Zekât imanın ve dinde samimi olmanın delilidir. Zenginin vazifesi fakirin de hakkıdır. Zengin zekât vermek suretiyle hem mal borcunu ödeyecek, hem de fakirin yüzünü güldürecektir.
Zekât vermeyen kimse, imanın hakikatine eremez. Zekât vermeyen kimse, ALLAH Teâlâ'nın, Resûlünün ve müminlerin sevgisini kazanamaz. Zekât vermeyen kimse mal ve servetin bereketini göremez. O halde Müslüman zekâtını verecektir. Vermeye mecburdur. Halk arasında methedilmek, kendine iyi insan dedirtmek için değil, ALLAH Teâlâ'nın emri olduğu ve ALLAH Teâlâ'nın rızası için vermeye mecburdur. Zekât verirken de fakiri küçük göremez. Ve verdiğini başa kakamaz. Zira zekât fakirin hakkıdır. Onun hakkını veriyorsun. Dinimizce zenginlik bir şeref ölçüsü olmadığı gibi, fakirlik de zillet ölçüsü değildir.
Zekât, Müslümanlara mahsus, fevkalâde insanî bir vazifedir. Zekât verenler, ALLAH Teâlâ'nın sevgili, hayırlı kulları sayılmaya lâyıktır. Ne mutlu bu güzel vazifeyi yerine getirenlere.
Zekâtın farz kılınmasının çeşitli hikmetleri vardır. Bunlar herkesçe anlaşılabilecek açıklıktadır. İşte bunlardan yalnız birkaç tanesi...
1- Cenab-ı Hak, insanları farklı yeteneklerle donatmış, buna bağlı olarak servet dağılımında toplum zengin ve fakir olmak üzere iki sınıftan oluşmuştur. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur:
"ALLAH, rızık konusunda sizin bazınızı bazınızdan üstün kılmıştır." (Nahl Sûresi: 71)
Servet üstünlüğü bulunan zenginlerin bir kısım mallarını, yoksullara vermeleri farz kılınmıştır. Çünkü böyle bir zorlama olmaksızın zenginden yoksul kesime bu mal akışı sağlanamaz.
İşte zekât farizası, gelir dağılımındaki bu farklı yapı karşısında en önemli bir tedbirdir. Zekât İslâm'daki sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın gerçekleşmesini sağlar, servetlerin yalnız zenginler arasında dönüp dolaşan bir güç olmasını engeller. Zekât; zengin malına karışmış fukara hakkıdır. Nitekim:
"Onların mallarında, dilenen ve mahrum olanlar için belirli bir hak vardır."(Zariyat Sûresi: 19) ayet-i kerimesi bu hakikati ifade etmektedir.
Bir zenginin sürüsüne karışan fakirin koyunu hükmen ne ise zekât da odur. Zenginin sürüsüne sırf karışmakla koyun, asla zenginin malı olamayacağı gibi, cepteki para da zenginin malı olamaz. Her ikisi geçici birer emanettir. Binaenaleyh sürüye karışan fakirin koyununu benimseyerek sahibine iade etmemek ne kadar çirkin bir şey ise cebindeki fukara hakkını vermemek de o kadar çirkindir.
Kısacası bir fakirin boğazını sıkarak zorla elinde olan malı almak ile, zekâtı vermemek arasında hüküm itibariyle hiç bir fark yoktur. Çünkü bunların ikisi de haramdır.Zekâtını vermeyenler iyi bilmelidir ki: Yaptıkları düpedüz gasplık, dolandırıcılık ve hırsızlıktır.
Buna mukabil her gün boynunu bükerek zenginden hakkını vermesini bekleyen fakir ve yoksullar günün birinde mutlaka hayal kırıklığına uğrayacak ve içlerinde zenginlere karşı bir infial ve reaksiyon uyanacak onlara kin bağlayacaklardır.
Halbuki zekât, niçin meşru olmuştu? O, zenginle fakiri birbirine en kuvvetli manevi bağlarla bağlayan, birbirine kaynaştıran, ısındıran ve adeta birbirlerine nisbetle, baba ile oğul gibi eden en mühim vasıta değil miydi?
Mehmet Talü
Araştırmacı yazar