Ey dağların ince soluğu; ayağını aşka kaydırma!
Baktın ki kayıyor, o vakit aşktan ayrılma!


Gönül dergâhının tahta kapısını açan aşksa ne diye söylenirsin karanlıklara? Ne diye uzak bahçe düşüne uyursun güller alnına serpilirken? Kölelik diye bellediğinin adı asıl özgürlük. Kıyam duruşunu hatırla, sen bir sözün saklısısın. Mademki yanıyorsun aşka kayıtlısın. Silme defterinden soy ağacını. İndiren çıkartır elbet ruhunu upuzun sonsuzluğa.

İkindi gülşeninde açıldı kapısı mabedin. Kimsecikler görünmüyordu. Sessizlik âlem-i menâmda; ruh sefer tasından yalnızlık içmekteydi. Beden dökülüyordu kıyımlar eşliğinde. Birisi bir şeyler arıyordu. Kopuyordu tam bağlanacakken düş iplerim. Secdeden sofralara ikram dağıtılıyordu. Bir koku arıyordum içimi cennete götürsün. Zeytin dalları acımı selâmlıyordu. Toprağa eğiliyordum, demek iki büklüm olmak şarttı. Ve mahviyet onurun yardımcısıydı. Benim hatırımı en iyi Yâr sorardı. Hatırlarımı huzuruna bıraktım kuşlar gökleri yarıp ovaya dağılmaktaydı. Yorgundum. Uçamıyordum. Yoktu ki kanatlarım. Çöküyordum dünya bataklığına doğru. Son zamandaydım.

O dilerse tutardı ellerimden. O dilerse varlığımı var kılardı.

O geldi ve bana kanatlarımı gösterdi. Kaf Dağını anlattı engin susuşuyla. Nasip dedi kaldı.

Başımı kaldırdım kâğıtlardan. Gözlerimin içine doğru demir atan kitaplar vardı. ("Topal da olsan sakat da olsan uyuklasan edepsizce bile olsa yine O'nun yolunda ol. O'na doğru sürün. O'nu yani Allah'ı ara!") Kalbimdeki serum ağrı veriyordu hâlsiz kalmıştım. Hiçbir şeyi fark edemeyecek kadar her şeyin farkındaydım. Bu zordu. Zoru aşamıyordum yabancı kalıyordum şehrime. Radyoyu açıyordum san'atçı: "Aşk dediğin ağır yük..." diyordu. Sanki inadına nefesime aşk terennümleri yağıyordu. Kalpli bardaklar ablamdan hediye. Çay kaç yudum; kime ne? Kelimeler diziliyordu bir bir. Yok bu böyle olmayacaktı. Sıkılıyordum sanki mengeneler ile. Âh edecekken ağzım kapanıyordu. Ahım boğazımda kalıyordu kuruyordum. Tıpkı bu kış mevsiminde canı çekilmiş ağaçlar gibi... Neyse...

Körebe oyununda olsaydım ve beni aşk bulsaydı. Seksekte atlasaydım aşk taşım olup parmaklarımı sarsaydı. Duaya büküldüğümde başım aşk avucuma ebediyeti bıraksaydı. Anlaşma yapsaydık; aramızda ölüm yok toprak kalın bir perde. Onu bir güzel aralayıp oyun ve oyalanmadan ibaret olan bu dünyadan kaçsaydık. Sorumluluk bilincini kuşanarak idrak atına atlayıp noktalar saysaydık. Ben onda bir nokta olsaydım o beni harf kılsaydı.

Hazret-i Aşk'ın isteğiydi; beni tarif et! Gözlerimi yumdum içimi sustum konuştum. Sen bir lütufsun gelirsin. İşin almakla mükellef ölüm meleği kenara çekilsin. Kime girdiysen pür nur olur. Âdemoğlu seninle kâmil insan vasıflarına kalbolur. Hangi kapı eşiğindeysen orası artık cennet. Teslimiyet bayrağı med-cezir gemisinde. Haberciler aşk geliyor derse mahalle başından; beni tekrar et. Her sokağa yayılır sükûtun. Kuraklık da güzelleşir ayaz da. Kışın soğuğu ısıtır harlanır üşüyen ateş de. Girdiğin yeri değiştirmenle ünlüsün. Ben artık senin süsün. İstediğin mekâna kur darağacımı. Kuruntularım kökünden süpürülsün.

Aşkın refakati kulu köprüden geçirmek ve geçirmek kendinden. Sorarlarsa seni sana bilememek. Dilsizlik aşkın lehçesi. Suyun kaynağı hasret. Uykulardan uyanmak gecenin hür gezintisinde. Mumları bitirip bitirip yakmak. Yıldızlardan ve dolunaydan masallaşmak. Gerçeğin çarptıkça sarsan gömülüşüne bir gülüş bırakmak.

Sen en güzel tebessümümde keşiftesin ey aşk!
Rica etsem beni bana anlatır mısın? Söyler misin arayıp da bulamadığım mısın?

Fâtıma Zehra Merinos