“Kaybolup gitmiş Yusuf, Ken’an iline geri gelir, üzülme!
Bu hüzünler evi, gün olur yine gül bahçesine döner, üzülme…
Ey gamlar çeken gönül dertlenme, hâlin düzene girer;
Bu perişan baş, yine bir hâle yola girer, üzülme!
Hele iki gün muradımızca dönmediyse,
Devrân hep bir türlü dönmezse, üzülme…
Hele sağlık olsun, ömrünün baharı gitmezse,
Ecel gelmezse, ey güzel nağmeli bülbül,
Yine çemen tahtında gül şemsiyesini başına tutarsın, üzülme!
Gönül; yokluk seli, varlık yapısını kökünden yıkıp götürse bile,
Mâdem ki kaptanın Nûh’tur, üzülme!
Kendine gel, gayb sırlarını bilmezsin sen!
Ümidini kesme, elemlenme, perde ardında gizli oyunlar var, üzülme…
Kâbe’ye varmak iştiyâkıyla yürürken çölde, ayağına dikenler batarsa üzülme…
Konak pek korkulu, maksad da çok uzak, ama
Hiçbir yol yoktur ki, sonu olmasın, üzülme…
İnsanı hâlden hâle sokan Allah, sevgilinin ayrılığındaki hâlimizi de bilir…
Rakibin verdiği zahmetleri de, üzülme…
Hâfız; yoksulluk bucağında, karanlık gecelerde
Virdin; duâ ve Kur’ân oldukça gam yeme…”
Hâfız Divanı