4 sonuçtan 1 ile 4 arası

Konu: Peygamber sevgisi

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Peygamber sevgisi

    Peygamber sevgisi

    Hz. Peygamber'e iman etmek farzdır. Hz. Peygamber (s.a.v)'e iman etmek İslâm’ın erkanından birisi, imanın da şartlarından bir şarttır. Bundan dolayı her müslümanın O'nun Allah tarafından gönderilmiş bir elçi olduğuna şehâdet etmesi, O'nun Rabbinden getirdiği her şeyi tasdik etmesi ve O'ndan gelen bütün sözleri ve fiilleri kabul ederek, O'nu hayatında kendisine örnek alması gerekir.

    Hz. Peygamber'i sevmek, her mü'min için en gerekli taatlerden biridir. Zîrâ sevgili Peygamberimiz (s.a.v), Buhârî ve Müslim'in Enes b. Mâlik (r.a)'dan rivayet ettikleri bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:

    “Sizden birinize Ben, annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığım müddetçe tam iman etmiş olamaz.”(1)

    Bu zikretmiş olduğum hadis-i şerif başka bir rivayette şöyle nakledilmiştir:

    “Sizden birinize ben, kendi nefsinden, annesinden, babasından, çocuklarından ve bütün insanlardan daha sevimli olmadığı müddetce tam iman etmiş sayılmaz.” Bu sevgi bir insanda gerçekleşmezse, o insan gerçek mü'min olamaz. Nitekim, Abdullah b. Hişâm, Hz.Ömer (r.a)'ın bir gün Peygamber (s.a.v)'e şöyle dediğini rivayet etmiştir:

    “Ey Allah'ın Rasülü sen bana, nefsim hâriç her şeyden daha fazla sevimlisin”.

    Hz. Peygamber (s.a.v) ise O'na “Hayır ey Ömer, nefsim elinde olan Allah'a yemin olsun ki; sen beni nefsinden de daha fazla sevmedikçe gerçek iman etmiş olamazsın” demiştir.

    Hz. Ömer (r.a)'da O'na; “vallâhi şimdi sen bana nefsimden de daha fazla sevimlisin” dediğinde, Hz. Peygamber (s.a.v); “şimdi imanının kemâle ermiştir ey Ömer” demiştir.(2)

    Şüphesiz ki insan, iyiliğin esiridir. Kalpler kendisine iyilik yapana karşı sevgi duymak üzere yaratılmıştır. Eğer bir insan, kendisine iyilik yapan bir insanı severse, ya ona bir hediye verir veya dar zamanında yardım eder. Bir kişi başka bir kişiyi sevince bunları yaparsa, o halde, bütün âlemlere hidayetle gelen, bütün insanlık için rahmetle gönderilen insanlara kitabı ve hikmeti öğreten, dünya ve ahiret saadetine kavuşma yolunu açıklayan bu yüce Peygamber'e karşı tutumumuz ne olması gerekir?

    Hiç şüphesiz ki; Allah sevgisinden sonra sevgiye en lâyık olan Hz. Muhammed (s.a.v)'dir. Zîrâ Yüce Allah bir ayet-i kerimede Hz.Peygamber (s.a.v)'e hitâben şöyle buyurmaktadır:

    “(Ey habibim!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.”(3)

    Hz. Peygamber (s.a.v)'i gerçekten seven bir mü'minde bulunması gereken bazı vasıflar vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

    1- Hz. Peygamber (s.a.v)'in sünnet-i seniyyesine ittibâ etmek; O'nun hayat tarzına hayatımızı uydurmak. Nitekim Cenab-ı Allah:

    “Andolsun ki Allah’ın Rasulünde sizin için, Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnek vardır.”(4) buyurmaktadır.

    Allah'ın rızası ve sevgisi, Hz.Peygamber (s.a.v)'in sünnetine uymakla elde edilebilir. Bir mü'minin en büyük ideali, kendisini Allah'a sevdirmektir. Yani O'nun rızasını kazanmak, gadabından korunmaktır.

    Aslında kılınan namazlar, tutulan oruçlar, verilen sadakalar, işlenen her çeşit hayırlar, İslâm yolunda tüketilen bütün nefesler tek gayeye bakar; o da Allah'ın sevgisini ve rızasını kazanmaktır. Bunun da tek yolu Rasulullah (s.a.v)'in sünnetine uymaktır.

    2- Hz. Peygamber (s.a.v)'in sözünü kabul edip, hükmüne razı olmak. Ayet-i kerimede Yüce Allah şöyle buyuruyor:

    “Hayır; Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp, sonra da verdiğin hükme karşı, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olamazlar.”(5)

    Yüce Allah bu ayette üç noktaya dikkatimizi çekiyor:

    1. Her meselede Rasulullah'ın hakemliğine başvurmak.

    2. O'nun verdiği hükümden dolayı içimizde hiçbir sıkıntı ve rahatsızlık duymamak.

    3. Tam bir teslimiyetle O'na boyun eğmek.

    Kur’ân-ı Kerim, mü'minlerin mutlak teslimiyetten öte başka bir tercih haklarının da olmadığını kesin bir ifade ile haber veriyor:

    “Mü'min bir erkek ve kadın için, Allah ve Rasulü bir işe hüküm verdiği zaman, artık onlar için hiçbir tercih hakkı yoktur.”(6)

    3- İnsanlar arasında O'nun dini olan İslâm’ı yaymak, tevhit bayrağını yükseltmek ve Yüce Allah'ın kesinlikle izin vermediği putperestliği ortadan kaldırmak.

    4- İyiliği emretmek, kötülükten sakındırmak, Allah için, kitabı için, Peygamberi için ve bütün müslümanlar için nasihatte bulunmak. Nitekim Ümmet-i Muhammed'in en hayırlı ümmet olmasının sebeplerinden birinin, iyiliği emretmeleri ve kötülükten sakındırmaları olduğunu Yüce Allah şöyle açıklamaktadır:

    “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten sakındırır ve Allah'a iman edersiniz.”(7)

    5- Hz. Peygamber (s.a.v)'in güzel ahlâkıyla ahlâklanmak ve bütün kötü ahlâk ve davranışlardan sakınmak.

    Çünkü sevgili Peygamberimiz;

    “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” buyurmaktadır.(8)

    6- Hz. Peygamber (s.a.v)'e saygı ve hürmet göstermek. Sahâbîler (Allah onlardan razı olsun) Hz. Peygamber (s.a.v)'e saygılarından dolayı seslerini O'nun sesinden fazla yükseltmezlerdi. Hz.Peygamber (s.a.v)'e bu derece saygı ve hürmet gösterirlerdi. Nitekim Yüce Allah:

    “Ey iman edenler, seslerinizi, Peygamber’in sesinin üstüne çıkarmayın, birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öyle yüksek sesle konuşmayın, yoksa siz farkında olmadan, amelleriniz boşa gider”(9) buyurmaktadır.

    7- Hz. Peygamber (s.a.v)'e dâima salat ve selamda bulunmak. Zîrâ Yüce Allah bu hususta şöyle buyurmaktadır:

    “Allah ve melekleri, Peygamber’e salât etmekte (O’nun şerefini gözetmeye, şânınını yüceltmeye özen göstermekte) dir. Ey inananlar! Siz de O'na salât edin, (O'nun şânını yüceltmeye özen gösterin) içtenlikle selam edin (O’na esenlik dileyin)”(10)

    Yüce Allah, bu ayet-i kerimede bütün mü'minlere Peygamberine salât ve selâm etmelerini emretmekte ve O'na saygı göstermelerini istemektedir.

    “Allahümme Salli alâ Muhammed” demek salât, “Esselâmü aleyke eyyühen-nebiy” demek selamdır. Hz. Peygamber (s.a.v)'den rivayet edilen çok sayıda Salavât-ı Şerife vardır. Bunları okumak, mümkün olduğu kadar çok salãt ve selâm getirmek, Peygamber (s.a.v)'in sevgisini celbeder, şefaatine sebep olur.

    İşte Hz. Peygamber (s.a.v)'i gerçekten seven her müslümanda bu vasıfların bulunması gerekir. Aksi halde insan tam manasıyla imanın meyvesinden istifade edemez ve Hz. Peygamber (s.a.v)'in şefaatine nâil olamaz.

    Dipnotlar:

    (*) Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.

    (1) Buhârî, İman: 8; Müslim, İman: 69,70 (2) Buhârî, Muhtasarı Tecrid-i Sarih Terc, I,31. (3) Al-i İmrân, 3 / 31. (4) Ahzab, 33/21. (5) Nisâ, 4/65. (6) Ahzab, 33/36. (7) Al-i İmrân, 3/110. (8) Tirmîzî, Hüsnü'l-Huluk, 8. (9) Hucurât, 49/2. (10)Ahzâb, 33/56.

    Kaynak: Ilkadim dergisi, 05-2004
    Doç. Dr. Mehmet SOYSALDI


    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: Peygamber sevgisi

    Hz. Ebu Bekir'in Peygamber Sevgisi

    İslam'ın ilk dönemlerinde Müslümanlığı kabul edenler imanlarını gizlerlerdi. Kâfirler onlara eziyet etmesin diye Peygamberimiz de imanlarını gizlemelerini tavsiye ederdi.
    Müslümanların sayısı otuz dokuza ulaşınca Hz. Ebu Bekir (ra) İslami davetin artık açık yapılması gerektiğini ve imanın açıklamasının daha iyi olacağını söyledi. Pey-gamberimiz bunu kabul etmedi. Lakin Hz. Ebu Bekir'in bu konuda çok ısrar göstermesi üzerine kabul buyurdu ve top-lanarak beraberce Kâbe'ye gittiler. Hz. Ebu Bekir (ra) teb-liğ hutbesini okumaya başladı. Bu İslam da okunan ilk hutbedir. Rasûlullah'ın amcası Hz. Hamza o gün Müslü-man oldu. Ondan üç gün sonra Hz. Ömer İslam'la şeref-lendi.
    Hz. Ebu Bekir hutbe okumaya başlar başlamaz her ta-raftan müşrikler Müslümanların üzerine üşüştüler. Mekke-liler arasında şeref ve haysiyetiyle kendini kabul ettirmiş olan Hz. Ebu Bekir'e bile o kadar vurdular ki, eli yüzü kan içinde kaldı. Her tarafından kan akmaya başladı. Tanın-maz hale gelmişti. Ayakları altında çiğnediler, yapılmama-sı gereken her şeyi yaptılar. Hz. Ebu Bekir kendini kaybe-dip komaya girdi.
    Hz. Ebu Bekir'in kabilesi olan Teym oğullarının adam-ları durumu duyunca kalkıp hemen geldiler. Hiç kimse Hz. Ebu Bekir'in bu vahşi ve adi saldırıdan sağ çıkacağını tahmin etmiyordu. Teym oğullarının adamları Kabe'ye ge-lerek şöyle meydan okudular: "Eğer Ebu Bekir bu saldırı sonucu ölürse karşılığında intikam için Utbe b. Rabia'yı öldüreceğiz." Zira Utbe b. Rabia Hz. Ebu Bekir'e en mer-hametsiz davranan, ona en çok vuran olmuştu. Akşama kadar Ebu Bekir komadan çıkamadı. Kendine gelmesini sağlamaya çalışmalarına rağmen bir kelime söylemiyor, ağzından bir fısıltı çıkmıyordu. Nihayet akşam olmuştu ki kendine gelmeye başladı ve ağzından ilk çıkan kelime "Hz. Peygamber ne durumda?" oldu. Bunun üzerine yanındakiler onu azarladılar, çok ağır sözler söylediler; "Başına bu felaket onun yüzünden geldi. Sabahtan beri ö-lümle burun buruna bulunmana rağmen sonunda kıl payı kurtuluyorsun da ağzından ilk çıkan onun adı!" dediler ve yanından kalkıp gittiler. Giderken annesi Ümmü Hayr'a; "Ona yiyecek içecek bir şeyler verin" dediler. O bir şeyler hazırlayarak getirip yemesi için ısrar edince Hz. Ebu Bekir (ra) yine aynı sözü tekrarladı. Hz. Peygamber ne durumda, ona ne oldu." Annesi: "nasıl olduğunu bilmiyorum" deyin-ce ona şöyle dedi: "Ümmü Cemile'ye git, nasıl olduğunu öğren." Nihayet biçare kadın oğlunun isteğini yerine ge-tirmek için Ümmü Cemile'ye gitti. Hz. Muhammed (as) in halini sordu. O da genel prensibe uygun olarak Müslüman olduğunu gizliyordu. Bundan dolayı: "Ben ne bilirim Mu-hammed kimdir, Ebu Bekir neyin nesi?" Oğlunun halini duyunca üzüldüm, istersen seninle geleyim de onun ne halde olduğunu göreyim" dedi. Ümmü Hayr kabul etti. Beraber geri geldiler. Hz. Ebu Bekir'in halini gördü. Ta-hammül edemeyip "Zalimler ne yapmış böyle?" Allah on-ların cezasını versin!" diyerek ağlamaya başladı. Hz. Ebu Bekir tekrar "Peygamberimize ne oldu" diye sordu. Ümmü Cemil, Ebu Bekir'in annesini göstererek "O işitiyor" de-yince Ebu Bekir: "Ondan korkma" diye cevap verdi. Bu-nun üzerine Ümmü Cemile de: "Erkam'ın evinde" dedi. Hz. Ebu Bekir: "Allah'a yemin ederim ki, onu görme-den hiçbir şey ne yerim ne de içerim" dedi. Hâlbuki an-nesi sabırsızlıkla onun bir şeyler yemesini bekliyordu. Baktı ki olmayacak, tekrar eziyet etmesinler diye, gelip gidenlerin, sokaktan geçenlerin ayak seslerinin dinmesini bekledi. Gecenin büyük bir bölümü geçtikten sonra Ebu Bekir'i alarak Erkam'ın evine peygamberimizin yanına gö-türdü. Hz. Ebu Bekir Rasûlullah'a sarıldı. Hz. Ebu Bekir'in yaralı durumunu gören oradaki Müslümanlar ağlamaya başladılar. Daha sonra Hz. Ebu Bekir, Rasûlullah'a annesi-ni göstererek "Bu benim anamdır, ne olur ona dua buyurun ve İslam'ı ona anlatın" dedi. Peygamberimizde dua buyur-du ve onu İslam'a davet etti. O da orada İslâm'a girip Müs-lüman oldu.
    Bolluk ve rahat zamanında, güçlü, kuvvetli, sıhhatli iken sevgi gösterisi yapanlar çok olur. Asıl sevgi ise musi-bet ve felaket anında da devam edendir.
    Enes rivayet ediyor:
    Hz. Ebû Bekir'in babası Ebû Kuhafe biat etmek için Rasûlullah'a elini uzattığı zaman Hz. Ebu Bekir ağladı. Rasûlullah:
    - 'Niçin ağlıyorsun?' diye sorunca:
    - O'nun elinin yerine amcan Ebû Talib'in eli olup Müslüman olması ve bunun neticesinde senin sevinmen beni bu olaydan daha çok sevindirirdi dedi.



    alıntı
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  3. #3
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: Peygamber sevgisi

    Osmanlılarda Hz. Peygamber Sevgisi


    Hayatı boyunca olduğu gibi, 632’deki vefatını müteakip bütün İslam coğrafyasında büyük bir hasret ve iştiyakla sevgi beslenen Hz. Muhammed (sav), tarihin değişik dönemlerinde muhtelif biçimlerde hatırası özenle yad edilen bir peygamberdir. Ona duyulan muhabbet ve hürmet, ashab-ı kiramdan günümüze, hatta kıyamete kadar devam edecek bir derinlik ve zenginliğe sahiptir. “Allah’ın habibi” olarak telakki edilmesi sebebiyle, cami ve mescitlere mübarek adı büyük bir saygı nişanesi olarak konulmakta; mezar, çeşme ve yapı kitabelerinde adına veya sözlerine rastlanmakta ve salat ü selamların bolca zikredildiği toplantılar düzenlenmekte olup bütün bunlar, O'nun ümmetinden olabilme bahtiyarlığına ve şefaatine nail olma arzusuna ulaşabilme uğruna gerçekleştirilmektedir.
    Mevlid Geleneği

    Gerçekten de İslam tarihi boyunca Müslümanların gönlünde önemli bir yer tutan Rasûlullah sevgi ve bağlılığı, daha ilk dönemlerden bu yana canlı bir şekilde yaşanmıştır. Yüzyıllardan beri, Peygamberimiz'in doğum günü olan 12 Rebiulevvel’de Müslümanların, Rasûlullah’ın Mekke’de doğduğu evi ile Medine’deki nurlu kabrini ziyaret ettikleri bilinmektedir.1 Hz. Peygamber’in doğum günü yapılan bu kutlamalar, daha sonraki asırlarda da gelişerek ve değişerek devam etmiş, ancak bütün bu merasimler ortak bir adla “leyletü’l-mevlid” ya da “mevlidü’n-Nebî” olarak günümüze kadar gelmiştir.2
    Mevlid-i Nebî merasimleri konusunda hatırlanması gereken en önemli isimlerden biri Erbil Atabeyi Muzefferuddin Gökböri (1190-1233)’dir. Kaynaklar, İslam tarihinde Haçlılara karşı verdiği mücadelelerle şöhret kazanan Selahaddin Eyyubî’nin eniştesi olan Gökböri’nin erdemli ve iyiliksever tavır ve faaliyetleri yanında, Hz. Peygamber’e duyduğu derin muhabbet nedeniyle, çok büyük harcamalar gerektiren mevlid merasimleri düzenlediğini de haber verirler.
    Melik Gökbörî’nin her yıl tertip ettiği görkemli mevlid törenlerine Erbil’e yakın bölgelerden çok sayıda fakih, sufi, vaiz, kurra, şair ve sade vatandaş katılırdı. Gökböri, merasimlerin başlamasından yaklaşık iki ay önce gelmeye başlayan misafirler için kalacak yerler yaptırırdı. Erbil’de kale kapısıyla hankah arasındaki alanda ahşap olarak birkaç kattan oluşan 20 kubbe inşa edilir, bunlardan biri melike, diğerleri ise emirlerine tahsis edilirdi. Mevlid-i Nebî merasimleri süresince halk eğlenir, ziyafetlere katılır, musiki dinler ve şenlikleri takip ederdi. Mevlid gecesi ise, kalede kılınan akşam namazını müteakip fener alayları düzenlenir ve meşalelerle hankaha gidilirdi. Ertesi gün Melik Gökböri, kendisi için kurulan ahşap kuleden eğlenceleri ve askerî törenleri izler, çevreden gelen vaizlerin sıra ile yaptığı vaazları dinlerdi. Bu arada Melik, huzura çıkanların tebriklerini kabul eder, ayrıca önde gelen sivil ve askerî görevliler ile merasimler nedeniyle Erbil’e gelen fakih, vaiz, sufi, kurrâ ve şairlere hilatlar giydirilir, hediyeler dağıtılırdı. Gökböri’nin 300.000 dinar tahsisat ayırdığı bu muazzam tören ve şenlikler her yıl tekrarlanırdı.3
    Melik Gökböri’nin resmî bir organizasyonla başlattığı bu mevlid merasimi geleneği daha sonraki yüzyıllarda resmî ya da hususî olarak devam etmiş ve Osmanlılar döneminde farklı bir heyecana bürünmüştür.
    Osmanlıların Hz. Peygamber’e duydukları muhabbet ve hürmetin izlerini birçok örnekle vermek mümkündür. Osmanlı döneminin sadece aşıkları ve sufileri değil, alelade vatandaştan padişaha kadar pek çok kişi ona beslediği sevgiyi bir biçimde ortaya koymuştur. Topkapı Sarayı’nda yüzyıllardır büyük bir gurur ve iftiharla korunan mukaddes emanetlerin İstanbul’a gelişinden çok daha önce de Osmanlı coğrafyası, Hz. Peygamber’e duyulan hasretin örnekleriyle doludur.
    Osmanlılarda basılan ilk parada yer alan kelime-i tevhidin yanı sıra, özellikle devletin önde gelenlerinin ve diğer vatandaşların mezar taşlarında Hz. Peygamber’in, dünya hayatının nasıl algılanması gerektiği konusunda yer alan muhtelif hadisleri ya da vakfiyelerinde hiçbir zaman ihmal edilmeyen salat ü selamlar, hep ona duyulan özlem ve sevginin bir ürünüydü. Camilerde bulunduğu müşahede edilen hadislerde de aynı duygunun tezahürünü bulmak mümkündür. Örneğin, âdeta bir hat müzesi Bursa Ulucami’de yazıldığı bilinen ilk yazının, “Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir.” anlamındaki hadis olması, ayrıca düşünmeye değer niteliktedir.
    Söz, Osmanlıların ilk en büyük camii olan Ulucami’den açılmışken, buranın ilk imamı olduğu belirtilen Süleyman Çelebi ve onun Mevlid adıyla şöhret bulan Vesîletü’n-Necât adlı eserine de mutlaka değinmek gerekir. Sadece Bursa ve Anadolu ile sınırlı kalmayan ve çok geniş bir coğrafyada okunmasından büyük zevk alınan sözkonusu mevlidin, bu denli gönüllerde taht kurmasının altında, yazılışına neden olan hadise sırasında Süleyman Çelebi’nin gösterdiği ve Hz. Peygamber’e duyulan sevgiden kaynaklanan tepki yatmaktadır. Olay, Ulucami’in ibadete açıldığı 1400’den birkaç yıl sonra ve Süleyman Çelebi’nin de camide imam olarak görevde bulunduğu bir sırada gerçekleşmişti.
    Kaynaklardan öğrenildiğine göre, İran asıllı bir vaiz Ulucami’de yaptığı bir vaaz sırasında, “Âmene’r-rasûlü” diye şöhret bulan ve “Biz, O’nun peygamberleri arasında bir fark gözetmeyiz.” anlamının da yer aldığı Bakara sûresinin 285. âyetini yorumlarken, bu âyet gereği Hz. Peygamber'i Hz. İsa’dan üstün görmediğini söylemişti. Bunun üzerine, dinleyenler arasında bulunan Hz. Muhammed (sav) aşığı ve bilgili bir Arap, vaizin bu yorumuna karşı çıkmış ve “Bu konuda cehaletinizi giderememişsiniz, tefsir ilminde pek çok eksiğiniz var. Ayetlerin nâsihinden, mensûhundan, muhkeminden, müteşâbihinden gafilsiniz. ‘Peygamberler arasında fark yoktur’ demekten ilahi maksat, risalet emri ve nübüvvet hususundadır, yoksa fazilet mertebelerinde değildir. Eğer âyet-i kerimenin manası her bakımdan kuşatacak olsaydı, bu durumda Allah, ‘O peygamberlerin kimine kiminden üstün meziyetler verdik’ (Bakara, 253) buyurur muydu?” diyerek vaize gereken cevabı vermişti.
    Bu sözlere rağmen cemaat İranlı vaizin tarafını tutmuş, bunun üzerine Arap, Arabistan, Mısır ve Halep bölgelerine giderek kendi görüşü lehine fetvalar getirmiş, yine rivayete göre vaizin katline dahi hükmettirmişti. Bütün bu gelişmelere tanık olan Süleyman Çelebi son derece müteessir olmuş, vaizin ilk sözlerine karşılık irticalen,
    Ölmeyip İsâ göğe bulduğu yol,
    Ümmetinden olmak için idi ol beytini söylemiş ve akabinde şu dört beyti ilâve etmişti:
    Hem dahi Mûsâ elindeki âsâ
    Oldu onun izzetine ejderhâ
    Çok temennâ kıldılar Hak’tan bular
    Ki Muhammed ümmetinden olalar
    Gerçi kim onlar dahi mürseldürür
    Lâkin Ahmed efdal ü ekmeldürür
    Zirâ efdallığa ol elyakdurur
    Onu öyle bilmeyen ahmakdurur4
    Bu beyitler her seviyeden insanın çok hoşuna gidince Süleyman Çelebi, bugün dahi okunmaya devam edilen Vesilet’n-Necât adlı mevlid manzumesini yazmıştı.
    Süleyman Çelebi’nin 1409’da tamamladığı bilinen eseri, sade dili ve tesirli üslubu ile kendisinden sonra kaleme alınan birçok mevlide rağmen üstünlüğünü muhafaza etmiştir. İslam Peygamberi Hz. Muhammed (sav)’in doğumu, miraç, tevhid ve diğer konular o kadar ustalıkla nazma dönüştürülmüştür ki, Osmanlılardan günümüze birçok vesile için okunagelmiştir. Gerçekten de mevlid; Peygamberimiz'in doğum günü gecesi, dinî merasimlerde, zikir ve âyin esnasında, çocuğun doğumu münasebetiyle 40. günü, bir kişinin vefatının 40. veya 52. günü, yapılan bir adak sebebiyle5 okunabildiği gibi, evlenme ve sünnet düğünleri, hacıların dönüşü, asker uğurlama vs. amaçlarla da mevlid okunması âdetine devam edilmektedir.
    Her Rebiulevvel ayının 12’sinde özellikle Sultan Ahmed Camii’nde bütün devlet protokolünün hazır bulunduğu, son derece debdebeli kutlamalar sırasında olduğu gibi, Osmanlı padişahlarının, diğer kandil gecelerinde de mevlid okunmasını takip ettikleri bilinmekte, bu sırada cami ve minare şerefeleri aydınlatılmakta, toplu ibadetler yapılmakta bol bol Kur’ân tilaveti gerçekleştirilmekteydi.6
    Sürre Alayları

    Osmanlı hükümdarlarının Hz. Peygamber’e ve O'nun hayatını geçirdiği Hicaz bölgesine öteden beri büyük bir önem verdikleri anlaşılmaktadır. Bu konuda sadece bir örnek vermek istiyoruz. Sultan II. Murad, 9 Cemaziyelevvel 850 / 2 Ağustos 1446 Salı günü Kazasker Molla Husrev b. Feramurz ile Vezir-i âzam Çandarlı Halil Paşa ve vezirlerden Saruca ve İshak paşaların huzurlarında, ölmeden önce Hz. Peygamber’in bir hadisine istinaden Manisa’daki malının üçte birini vasiyet ettiği vasiyetnamesinin bir bölümüne aynen şunları dikte ettirmişti:
    “...malımın sülüsü vasiyyet olsun canumçün. Bu mâlden tayin etdi. Onbin filori ki sarfoluna şol mucebince ki zikrolunur. Üçbin beşyüz filori Mekke-i Şerife fukarasına üleşdüreler. Ve üçbin beşyüz filori Medîne-i Şerife fukarasına şerrefehallahü Teâlâ üleşdüreler ve kalan üçbinün beşyüzine Kâbe ile Hatiym arasında yetmiş bin kerre Lâ-ilâhe ill’allah dedüreler kalanına hatim okıdalar ne kadar yeterse ve beşyüzine Medîne-i Şerife’de Peygamber Hazretinün Sall’allahü aleyhi ve sellem Mescid-i Şerifi içinde Türbe-i Mutahheresine karşu yetmiş bin kerre Lâ-ilâhe ill’allah dedüreler kalanına hatim okıdalar ne kadar yeterse ve bin beşyüzin Kuds-i Mübarekde fukaraya üleşdüreler ve beşyüzin dahi Kubbe-i Sahrada ve Mescid-i Aksada kelime-i Lâ-ilâhe ill’allah dedüreler kalanına hatim okıdalar ne kadar yeterse. Her kim bunu tağyir ede Allah Teâlâ’nun ve cemi-i halkun lâneti anun üzerine olsun...”7
    II. Murad’ın bu vasiyetnamesinde yer alan ve Harameyn’e gönderilmesi istenen tahsisatın surre adıyla kurumlaştığını ve bunun, kendisinden önceki padişahlardan Yıldırım Bayezid döneminden itibaren bütün Osmanlı hanedanınca tatbik edildiği bildirilmektedir. Mekke ve Medine’yi içine alan bir kavram olarak Harameyn’e her yıl gönderilen para ve hediyeler anlamındaki surre, Osmanlı Devletinin hazinelerinden büyük harcamalar gerektirmiş ve bu hususta yapılan merasimler “surre-i hümâyûn” ya da “surre alayları” adıyla anılır olmuştu.8
    Surre, sadece Osmanlı padişahlarının tantanalı törenlerle gönderdikleri bir tahsisat şekli değildi. Surre aynı zamanda, sultanların dışındaki bazı vakıfların da fonlar ayırdıkları bir müessese idi. Konuyla ilgili olarak değişik şehirlerin mahkeme sicilleri arasında yer alan muhasebe defterlerinde bilgi bulmak mümkündür.
    Bursa Yeşil Camii’nin de mimarı olan Hacı İvaz Paşa, diğerlerinden farklı olarak vakfiyesinde farklı amaçlı fonlar tahsis eden bir kişidir. Onun, özellikle Müslüman olmayan kişilerin İslam’a ısındırılmasıyla ilgili olarak bir ödenek ayırdığı ve bunu ifade etmek için “destâr-ı mühtediyân” isminin kullanıldığını Bursa Mahkeme Sicilleri’nden öğreniyoruz. 1820’lerde vakfiye doğrultusunda yıllık 22 kuruşun tahsis edildiği bu fonun benzerine diğer vakıflarda pek rastlanmamaktadır.9
    Hacı İvaz Paşa’nın mühtedilere ayırdığı bu fonun dışında, Osmanlı sultanlarının Haremeyn’e gönderdikleri surre gibi, aynı yıllarda her sene için 62,5 kuruşluk bir tahsisat, “surre-i haremeyn-i muhteremeyn” adıyla aksatılmadan Mekke ve Medine’ye ulaştırılmaktaydı.10 Ekonomik gücü daha az olan diğer bazı vakıfların da bu kutsal şehirlerin fakirlerine ödemelerde bulundukları anlaşılmaktadır.11 Benzer bir şekilde XVII. yüzyılın ikinci yarısında Emine Hatun adında biri Nalbandoğlu Mahallesi’ndeki geniş bahçeli bir evini vakfetmiş ve kiraya verilmesinden oluşacak gelirin “Medine-i Münevvere fukarâsına îsâl” olunmasını istemişti.12Selâtin vakıflarından ayrı olarak bu tür vakıfların Bursa gibi Osmanlı coğrafyasının diğer şehirlerinde de kurulduğunu tahmin etmek pek güç olmasa gerektir.
    Bu konuların ele alındığı aynı muhasebe defterlerinden öğrendiğimize göre, Hacı İvaz Paşa Vakfı ayrıca, daha önceki asırlarda olduğu gibi, XIX. yüzyılın ilk yarısında da 30-40 kuruş arasında değişen ve pek de küçümsenmeyecek bir miktarı her yıl “mevlid kırâati” için harcamaktaydı.
    Mevlid kırâati konusunda Osmanlılar döneminin tamamında yoğun bir gayret olduğu söylenebilir. Bunun en açık delili ise muhasebe defterlerinin hemen her sayfasında rastlanabilecek harcama kayıtlarıdır. Bursa Mahkeme Sicillerinden örneklemek gerekirse, XIX. yüzyıl sonlarında, Ümmü Gülsüm Hatun adında birinin kurduğu vakfa, hemcinsi olan Hanım Hatun, sadece mevlid okunmasına matuf olmak üzere büyük bir miktar parayla katkıda bulunmuştu.13
    Hisar içinde Nakşibendî-i Atîk Zaviyesi vakfına aynı dönemde, Emetullah Hanım ile İmamzâde kerimesi mevlid merasimlerine harcanmak üzere tahsisat ilavesi cihetine gitmişlerdi.14
    Bu ve benzeri birçok vakıfta mevlid için ayrılan fonlarla mübarek gün ve gecelerde okunan ve genellikle altı adedi geçmeyen mevlidlerin yanı sıra neredeyse yılın her ayına tesadüf edecek miktarda 10-12 kez okunan mevlid için fon ayrılan vakıflar da vardı.15
    Vakıf faaliyetleri ve giderleri arasında mevlid okutmaya bu şekilde fon ayıran vakıflara ilaveten vakfı tamamen buna tahsis edenlere de rastlanmaktadır.16Bu vakıflarda mevlid okunma sırasında ayrıca gelenlere yemek verildiği ya da bazı ikramların yapıldığı da belirtilmelidir.17
    Muhasebe defterleri, mevlid dışında yine Hz. Peygamber’e duyulan muhabbetten kaynaklanan daha farklı etkinliklerin de olduğunu göstermektedir. Sözgelimi mevlid için özel tahsis edilen vakıflara, Ulucami ya da diğer mabedlerde bu alanın önde gelen kişileri tarafından okunmak üzere Muhammediye ve naat için kaynak ayrılmış vakıfları da ilave etmek gerekir. İslam Peygamberini değişik yönleriyle ve beyitler halinde okunması amaçlanan bu faaliyetler sırasında, mevlidhanların yanında Muhammediyehan ve naathan gibi bir okuyucu grubunun görev aldığı görülmektedir.18
    XVIII. yüzyılın ilk senelerinde II. Murad’ın Bursa’daki vakfından günlük iki akçe ve yıllık iki müd buğday tahsis edilen Ahmed oğlu Mahmud, Muradiye Camii’nde naathanlık yaparken vefat etmiş, yerine oğlu Süleyman Halife görevlendirilmişti.19Öte yandan XVII. yüzyılın ikinci yarısında Hacı Mehmed Kefevî adında bir hayır sahibi, Ulucami’de okunmak üzere Muhammediye vakfını hayata geçirmişti.20Seyyid Ali Çelebi oğlu Mehmed Çelebi ise düzenlediği vakfiye ile Dâye Hatun Camii’nde Muhammediyehanın dışında Yasinhan, aşırhan gibi görevlilere de ödeme yapılmasını öngörmüştü.21
    Miraciye Geleneği

    Osmanlı toplumunda Hz. Peygamber’in Miraca çıktığı kabul edilen Receb ayının 27. gecesine münhasır olarak bir de miraciye okuma geleneği de vardı. Günümüzde de kısmen varlığını devam ettiren bu uygulama için geçmiş asırlarda vakfiye düzenlendiği bilinmektedir. Mirâciye ile ilgili bilinen dört vakıf kurulmuştur ki bunların üçü İstanbul’da, biri Bursa’daydı. Daha çok, güfte ve bestesini Nâyî Osman Dede’nin (öl.1729) yaptığı mirâciyenin okunduğu bu merasimler, halen İstanbul ve Bursa’da icra edilmektedir. Mirâciye okunurken süt ikram edilmekte ve buhur yakılmaktadır. Bursa’da 1306/1888 yılında düzenlenen Safiye Hatun vakfiyesinde, her kandil gecesi okunacak mevlidin yanı sıra yapılacak ikramlardan söz edilirken, özellikle Miraç gecesinde İbrahim Paşa Camii’ndeki uygulama hakkında şu bilgiler kayda geçirilmiştir: “...ve yine galle-i mezkûreden yüz elli guruş harc u sarfla beher sene Recebü’l-ferdinin yirmi yedinci gecesi câmi‘-i şerîf-i mezkûrda Mi‘râcü’n-Nebî -‘aleyhi’s-selâm- kırâat olunup mikdâr-ı kâfî süt ve şeker ve şerbet iştirâ ve sâmi‘îne tevzî‘ olunup fazla kalan akçe mi‘râc-hân ve zâkir efendilere verile...”22
    Hz. Peygamber’e muazzam övgülere ve sayısız salat ü selam dileklerine yer verilen vakfiyelerden sadece birinde yer alan ifade, vakıfta bu sevgi ve iştiyakın nasıl yansıdığına iyi bir örnek olacağına inanıyoruz. 1261/1845 yılına ait Seyyid Şeyh el-Hâc Ahmed Baba Efendi’nin zaviye vakfiyesinde şu ilginç satırlara rastlanmaktadır: “...beher sene ‘îd-i adhâda yetmiş beş guruş bir re’s ganem alınıp zâviye-i mezkûrede rûh-ı Rasûl-i Ekrem -salla’llâhü te‘âlâ ‘aleyhi ve sellem- içün zebh oluna ve üç yüz guruşu beher sene şehr-i Rebî‘u’l-evvelde zâviye-i mezkûrede risâle-i mevlidü’n-Nebiyyi -‘aleyhi’s-selâm- kırâat etdirilip it‘âm-ı cemâ‘at-i müslimîn ve sâirîne ve fukarâ ve mesâkîne sarf oluna...”23
    1538’de mahkeme sicillerine bir sureti geçirilen Kemal Bey b. Abdülhayy’ın vakfiyesinde de Nakkaş Ali Mahallesi’ndeki mektebinde görev yapacak halifeye verilen günlük iki akçeden biri, “Rasûlullah hazretlerinin -salla’llâhü ‘aleyhi ve sellem- rûh-ı mutahharı içün günde bir cüz” okuması gerekçesiyle tahsis edilmişti.24
    Sakal-ı şerif


    Konumuzu, Hz. Peygamber’e beslenen hürmet ve sevginin bir başka tezahürü olan “sakal-ı şerif” hakkında kısaca bilgi vererek bitirmek istiyoruz. Mahkeme sicillerine intikal eden bir belgeye göre, Bursa Ulucamii’nde dönemi için muazzam kabul edilebilecek bir kütüphaneyi cemaatin istifadesine sunan Münzevî Abdullah Efendi, gerçekten hayırsever ve faziletli bir kişiliğe sahip olduğunu göstermişti. Ancak en az bu kadar önemli başka bir güzel faaliyete de imzasını atan Münzevî, zor şartlar altında elde ettiği bir de “sakal-ı şerif”e sahipti. Kendisine verilen bir beratla, “üç aded lihye-i mübâreke”nin mübarek gecelerde Müslüman cemaatin ziyareti sırasında “feth ve küşâd” olunduktan sonra sözkonusu kütüphanede muhafazasına özen gösterilmesi istenmişti.25
    Öte yandan, 1901 yılında yeniden inşa edilen Şible Mescidi’nin açılış töreninde ayandan Sıdkızâde Ali Rıza Efendi’nin bir “sakal-ı şerif” hediye ettiğini kaynaklardan öğreniyoruz.26Günümüzde de özellikle Ramazan ayında ve daha çok büyük camilerde salat ü selamlar eşliğinde Hz. Peygamber’in sakalından bir telini de olsa görebilmek için can atan yüzbinlerce Müslüman, bu geleneği büyük bir ihtimam ve muhabbetle sürdürmektedir.
    Sonuç olarak, Osmanlı kültüründe farklı bir şekilde yoğrulan Hz. Peygamber sevgisi, elbette sadece bizim aktardıklarımızdan ibaret değildir. Mahkeme sicilleri ve vakfiyeler gibi arşiv belgeleri ile diğer önemli kaynaklardan tespit edebildiğimiz bu bilgiler bile, Osmanlı toplumunda ne denli sıcak, içten ve etkili bir peygamber bağlılığı ve muhabbetinin beslendiğini göstermeye yeter niteliktedir. Öylesine bir kültür ki, asırlar geçmiş olsa da günümüzde birçok unsuru, aynı sıcaklığı ve heyecanıyla inananların gönüllerinde yaşamaktadır. Bugün vatandaşlarımız, yüzyıllardır olduğu gibi, doğan erkek çocuklarına Peygamberimiz'in, kız çocuklarına ise eş veya kızlarının adını vermekte, peygamberine duydukları hürmet ve edeb sebebiyle daha ziyade Mehmet adını kullanmaya özen göstermekte, askere gidenlerin ortak ismi olarak Mehmetçik adı şeref ve gururla kullanılmaktadır. Hz. Peygamber’e duyulan bu sevgi ve hürmet atmosferinin kıyamete kadar bütün Müslümanları çepeçevre kuşatacağı açıkça ortadadır.


    Prof. Dr. Mefail Hızlı
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  4. #4
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: Peygamber sevgisi

    SAHABELERİN HZ.PEYGAMBER SEVGİSİ

    İbni Abbas radiyallahu anh şöyle demiştir; “Hataları olan alime tabi olana yazıklar olsun” oradakiler; “Bu nasıl olur?” deyince o şöyle cevap verdi; “Bir alim kendi görüşüne göre bir şey söyler. Sonra Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen ilim ona ulaşınca hatalı olan görüşünden döner. Fakat kişi hala bu ali...min hatalı görüşünü taklit etmeye devam eder. işte böyle kimselere yazıklar olsun.”İbn Abdilberr Camiul Beyanil İlm (12019) İbn Hazm el-İhkam (6/824) İbn Kayyım İ’lamul Muvakkiin (2/296, 4/54) Elbani; el-Hadisu Huccetun Binefsihi Fil-Akaid vel-Ahkam (s.78)
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

Benzer Konular

  1. Peygamber Sevgisi
    By ArzuNur in forum Sevgi Defteri
    Cevaplar: 262
    Son Mesaj: 30.11.10, 12:13
  2. Mevlana'da Hz. Peygamber Sevgisi
    By Konyevi Nisa in forum Hz. Muhammed (S.A.V.)
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 13.10.09, 12:55
  3. Peygamber sevgisi
    By ACİZKUL in forum Hadis Bahçesi
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 05.10.09, 20:25
  4. Peygamber Sevgisi
    By Konyevi Nisa in forum İslami Şiirler
    Cevaplar: 29
    Son Mesaj: 18.12.08, 15:14
  5. Kültürümüzde Peygamber Sevgisi
    By Konyevi Nisa in forum Sünnet-i Seniyye
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 29.06.08, 11:20

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •