Dir imi
ş câ’iz değil cehren koyâmen zikr-i Hakk
Tab’ı câmid münki-i bî-din ü îmân u edeb
‘Işk u cezbe zâkiri tahrik idüb raks itdiren
İ
htiyar ile değildür itdiği vecd u tarab
Cümle zikrin efdali tevhîd dimiş şâh-ı Rüsul
Bize inamak ana farz dahi vâcib müstehab
Tut bu Kuddûsî fakirin pendinî zikre çalış
Âhiretde zâkire virir Hudâ hâla rüteb
1173
Kuddûsî’ye göre, e
ğer sûfî, Allah’ın aşkı ile cezbeye gelip, vecd ile kendi iradesi
dışında, sema ile Hakk’ı cehrî olarak zikrediyorsa, O’nun bu hâline “caiz değildir” demek
yanlıştır. Çünkü vecd hâlideki sûfî, hüzünle, gönlüne gelen İlâhî lutüfların bolluğuyla,
Yaratıcısına duyduğu aşkla İlâhî bilginin gücüyle aradığını iç dünyasında bulmuştur.1174
Sûfînin vecd hâli, onun kalbinin i
şitmesi ve görmesidir.1175 Kalbin bu alıcılarının açık olması
ilk yarat
ılış özüne, Yaratıcıyı zikr etmek aracılığıyla dönüştür.1176 Bu da sâlikin Allah’a
kurbiyet kesb ettiği hâldır.1177 Sûfînin bu ruh hâlini, ancak donuk, aşktan, sevgiden anlamayan
insanlar inkâr eder. Kuddûsî bunları ağır bir dille, eleştirerek imandan ve dinden
nasiplenmeyen münkir kişiler olarak isimlendirir.1178 Ona göre, sâliki zikirde coş hâline
getiren aşkın cazibesidir. Aşkın kuşatıcı gücü kişiyi atmosferine alınca, kişi nefs/benlik
özgürlüğüne kavuşur ve yaratılan her şey hareket etmeye başlar ve sûfî de, varlığın bu şevke
gelen hareketliliği ile vecd ile hareket etmeye başlar. Sûfîyi vecd ile harekete geçiren şey,
onun Allah’ın yaratılmış her şeye kendi dilleriyle O’nu tesbih etmelerini ilhâm etmiş
olmas
ıdır. Bundan dolayı Allah’ın gönüllerini açtığı ve mânevî bir şuur verdiği sâlik, O’nu
tesbih eden sesi her varlıkta duyarak vecde gelir.
İş
te Kuddûsî gelen duyguyla sesli olarak Allah’ı anan kişilere getirilen tenkidi
kabul etmez. Mevlânâ’nın da dediği gibi, raks eden âşık tefekkürden daha yüksektedir; çünkü
semâ çağrısı göklerden gelmektedir. Bu çağrıyla Rabbine maddî mânevî bütün benliğiyle
titreyerek cevap veren sûfîyi tenkid etmek mümkün değildir1179. Bu kalbin gayb âleminde
gizli olanı yakîn nurla müşahedesidir. Hz. Ali’ye “Allah’ı görüyor musun?” diye sorulduğu
zaman “O görmediğimiz varlığa nasıl ibâdet ederiz1180” şeklindeki cevabı sûfîyi vecde getiren
duygunun aynısıdır. Gönlün Allah’ı görmesini sağlayan yakîn nuru, ona bizzat Allah
tarafından verilen bir nurdur ve Allah’ı görmenin başka bir yolu da yoktur.
Sûfîler vecdi, şevk/özlem nedeniyle insanın sırrında meydana gelen bir alev olarak
görmüşler. İçine vecd ateşi düşen kimsenin vücudu sevincinden veya üzüntüsünden
sallanmaya başlar1181. İşte o zaman alan dışı kişinin algılayamadığı hâller meydana gelir. Ve
sûfînin akıl tarafından algılanamayan davranışları ağır eleştirilere maruz kalır. Bu hâle geliş
iradeye ba
ğlı bir durum değildir. Bir kimsenin Allah’ın celâlini müşahede etmek ve kalbini
İ
lâhî kudretin tecellîsine vermekle gerçekleşen bir durumdur1182.
Sûfîlerin, Allah’ın her şekilde tezahür etmeye yönelik inançları bazen aşırı olarak
nitelendirilmiştir. Örneğin, rüzgârın sesi ya da kuşun sesi ile Allah’ın aşkında vecde gelen
sûfîler olmuştur1183. Bu, tasavvufta, ferdi nefsin kaybolmasıyla, külli nefse ulaşacağı veya
ruhun doğrudan doğruya vecdle, yani Allah’ın sûfîye yakîn gözüyle müşahede eden gerçek
mü’minlere ihsan ettiği İlâhî bir sırdır. Nefs alanında hareket eden ve aşk ile ortaya çıkan bir
alevdir1184.
İ
lâhî güzelliğin varlıkta saklı olması durumu, sûfîlerin tefekkürünün ana temasını
olu
şturmuştur. Sûfîler, devamlı zikirle, gerçek tevhîde ulaşmanın sınırlarını aşmaya çalışırlar.
Bu durum insanın İlâhî aşka geçip tevhîde ulaşmasıyla gerçekleşir. Bunun sonucunda, âşık
aracılığı ile konuşulduğu bir mertebeden gelen hâlleri aklın ya da aşkta yoksun bir gönlün
algılaması mümkün değildir. Aşığı Mâ’şuk’a karşı vecde getiren şey, Sevgilinin artık cân
içine işlemesi gerçekleşmiştir. Artık “Allah şah damarınızdan daha yakındır.”1185 Aşk küreye
delilikle girmiştir. Aşk küreye düşmüş, aynası görülen sevgili artık âşığın içine, canına
dü
şmüştür. Aşk kürede, aşk delileri, gamla dertle yaşarlar1186. Onların vecde gelip delilik
göstermeleri âlem-i aşkın farkındalığından kaynaklanır.
Zikir eden zâkirleri Allah her iki dünyada da sıkıntı ve azaptan kurtarır. Zikir ile
sâliklerin gönül iklimini aşk ve cezbe hemen kaplar1187.
Sâliki aşk boyasıyla boyayan, onu Allah’ın meclisine sokan kişinin kalbini
temizleyip, Hakk’a dost kılan tevhîdin zikridir1188. Zikir ile canlanır kalp, onun için mürîd
zikri kendine en faydalı şey olarak seçmiştir. Sonuçta mürîd zikirle gerçek hazineye
kavuşacaktır1189. İnsanlar Hakk’ı ancak zikirle bulabilirler.
1173 Kuddûsî, Dîvân, s.169.
1174
Bk. Isfahânî, Müfredât, ss. 854-855; İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, IV, 4769-4770; Suad Hakîm, Resâil, s. 5;
Tahânevî, Keşşâf, II, 1480-1481; Cürcânî, Tâ’rifât, s. 278.
1175
Kelâbâzî, Ta’arruf, s. 169.
1176
Serrâc, el-Luma’, s. 335.
1177
Serrâc, age., s. 293; Kelâbâzî, age., ss. 169-170; Sühreverdî, Avarif, s. 655; Kuşeyrî, er-Risâle, s. 62.
1178
Kuddûsî, Hazinetü’l-Esrâr, vr. 240b.
1179 Mevlânâ, Mesnevi, II, 1943.
1180
Nicholson, a.g.e, s.40.
1181
Kelebâzî, Ta’arruf, s.106.
1182
Nicolson, a.g.e., s.45.
1183
Serrâc, Luma’, s. 495.
1184
Schemmel, İslâm’ın Mistik Boyutları, s.185.
1185
Kaf, 50/16.