Sana anlatmaya çalıştığım yalnızca bir hikâye bu… Senin hikâyen… Beni hikâyem… Sadece ama sadece ikimizin hikâyesi bu… Şimdi bu hikâyeye nerden başlamalıyım? Seni sana nasıl anlatmalıyım?
Parlak yıldızların vardı senin… Saatlerce gözünü yıldızlardan alamaz, ağlardın… İnsanlar evlerine çekilir, sesler kesilir, sular durulurdu… İşte, evet işte o zaman, sen gecenin hükümdarı gibi olurdun… Ve o an, geceler adeta bir okyanus gibi karşında açılırdı. Senin ince şarkılarla, uzak olan düşlerle, zamanı genişlettiğini, ben bilirdim… Ağlardın… Ve işte sen, düşlere dalıp ağladıkça dağılırdı, karanlık…
İşte ben, senin orada olup da, aşkın uzun ve sınırsız balkonundan, bana bakıyor olduğunu düşündükçe aşk; uyumlu bir şarkı gibi kolay gelirdi bana... Yaşamak, işte şimdi anlamını bulurdu, böylelikle katlanmak güç olmazdı yaşamın cefalarına… Ben, senin aşkın ve dayanılmaz ıstırapların gölgesinde gezinmekte olduğunu, şu çıldırtan yalnızlığımdan aşağı ipler sarkıttığını bilir; o iplere tutunup, yanına gelmeye bir türlü cesaret edemezdim… Ben, senin yalnızlık balkonuna düşerdim… Sadece şarkılarına eşlik eder, uzaktan ağlardım… Ağladığımı kimseler bilmezdi. Yapabildiğim sadece uzakta durmaktı… Ne yanına gele bilir, nede gözlerine baka bilirdim… Sanki gözlerim gözlerine değince ölecektim, öyle sanırdım… Senin o gül cemalini hayal bile edemezdim. Kaçırırdım gözlerimi… Ben aşkın, kıldan ince bir köprü üzerinde yürümek olduğunu bilirdim… O çetin bakışlarına tutunamamaktan yarı yolda senden ayrı kalmaktan kelimenin bir diğer anlamıyla, anlamsız bir ölümle ölmekten korkuyordum… Ve çok büyük ihtimal ki sen biliyordun bunu, benim mahcup; fakat sadık bir âşık olduğumun farkındaydın…
Bir gün yalnızlığının ve yıldızlarının yörüngesini bırakı gittin… Sessizce ve kırgın ayrıldın… Ve artık bana şarkı söylemek anlamsız geliyordu. Senin orada olmadığını bilmek, gece yürüyüşlerimi adam akıllı çekilmez kılıyordu. Yıldızlar adeta uzuyordu ve ben yıldızlara bakamıyordum. Gitmiş olduğun yer meçhulümdü… Daha yeni uzakların bu kadar zalim olduğunu öğrenecektim… Yeniden seni yakınımda bilmenin duygusunu, güvenini düşünecektim… O gül cemalini düşleyecektim uzun uzun, ışık bahçesi cemalini, gözlerimi kaçırdım o güzel gözlerinden… Yitirişin o anlamsız boşluğunu, aşkın kanıtlaşmış yüzünü düşünerek, yaşana bilirse bu baharı yaşamaya çalışacaktım…
. Evet, işte baharda gelip geçti zalim rüzgârlar gibi… İlk kez bahçemdeki ağaçlar çiçek açtı sensiz… İşte bak; her bahar senin bakışlarına alışmış kırmızı güller açtılar yine… Sıra sıra bulutlar geçti yalnızlık balkonunun üstünden serin şafak rüzgârları esti… Uzaklardan, sabaha karşı dinlediğin bülbül sesleri işitildi… Sanki hepsi senin yokluğunun farkındaydı… Siyah beyaz bir film şeridi gibi geçti bütün bahar
Şimdi çok uzaklarda ıstıraplı gece yürüyüşlerine ve ince aşk şarklarına eşlik edecek, yıldızların var, mı bilemiyorum? Peki, geceyi yorumlayıp genişletirken sana eşlik edecek rüzgârların… Yâda o kırmızı güllerin yine vardı?
Uzaklardan, oradan gelen mektupların benim bir acıma teselli olacağı halde, bırakmış olduğun o derin boşluğu büsbütün çoğaltıyor içimde… Mektuplarına, o gül kokulu mektuplarına dokundukça ezilip küçülüyorum… Ayrılığa ve bu geçmekte hazan mevsimlerini bitmeyen ve hiçbir zaman bitmeyecek şarkılarımızı bir başka tonda yorumluyorsun her mektubunda…
Ben aşkın kelime anlamını bile bilmezken, bana aşkı, şarkı söylemeyi sen öğrettin… Senin o güzel sesinde buldum şarkıların n güzel anlamını… Derinliği o senin çetin gözlerinde fark ettim… Hayatı seninle sevdim senden önce her ne varsa hepsini buruşturup attım ve arkamı dönüp bakmadım bir daha… Bu hayatın sensiz devam senden başkasının baka bileceğim düşünmedim hiç…
Senin yine uzaklarda olman küllendirmiyor hiçbir şeyi, bei artık bunlar ümitsiz kılmıyor… O gül kokulu mektuplarına, bana öğrettiğin şarkılara ve geçirdiğin yollara tutunup yürüyorum… İşte artık gelecek günü bekliyorum… Yine oradan yıldızlara bakacağım, ızdırab denizlerinde gezine gezine beni aydınlatacağın günleri bekliyorum… Ama yalnız ben değilim seni bekleyen, ellerinle büyüttüğün ve yüreğin ışıklarıyla yeşerttiğin her şey seni bekliyor… Ve işte son olarak, yalnızlık balkonunda kırmızı bir gül açtı seni beklemek için…
Ey gül cemali Resullerin Resulü, Ey nebilerin nebisi…
Gel artık gel sonsuz bir hasretle bekliyorum seni…
MENEVŞE DİDİN
10.04.2010