DOST’A GİDEN YOLLAR DOSTLUKLA AŞILIR
Bir yolculuk... Ebedi dostluğun yolunu yıldız yıldız döşemek üzere çıkılan
bir yolculuk. Ve o yolculukta, bütün ebediyyet yolcularına misal olsun diye
bahşedilen bir dostluk. Allah’ın Habibi ve Ebubekr...
Ve geride bırakılanlar ve bekleyenler... Bir dostluk kervanının yolcuları,
yoldaşları. Onlar bize bir şeyi öğrettiler: Önce refik, sonra tarik...
Dostlar bir meclis kurmuştu Medine’de, Kainatın Biriciği s.a.v. gelecek
diye... Hem o gün bayram olacak, şehrin aydınlandığı gibi
tüm gönüller de aydınlanacaktı. Gerçi Mekke’den gelemeyen dostlar da vardı,
Ali r.a. gibi. Ebu Bekir r.a. ise Gönüller Sevgilisi ile beraberdi.
Dostluğun adını “refik” koymuştu Allah Tealâ. Bunun için olsa gerek,
büyüklerimiz bir ömür boyu birlikte olacağı eşine “refikam” demiş;
gerektiğinde hasta yatağının başında nöbet beklemiş “refakatçiyim” diye...
DOST’A ADANAN CANLAR
Kainatın Biriciği s.a.v. de iki dostu Hz. Ebubekir ve Hz. Ali’yi r.a.
refakatine almıştı. Medine’ye hicret etmeden önce, iki refakatçı da o gün
öylesine hassastılar ki... Ali r.a.’a Biricik Dost: “Döşeğimde yat uyu! İşte yeşil abam, ona iyice bürün. Müşrikler sana hiçbir şey yapamayacaklar”
(İbn-i Hişam) dediğinde, öldürülmesi an meselesi olan bir gecede ve
cellatların etrafında kol gezdiği bir evin içinde hiç tereddüt etmeden,
gassalin elindeki meyyit gibi uzanıvermişti Rasulullah’ın yatağına. Biricik
Dost s.a.v. dostlar meclisine, Medine’ye kavuşsun diye...
Sevr Mağarası’nda iken Kainatın Efendisi s.a.v., “üzülme Allah bizimle
beraberdir” (Tevbe, 40) dediğinde, Ebubekir r.a.: “Ya Rasulallah! Ben
öldürülürsem nihayet tek bir kişiyim. Ama sen öldürülecek olursan, bir ümmet helâk olur!” diyordu. Yeter ki Biricik Dost’una, Medine’de bekleşen ümmeti kavuşsun diye... (Kastalanî)
O günler, asırlar sonra bir mütefekkire, “dost kimdir?” diye sorulunca, Hz.
Ebubekir r.a.’ın Sevr Mağarası’nda yaptığı fedakârlığı hatırlatıyor ve “dost son deliğe tabanını, taban gibi görünen gönlünü uzatandır, gönlü ile orayı tıkayandır” dedirtiyordu.
Hem Medineliler, O’nun s.a.v. dostluğunu çok iyi biliyorlardı. Az mı
gelmişlerdi O Mekke’de iken yanına. Hele o ilk altı kişinin geceleyin
Akabe’de buluşması, Mekkeli müşriklerin kadr ü kıymetini bilemeyip
reddettikleri o Yüce Dost’un ellerini tutuşları... “Darlıkta olsak da,
varlık halinde bulunsak da, istesek de istemesek de, emir bile olsak, ehil
bile bulunsak, her nerede olursak olalım ya Rasulallah! Asla hiçbir
kınayanın kınamasından çekinmeyeceğiz, hak ve hakikati söyleyeceğiz,
yaşayacağız” (İbn-i Hişam) diye biat etmeleri...
Bunlar unutulabilir miydi? Hep O’nun refakatini istedikleri içindi bütün
bunlar elbette.
“O’NU ASLA YALNIZ BIRAKMAYACAĞIZ”
Bir kere Dost’un gönlü meyletmişti artık Medine’ye. Zira Mekke müşrikleri
kalbini kırmıştı. O mahzundu Medine’ye giderken, Beytullah’tan ayrı
düşerken, Makam-ı İbrahim’den ayrılırken, İsmail a.s.’ın nişanesi zemzemden
uzaklaşırken, Safa ile Merve tepelerini uzaktan seyredip Mekke’ye özlem
duyarken. O Dost’un gönlünü anlamamıştı düşman kalpler; peşine adamlar bile
takmışlar, “ölü ya da diri istiyoruz onu!” demişlerdi.
Ama Medine yolunda, Gönüller Sevgilisi’ne Cebrail a.s. “Mekke’yi özlüyor
musun?” dediğinde, O “evet” diyordu. Ve En Yüce Dost Allah Tealâ, bu
hadiseye şahit olarak o gün, “Allah elbette seni, yine dönülecek yere
döndürecektir. De ki: Rabbim kimin hidayeti getirdiğini ve kimin de apaçık
bir sapıklık içinde olduğunu en iyi bilendir.” (Kasas, 85) ayetini
indirirken, Mekkeliler O’nun kıymetini bilmemişlerdi ama Medineliler O’nu
özlüyordu, o kalpler bir muştu bekliyordu.
Hele o ikinci Akabe’de Medineli Müslümanlar nasıl da bir araya gelmişler ve
:“Artık ne zamana değin, Rasulullah s.a.v.’i Mekke dağlarında kovulur,
korkutulur ve tedirgin bir halde bırakacağız?” demişlerdi de, yetmiş kişi
toplanmıştı o gün kadınlı erkekli. (Ahmed, İbn-i Kesir)
Yüreğini seren gelmişti o gün Rasul’ün yanına. Aralarından Ebu’l-Heysem
çıkıp:“Eğer siz O’nu alıp götürdükten sonra, bir gün yalnız başına düşmanlarının arasına bırakacak olursanız, unutmayın ki başınızda bela ve musibet eksik olmayacaktır” dediğinde, Medineliler dostluklarını bir kez daha perçinliyorlardı şöyle diyerek:
“Hayır, biz O’nu asla yardımsız ve yalnız bırakmayacağız!” (Heysemî)
“CENNETTE SENSİZ NE YAPARIM?”
Medineliler’den biriydi Abdullah b. Revana r.a. ikinci Akabe günü şöyle
diyordu:
“Ya Rasulallah! Oniki havari, Hz. İsa a.s.’a ne üzerine biat ettiyse, işte
ben de sana onun gibi biat ediyorum.”
Sanki o, Mute Harbi’nde yaşayacaklarını görüyor gibiydi. O harpte Rasul’ün
sancağını sağ eliyle taşıyacak, o kesilince sol eline alacak, o da kesilince göğsünde başı ile taşıyacak ve nihayet şehit edilirken, sancağı Halid b. Velid’e teslim edecekti.
İşte bırakmamışlardı O Biricik Dost’u... Yaptıkları amellere kıymet biçip,
varlıklarını ortaya sürmemişlerdi. Ama o yüce insanın bir tebessümüne çok
değer vermişler, asla O’ndan ayrılmayı düşünmemişlerdi. Ve Medineliler’in
dostlukları, o Biricik Dost’a gönülden şöyle dedirtmişti:
“Onlar benim cemaatim, sırdaşlarım, eminlerim. Üzerlerine düşen vazifeyi
hakkıyla yapmışlardır” (Buharî, Müslim). “Allah biliyor ki ben sizi
seviyorum” (İbn-i Mace)
Onların her ferdi Dost’un bu sevgisine layıktı aslında. Ve hayatları bu
sevginin yansımasından ibaretti.
Medineli müminlerden biri, Rasulullah s.a.v.’in yanına gelip yüreğinde
düğümlenen derdini samimiyetle şöyle açmıştı:
“Ben seni kendimden ve çocuğumdan daha çok seviyorum. Öyle ki, evde
otururken bile aklıma geliyorsun. Seni görmeden duramıyorum ve yanına
geliyorum. Ama ölümümü hatırlıyorum, senin de bir gün vefat edeceğini
düşünüyorum. Cennete gitsem bile, sen diğer peygamberlerle beraber
olacaksın, ben yalnız kalacağım. Sensiz ben cennette ne yapayım? Seni
göremeyecek oluşum ne hazin!.. Bu bana ölümden daha beter geliyor!..”
(Heysemî)
Kainatın Serveri s.a.v. ona hiçbir şey söylememişti. Ama kalpleri bilen
Allah Tealâ, bu güzel insanın derdine derman olacak sözleri kendisine
saklamış, şu ayetle Rasul’e cevap vermişti:
“Allah’a ve Peygamber’e itaat edenler, işte onlar (ahirette) peygamberler,
sıddîklar, şehitler ve salihlerden Allah’ın lütuflarda bulunduğu kimselerle
beraber olacaklardır. Onlar ne güzel (dost ve arkadaş) refiktirler.” (Nisa,
69)
DOSTUN KAPISI, DOSTLUĞUN KAPISI
Ve... Medineli müminler, Medine’nin o en karanlık gününe şahit olduklarında, Gönüller Sevgilisi, En Yüce Dost Allah Tealâ’nın huzuruna gitmek üzere iken gönüllerde hüzün vardı.
O Gönüller Sevgilisi s.a.v., Ebubekir ve Ali r.a.’ın da aralarında bulunduğu bir gruba son kez bakarken, geride bırakacağı dostlarına bir kapı aralıyor ve: “Şu mescide açılan kapıları kapatınız. Sadece Ebubekir’in kapısı açık kalsın” diyordu. Karşı koyanlar olmasın diye de bu isteğinde ısrar ediyor: “Hayır başkası olmaz, Ebubekir nerede? Söyleyin ona, cemaate namaz kıldırsın.” (Buharî) diyordu.
“Eğer Rabbimden başka, insanlardan bir dost edinecek olsaydım, mutlaka
Ebubekir’i dost edinirdim.” (Buharî) sözü ise adeta Dost Kapısı’nı aralayan
anahtar bir kelime olarak yüreklere yansıyordu.
İşte o kapıyı açmıştı Yüce Rasül, Mekke’de Mirac’tan dönerken, Medine’ye
yanında götürürken Ebubekir’i... Hem de o kapıdan
Selam olsun, o kapıdan girenlere, mescidinde huzurla duranlara...
Mekke’den Medine’ye ve tüm yeryüzüne; Biricik Dost’u bulanlara...
Ahmet Yatağan
SEMERKAND DERGİSİ
MART-2002