vâkı’a, 56/19.

2249 Lings, Yakîn, ss.145-146.
2250 Füssilet, 41/53.
2251 Kuddûsî, Dîvân, s. 172.
2252 Lings, Yakîn, s. 95.
2253 En’am, 6/77.