4 sonuçtan 1 ile 4 arası

Konu: Allah dostları

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Allah dostları

    AŞK: Allah’ı tam bir muhabbetle sevmek O'ndan başka her şeyden yüz çevirmek aşk adını alır. İmâm-ı Rabbânî; "Nefsin kötü arzularına yâni şehvete aşk ve muhabbet adını takmamalıdır. Aşk muhabbet kalpte olur ve kıymetlidir. Gerçek aşk Allah’ı ve O'nun sevdiklerini sevmektir." buyurmuştur.
    İbrâhim Hakkı Erzurumî de; "Aşk nefsi terbiye eder ahlâkı güzelleştirir. Aşk insanın kalbinde bir ateş olup kalpte Allah sevgisinden başka bir şey bırakmaz. Hak âşığı olanın sözü işi ve düşüncesi doğru ve saftır. Uyanık kalpli ve hatâdan uzaktır." demiştir.



    TAKVÂ : Velîlerin hepsi takvâ sâhibiydiler. Takvâ sakınmak Allah’dan korkarak haramlardan yasaklardan günâhlardan sakınmaktır. Harama düşmemek için haram veya helâl olduğu belli olmayan şüpheli şeylerden sakınmaya verâ denir. Bu bakımdan haramlardan daha çok sakınma derecesi olan verâ takvânın mânâsı altına girer.

    Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: "Allah o takvâ sâhiblerini sever." (Âl-i İmrân sûresi: 76) Rasûlullah efendimiz; "Yâ Rabbî! Bana ilim hilm takvâ ve âfiyet ihsân eyle." duâsını çok söylerdi. Ebû Saîd Muhammed Hâdimî Berîka'sında bu hadîs-i şerîfi açıklarken duâda geçen ilimden maksat faydalı ilim yâni îmân ibâdet amel ve ahlâk bilgileridir. Hilm ise yumuşaklık demektir. Âfiyetten murâd dînin ve îtikâdın bozuk inançlardan işlerden nefsin isteklerinden kalbin vesvese ve şüphelerinden bedenin hastalıklarından kurtulmasıdır demektedir.

    İmâm-ı Rabbânî hazretleri; "Dünyâda felâketlerden âhirette Cehennem'den ateşte yanmaktan kurtulmak için iki şey lâzımdır: Emirlere sarılmak yasaklardan sakınmak! Bu ikisinden en büyüğü daha lüzumlusu yasaklardan sakınmak yâni verâ ve takvâdır." demiştir. Bundan sonra da şu açıklamayı yapmıştır: "Verâ ve takvâyı tam yapabilmek için mubâhları lâzım olduğu kadar kullanmalı zarûret mikdârını aşmamalıdır. Bu kadarını kullanırken de kulluk vazîfelerini yapabilmek için kullanmaya niyet etmelidir. Bir insan mubah yâni dînin izin verdiği şeylerden her istediğini yapar mubahları aşırı derecede işlerse şüpheli şeyleri yapmaya başlar. Şüpheliler ise haram olanlara yakındır. İnsan bir gün harama düşebilir."



    VERÂ : Helâl ve haram olduğu bilinmeyen şüpheli şeylerden sakınarak helâle harama dikkat etmeye verâ denir. Künûz-ul-Hakâyık'ta geçen hadîs-i şerîflerde; "Hiçbir şey verâ gibi olamaz." ve "Dîninizin direği verâdır." buyrulmuştur. Ebû Hüreyre hazretleri kıyâmet günü Allah'ın huzûrunda kıymetli olanların verâ ve zühd sâhipleri olduklarını beyân etmiştir.

    İmâm-ı Rabbânî bir kimse şu on şeyi kendine farz bilmedikçe tam verâ sâhibi olamaz deyip bunları şöyle saymıştır: Gıybet etmemeli mümine sû-i zân etmemeli kimseyi kötü bilmemeli kimse ile alay etmemeli yabancı kadınlara kızlara bakmamalı doğru söylemeli kendini beğenmemek için Allah'ın kendisine yaptığı ihsânları nîmetlerini düşünmeli malını helâl yere harc edip haramlara vermemeli nefsi keyfi için mevki-makam istemeyip bunları insanlara hizmet yeri bilmeli beş vakit namazı vaktinde kılmayı birinci vazîfe bilmeli Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği îmân ve işleri iyi öğrenip kendini bunlara uydurmalı.

    Hasan-i Basrî hazretleri zerre kadar verâ sâhibi olmak bin nâfile oruç ve namazdan daha hayırlıdır demiştir.



    ZÜHD : Şüpheli olmak korkusu ile mübâh şeylerin çoğundan sakınmak dünyâdan ve dünyâlık olan şeylerden uzak durmak mânâsına gelen zühd hakkında Hâris el-Muhâsibî şunları söylemektedir: "Zühd insanın kalbini dünyâ sıkıntılarından uzak tutar. Allah'ın yüceliğini ve büyüklüğünü tanımayı tövbe etmeyi temin eder."

    El-Câmiu's-Sagîr'de zikredilen bir hadîs-i şerîfte ise şöyle buyrulmuştur: "Zühd kalbe ve bedene rahatlık verir dünyâya rağbet ise düşünce ve hüzün verir." Berîka'da geçen bir hadîste ise; "Dünyâda zâhid olanı Allah sever. İnsanlarda bulunanlarda zâhid olanı insanlar sever." buyrulmuştur. Muhammed Hâdimî; "Zahid âlimin iki rekat namazı zâhid olmayanın ömrü boyunca kıldığı namazdan hayırlıdır." demiş Lokman Hakîm de; "Ey oğlum! Yakîn ve sabrı sanat edin. Allah'ın haram kıldığı şeylerden uzak olursan dünyâda zâhid ve mücâhid olursun." buyurmuştur.



    İHLAS : Hâlis temiz etmek niyeti temizlemek dünyâ faydalarını düşünmeden bütün işlerini ibâdetlerini yalnız Allah için yapmak demek olan ihlâs hakkında Mektûbât'taki bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulmuştur: "İbâdetlerinizi ihlâs ile yapınız! Allah ihlâs ile yapılan işleri kabûl eder." Hilyetü'l-Evliyâ'da kaydedildiğine göre Rasûlullah efendimiz Muâz bin Cebel'i Yemen'e vâli gönderirken şöyle buyurmuşlardır: "İbâdetlerini ihlâs ile yap. İhlâs ile yapılan az amel kıyâmet günü sana yetişir."

    Seyyid Emîr Külâl; "İhlâssız amel sahte para gibidir kabûl edilmez." demiş; Sehl-i Tüsterî'ye; "İnsanın nefsine en çok ağır gelen şey nedir?" diye sorduklarında "İhlâstır." cevâbını vermiş; "Zîra ihlasta nefsin nasîbi yâni payı yoktur." diye bir açıklamada da bulunmuştur. İmâm-ı Rabbânî ise ihlâs ile uzun yılların amelinin işinin kısa zamanda ele geçeceğini açıklamıştır.



    MARİFET : Gönülle bilmek Allah’ı hakkıyla tanıyıp bilmek mârifet diye isimlendirilir. Muhammed Ma'sûm Fârûkî insanın izzetinin îmân ve mârifet ile olduğunu mal ve mevki ile olmadığını belirtmiştir. Ahmed bin Hadraveyh; "Mârifetin hakîkati Allah’ı kalb ile sevmek dil ile anmak ve Allah’dan başka her şeyden ümîdini kesmektir." demiştir. Ebü'l-Kâsım Nasrâbâdî mârifet ve Allah’a yakın olma hâlinin farzları edâ etmekle ve sünnet-i seniyyeye tâbi olmakla ele geçeceğini ifâde etmiştir. Ebü'l-Hasan bin Sâî ise; "Mârifet her durumda kulun Allah'ın verdiği nîmetlere şükretmede âciz kaldığını genç ve kuvvetli zamanlarında zayıf olduğunu bilmesi ile ele geçer." demiştir.

    Allah’ı kalp ve rûhla tanıyıp bilmeye mârifetullah da derler. Sülûk-ül-Ulemâ adlı eserde geçen bir hadîs-i şerîfte; "İlimlerden öyleleri vardır ki onları ancak mârifetullaha sâhib olanlar bilirler. Onlar bu ilimlerden haber verdikleri zaman mârifetullaha sâhib olmayanlardan başkası onları inkâr etmez." buyrulmuştur. Muhammed Mâsûm bu dünyâda en kıymetli şeyin mârifetullaha kavuşmak olduğunu belirtmiş İmâm-ı Rabbânî kalbinde hardâl tânesi kadar dünyâ muhabbeti bulunan kimsenin mârifetullaha kavuşamayacağını ifâde etmiştir.

    Hâdimî hazretleri; "Mârifetullah bilgileri keşfle ve ilhâm ile hâsıl olur. İbâdetlerin yapılması ve bütün şerîat (İslâmiyet) bilgileri ise üstâddan öğrenmekle elde edilir. Şerîat bilgileri ilhâm ile hâsıl olsaydı Allah'ın peygamberler ve kitaplar göndermesine lüzum olmazdı." demiştir.



    İLİM : Bir şeyi hakkıyla bilmek anlamak öğrenmek cehlin zıddı mânâlarına geldiği gibi okumak görmek dinlemek veya cenâb-ı Hakk'ın ihsânı ile elde edilen mâlumât ve bilgi anlamında da kullanılan ilim çok çeşitli kısımlara ayrılmaktadır. Amele dâir ilimlerden biri olan ilm-i ahlâk fazîlet ilmi olup buna kavuşma ve bu fazîleti giderecek şeylerden sakınma yollarını bildirir. Kalp ve rûh bakımından insanı olgunlaştıran ilim ve ameller tasavvuf ahlâk mânâsına da gelir. İnsanın görünmeyen ve âlem-i emirden olan kalp sır rûh gibi latîfelerini konu alan ilme kısaca gönül yâni kalp ve rûhla ilgili ilme ilm-i bâtın denilir. Deylemî'nin rivâyet ettiği bir hadîs-i şerîfte; "İlm-i bâtın Allah'ın sırlarından bir sırdır. O'nun hükümlerinden bir hükümdür. Dilediği kulunun kalbine verir." buyrulmuştur. Şihâbüddîn Sühreverdî; "İlm-i bâtın ile kulun Allah’a yakınlığı artar. Bu ilim Allah adamı denen velîlerin ve tâlibleri O'na kavuşturan doğru yolu kuvvetlendiren ve insanlara doğru yolu gösteren âlimlerin sohbetlerinde kazanılır. Bu âlimler Peygamberlerin vârisleridir." demiştir.

    Genel olarak ilim ilm-i husûlî ve ilm-i hudûrî diye ikiye ayrılabilir. İlm-i husûlî Ehl-i sünnet (Rasûlullah efendimiz ve arkadaşlarının yolunda olan) âlimlerinin sohbetlerinde ve derslerinde bulunularak çalışılarak elde edilen ilimdir. İlm-i hudûrî ise çalışmadan Allah'ın ihsân etmesiyle kazanılan ilim vehbî ilim demektir ki bu ilme ilm-i lüdünnî de denilir.

    Hâce Ubeydullah Ahrâr ise : "İlim iki çeşittir. Biri verâset biri de ledün ilmidir. Verâset ilmi çalışarak elde edilir buna "kesbî" denir. İlm-i ledün ise Allah'ın ihsânıdır. Çalışmadan elde edilir. İlâhî bir mevhibedir. Kullarından dilediğine verir buna "vehbî" de denir." buyurmuştur.

    İmâm İbn-i Mâce'nin Sünen'inde geçen bir hadîs-i şerîfte; "İlim Çin'de de olsa onu alınız. Zirâ ilim öğrenmek kadın-erkek her müslümana farzdır." buyrulmuştur. Ed-Dürrü'l-Muhtâr'daki hadîs-i şerîfte de şöyle buyrulmuştur: "Bir saat ilim öğrenmek veya öğretmek sabaha kadar ibâdet etmekten daha sevaptır." Berîka'da geçen bir hadîs-i şerîfte Rasûlullah efendimiz; "İlmi ile amel edene Allah bilmediklerini bildirir." buyurmuştur.

    Abdülhak-ı Dehlevî Merec-ül-Bahreyn isimli kıymetli kitabında Ahmed Zerrûk'dan alarak diyor ki: "İmâm-ı Mâlik; "Fıkıh öğrenmeyip tasavvuf ile uğraşan dinden çıkar zındık olur. Fıkıh öğrenip tasavvuftan haberi olmayan (bid'at sâhibi) yâni sapık olur. Her ikisini edinen hakîkate varır." buyurdu. Fıkhı doğru öğrenen ve tasavvufun zevkini alan kâmil insan olur. Tasavvuf büyüklerinin hepsi kemâle gelmeden önce bir fıkıh âliminin mezhebinde idi. Tasavvufçunun mezhebi yoktur demek mezheblerin hepsini bilir hepsini gözetir evlâ olanı ihtiyâtlı olanı yapar demektir. Cüneyd-i Bağdâdî Süfyân-ı Sevrî'nin mezhebinde idi. Abdülkâdir-i Geylânî Hanbelî idi. Ebû Bekr-i Şiblî Mâlikî idi. Cerîrî Hanefî idi. Haris-i Muhâsibî Şâfiî idi (kaddesAllah esrârehüm)."

    Ebü'l-Esved ed-Düelî; "Hiçbir şey ilimden üstün değildir. Çünkü sultanlar insanlara hükmederler. Âlimler ise sultanlara hükmederler." demiş Lokman Hâkim de oğluna şunu söylemiştir: "Ey oğlum! Dünyânın sevinç ve neşelerini tecrübe ettim. İlimden lezzetli bir şey bulamadım." Ayrıca; "Dervişler fakir ve yoksullar ilim sâyesinde sultanlar sofrasında otururlar." buyurmuştur. Bir de Abdülhak-ı Dehlevî "İnsanın göğsünü genişleten şeylerden biri ilimdir." demiştir.



    LEDÜNNİ İLİM : İlm-i ledün veya ledünnî ilim Allah ile ilgili bilgi ve sırlara ait ilim gayb ve mârifet ilmidir. Allah âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki: "Orada kendi indimizden bir rahmet (vahiy ve nübüvvet veya uzun ömür) verdiğimiz ve ona ledünnî ilmi öğrettiğimiz kullarımızdan birini (Hızır'ı) buldular." (Kehf sûresi: 65)

    Hem Sa'lebî'nin hem de İmâm-ı Rabbânî'nin ifâde ettikleri gibi Hızır aleyhisselâm güzel ahlâk sâhibi cömert ve insanlara karşı çok şefkatliydi. Allah'ın izni ile kerâmet ehli olup kimyâ ilmini bilirdi. Hak teâlânın bildirmesiyle ledünnî ilim verilmişti. Muhammed Pârisâ; "İlm-i ledünnî verilmesinde Hızır aleyhisselâmın rûhâniyeti vâsıta olmaktadır." buyurmuştur.

    Senâullah-ı Dehlevî bu ilim hakkında şöyle demektedir: "Ledünnî ilim çalışmak ve gayretle ele geçmez. İhsân edilen kimselere mahsûstur. Umûma şâmil değildir. Peygamberlere verilen ilimler ve vahyedilen şeyler ise umûma şâmildir ve herkesi ilgilendirir. Yâni peygamberler bunları gönderildikleri kavimlere tebliğ etmekle bildirmekle vazîfelidirler. Bu bakımdan peygamberlerin ilmi ledünnî ilminden üstündür."

    Seyyid Abdülhakîm Arvasi ise şunları ifâde etmektedir: "Emîr Sultan hazretleri ledünnî ilme sâhipti. Bu ilim yetmiş iki derecedir. İlk derecesinde olan bir ağaca bakınca yapraklarının sayısını bir denize bakmakla damlalarının adedini bir çöle bakınca kumlarının sayısını bilir."



    YAKÎN : Şek ve şüpheden uzak olan doğru sağlam sarsılmayan şüphe ve tereddüt bulunmayan îtikâda îmâna yakîn adı verilir. Râmûzu'l-Ehadîs'teki bir hadîs-i şerîfte; "Âgâh olunuz ki insana dünyâda yakîn ve âfiyetten (rûhen sağlam ve günâhlardan uzak olmaktan) daha hayırlı bir şey verilmemiştir. Öyle ise Allah'tan o ikisini isteyin." buyrulmuştur. İmâm-ı Rabbânî; "Yakîn ihsân edilen birinin kerâmetlere hârikalara ihtiyâcı olmaz. Bütün bu kerametler zât-ı ilahînin zikrinden ve kalbin bu zikir ile zînetlenmesinden aşağı kalır." demiştir. Hazret-i Ali ise; "Îmân ağaç gibi olup kökü yakîn dalı takvâ nûru hayâ meyvesi cömertliktir." buyurmuştur.



    MAİYYET : Sözlükte berâberlik beraber olma demek olan maiyyet tasavvufta Allah ile beraber olma O'na kavuşma yolu mânâsında kullanılır. Muhammed Bâkî-billah; "Maiyyet yolu cezbe (Allah'ın çekmesi) yollarından biridir. Maiyyet yolundan Allah’a kavuşmak nasîb olursa vâsıta aracı olmaksızın kavuşulur. "Kişi sevdiği ile berâberdir." hadîs-i şerîfi bu sözümüzü kuvvetlendirmektedir." demiştir. İmâm-ı Rabbânî ise; "Yüksek hocamın lutfederek acıyarak mübârek gönlünü bu fakire çevirmesi ile tasavvufcuların tevhîd (bir bilmek) kurb (yakınlık) maiyyet ihâta (her tarafı kaplamak) sereyân (her zerrede bulunmak) gibi sözlerle anlatmak istedikleri mârifetlerden ince bilgilerden ele geçmeyen hemen hemen hiç kalmadı." demiştir.



    SEYR U SÜLÛK : Tasavvuf yolculuğu tasavvuf yolunda ilerlemeye seyr ve sülûk denilir. İmâm-ı Rabbânî; "Seyr ve sülûkdan maksad nefsi kötü huylardan ve çirkin sıfatlardan temizlemektir." demiş bu çirkin sıfatların başında nefse düşkün olmak ve onun arzularına isteklerine tutulmak geldiğini ifâde etmiştir. Seyrin çeşitli kısımları vardır. Seyr-i âfâkî seyr-i enfüsî seyr-i fillah seyr-i fil-eşyâ seyr-i ilallah seyr-i anillahi billah seyr-i murâdî gibi. Muhammed Bâkî-billah seyr-i enfüsîden (insanın kendinde yaptığı yolculuktan) önce olan şeylerin yâni ilerlemelerin hepsinin seyr-i âfâkî olduğunu seyr-i âfâkîde ele geçen şeylerin bir hiç mesâbesinde olduğunu belirtmiştir.

    Ebû Saîd-i Harrâz; "Seyr-i âfâkî (kendinin dışında ilerleme) insanı matlûbdan (aranılandan) uzaklaştırır seyr-i enfüsî ise insanı matlûba kavuşturur." demiştir. Seyr-i enfüsî tasavvuf yolunda bulunan kimsenin kendinde ilerlemesi kötü huylardan temizlenen nefsin iyi huylarla bezenmesi süslenmesidir. Abdülkâdir-i Geylânî "Seyr-i enfüsîde insanı Allah'ın sevgisi kaplayarak insan kendini sevmekten kurtulduğu için evlâd ve mal sevgisi de bununla berâber yok olur. O halde seyr-i enfüsî muhakkak lâzımdır." buyurmuştur.

    Allah'ın isimlerinde ve sıfatlarında ilerleme Allah'ın beğendiği ve râzı olduğu şeylerde fâni olma (yâni O'nun sevdiklerini sevmek ve O'nun sevdikleri kendine sevgili olmak) seyr-i fillah diye isimlendirilir. Hace Ubeydullah-ı Ahrâr; "Allah’a kavuşmakta zulmet perdelerinin kalkması için mahlûkların hepsini aşmak yâni seyr-i âfâkîyi ve seyr-i enfüsîyi tamamlamak lâzımdır. Nûrdan perdelerin aradan kalkması için de seyr-i fillah gerekir." demiştir.

    Allah’a doğru olan yolda ilerlemek mânevî ilimde durmadan yükselmek seyr-i âfâkî (kötü hâllerden kurtulma) ve seyr-i enfüsî (iyi hâllerle süslenme)yi de içine alan tasavvuf yolculuğuna seyr-i ilallah denilmektedir.

    Abdülhakîm bin Mustafa Arvâsî; "Seyr-i ilallah ve seyr-i fillah yâni Allah'ın beğendiği şeylerde fânî olma hâsıl olmadıkça tam ihlâs (her işini yalnız Allah'ın rızâsı için yapma) elde edilemez. Muhlislerin (ihlâs sâhiplerinin) olgunluğuna kavuşulamaz." demiştir. Muhammed Behâeddîn-i Buhârî; "Tasavvuf yoluna girip ilerlemek yol gösteren rehberi sevmeye bağlıdır." buyurmuştur. Seyr-i murâd (murâdların seçilmişlerin Allah'ın lutf ve ihsânı ile çekilerek kavuştukları yol) ile ve kuvvetle çekilerek vilâyetin (evliyâlığın) yüksek derecelerine kavuşturulan bu rehberin bakışları kalp hastalıklarına (kalbin Allah’dan başka şeylere tutulmasına) şifâdır. Onun teveccühü yâni sevgisine kavuşmak mânevî hastalıkları giderir.

    Tasavvufta nihâyete kavuşan bir velînin geri döndükten sonra daha önce unutmuş olduğu eşyânın bütün bilgilerine yeniden sâhib olması Seyr-i fil-eşyâ diye isimlendirilir. Muhammed Bakî-billâh; "Seyr-i fil-eşyâ davet makamını elde etmek içindir. Davet makâmı peygamberlere mahsûstur." demiştir.



    KURB : Yakınlık yakın olmak demektir ki Abdülganî Nablüsî; "Allah’a farzlarla hâsıl olan kurb nâfilelerle hâsıl olandan elbette kat kat daha çoktur. Fakat kurbu takvâ sâhiplerinin (haramlardan nefret eden haram işlemekten kaçınanların) ihlâs ile yaptıkları farzlar hâsıl eder." demiştir. İmâm-ı Rabbânî kurb ve visâl (kavuşma) lezzetinin Cennet nîmetlerinin lezzetinden ziyâde olduğu gibi bu'd ve hırmân (uzaklık ve mahrumluk) azâbının da Cehennem azâbından beter olduğunu ifâde etmiş Muhammed Mâsûm Serhendî ise farzların kurb hâsıl etmesi için nâfile ibâdetleri de yapmanın şart olduğunu belirtmiştir.

    Allah’a yakın olmak vilâyet yâni velî olmak kurb-i ilâhî terimiyle de ifâde olunur ki Abdullah-ı Ensârî bunun; Allah’dan başka her şeyi unutmak olan fenâdan sonra Allah tarafından evliyâsına ihsân olunacağını beyân etmiştir. Kurb-i nübüvvet ve kurb-i velâyet olmak üzere iki türlü kurb vardır. Kurb-i nübüvvet nübüvvet kemâlâtına olgunluklarına kavuşma nübüvvet yolu ile Hakk'a erme demektir. İmâm-ı Rabbânî'nin belirttiğine göre kurb-i nübüvvet insanı aslın aslına ulaştırır. Peygamberler (aleyhimüsselâm) ve bunların arkadaşı olan sahâbîleri Allah’a bu yoldan kavuşmuşlardır.

    Allah’dan gelen feyz ve bereketlere arada vâsıta bulunmak sûretiyle kavuşma kurb-i velâyet adını alır. Yine İmâm-ı Rabbânî'nin ifâdesine göre bir velînin kurb-i velâyet yolunda ilerleyerek kurb-i nübüvvet yoluna kavuşması yâni her iki yoldan feyz alması câizdir.

    Bir de kurb-i ebdân tâbiri vardır ki bedenlerin birbirine yakın olması yakın bulunmak demektir. Kurb-i ebdânın kalplerin birleşmesinde büyük tesiri vardır. Bunun içindir ki Rasûlullah efendimizin sohbetinde bulunmayan hiç bir velî bir sahâbînin derecesine yükselemez. Veysel Kârânî o kadar şânı yüksek olduğu hâlde Rasûlullah efendimizi hiç görmediği için Eshâb-ı kirâmdan en aşağı olanın derecesine yetişemedi. Büyük İslâm âlimi Abdullah bin Mübârek hazretlerinden; "Hazret-i Muaviye ile Ömer bin Abdülazîz'den hangisi daha yüksektir?" diye soruldu. Cevap olarak; "Hazret-i Muâviye Rasûlullah efendimizin yanında giderken atının burnuna giren toz Ömer bin Abdülazîz'den kat kat daha yüksektir." buyurdu. İmâm-ı Rabbânî; "Büyüklerden istifâde edebilmek için kurb-i ebdân istemeli bunun için çalışmalı. Nîmetlerin tamam olması bedenlerin yakın olması iledir. Kurb-i ebdân olunamazsa yakınlık sebeplerini elden bırakmamalıdır." buyurmuştur.



    CEM'İYYET : Sözlükte toplum topluluk toparlanma toplanma demek olan cemiyyet hep bir olanı müşahede (eserlerini görmek) ile meşgûl olup kendinden dahi habersiz olma hâli yâni kısaca rûhunu ve kalbini toplayıp Allah’dan başkası ile olmama hâlidir. İmâm-ı Rabbânî cemâatle kılınan beş vakit namaz ve devâmlı Allah’ı zikretmenin cemiyyete sebeb olacağını beyân etmektedir.



    HUZUR : Allah’dan başka hiçbir şeyin kalpte bulunmaması berâberlik birlikte olma hâzır bulunmaya huzur da denir. Muhammed Mâsûm Fârûkî huzur gafletten kurtulmaktan ibârettir demiş ayrıca huzurlu ve uyanık olan kalbin namazda uykuda ve vilâyette aynı olduğunu huzur ve uyanıklığın kalbin melekesi olup onun gerekli sıfatları olduğunu hiç bir zaman ayrılık kabûl etmediğini ifâde etmiştir.



    TEVECCÜH : Teveccüh tasavvuf yolunda ilerleme yükselme sebeplerinden önemli olanlarındandır. Bu bir velînin Allah'ın izni ile nazar etmek (bakmak) yâhut başka yollarla talebesinin veya sevdiğinin yâhut başka birinin kalbindeki mâsivâ (Allah’dan başka her şey) ve dünyâ sevgisini günâh lekelerini temizleyip yerine feyz mârifet ilim ve hikmetle yâni mânevî ilimler iyilikler bereketler ve faydalarla doldurması yüksek derecelere kavuşturması demektir. Muhammed Mâsûm; "Pîrin (tasavvuf büyüğünün) teveccühünü zulmet ve keder dağlarını her ne sûretle ortaya çıkarsa çıksınlar sadık talebeden kaldırıp uzaklaştırır." demiştir. Ubeydullah-ı Ahrâr'ın oğlu Hâce Muhammed Yahyâ; "Tasarruf sâhipleri üç kısımdır. Bir kısmı Allah'ın izni ile her istedikleri zamanda diledikleri kimsenin kalbine tasarruf ederek onu tasavvufta en yüksek derece olan fenâ makamına eriştirir. Bazısı Allah'ın emri olmadan tasarruf etmez. Emir olunan kimseye teveccüh ederler. Bir kısmı ise kendilerine bir sıfat (hâl) geldiği zaman kalplere tasarruf ederler." demiştir.

    İmâm-ı Rabbânî; "Tasavvuf yolunda çok yüksekleri aramalı ele geçenlere bağlanıp kalmamalıdır. Verâların verâsını yâni ötelerin ötesini aramalıdır. Böyle bir istek böyle çok çalışmak ancak vazîfe alınan büyüğün teveccühü ile elde edilebilir. Onun teveccühü de müridin (talebenin) ona olan sevgisi bağlılığı kadar olur." demiştir.

    Teveccüh bir de bir kimsenin hayatta veya vefât etmiş kabirde olan bir velîden feyz alabilmek ondan mânevî olarak istifâde etmek faydalanmak için kalbini ona bağlaması hâtırına hiçbir şey getirmeyip yalnız onu düşünmesi mânâsında kullanılır. Abdullah-ı Dehlevî bu konuda şunları söylemektedir: "Bâtındaki yâni kalbindeki nisbetin (bağlılığın) artmasına çalış. Allah ism-i şerîfini bâzan da kelîme-i tehlîli (Lâ ilâhe illallah'ı) çok zikrederek (söyleyerek) bâzan salevât okuyarak Kur'ân-ı kerîm okuyarak Allah’a yaklaşmaya çalış. Bu çalışmalarda gevşeklik olursa bu fakirin rûhâniyetine teveccüh ediniz. Yâhut Mirzâ Mazhâr-ı Cânân'ın kabrine gidiniz ona teveccüh ediniz çok terakkî edilir ilerleme ve yükselme olur. Ondan hâsıl olan fayda bir diğerinin faydasından daha çoktur."



    HİMMET : Lügatte kasd irâde kuvvetli istek arzu gibi mânalara gelen himmet ıstılahta Allah'ın velî kullarından bir zatın kalbinde yalnız bir işin yapılmasını bulundurup başka bir şeyi kalbine getirmemesi ve Allah’dan dileyerek bu şekilde mânevî yardımda bulunması demektir. Ubeydullah-ı Ahrâr; "Allah'ın isimleri ile münâsebeti olan bir zât kalbinde yalnız bir işin yapılmasını bulundurur ve bu şeye himmet eder kalbine bundan başka hiçbir şey getirmez; yalnız o işin yapılmasını isterse Allah da o işi yaratır. Allah'ın âdeti böyledir." demiştir.



    MAHBÛBİYYET : Mahbûbiyyet sevilen olmak mahbûb olmaklık sevilmeklik demektir. İmâm-ı Rabbânî; "Rasûlullah efendimize tâbi olmanın en yüksek derecesi mahbûbiyyet ve ma'şûkiyyet (âşık olmak) kemâlâtına (üstünlüklerine) sâhib olmaktır. Bu Allah'ın çok sevdiklerine mahsustur ve lutf ile ele geçmez muhabbet lâzımdır." demektedir. Abdülhak-ı Dehlevî ise âhirette azâblardan kurtulmak ve sonsuz saâdete kavuşmak ancak geçmiş ve gelecek bütün varlıkların en üstününe (Hazret-i Muhammed'e) uymakla olur. Bunun için O'na uymakla mahbûbiyyet makâmına erişirler. O'nun yolunda bulunmakla Allah'ın zâtının tecellîsine kavuşurlar demiştir.



    TEMESSUL: Allah meleklere cinne çeşitli şekiller alabilme kuvveti verdiği gibi çok sevdiği kullarının ruhlarına da bu kuvveti vermektedir. Başka bedene ihtiyâç yoktur rûhlar da görülecek şekiller alabilmektedir. İşittiklerimiz ve okuduklarımıza göre evliyâdan birçoğu bir anda çeşitli yerlerde görülmüş birbirine uymayan işler yapmışlardır. Burada latîfeleri insan şekline girmekte başka başka bedenler halini almaktadır. Bunun gibi meselâ Hindistan'da oturan ve şehrinden hiç çıkmamış olan bir velîyi hacılar Kâbe'de görüp konuştuklarını başkaları da meselâ aynı günde İstanbul'da bir kısım kimseler de bu velî ile yine o gün Bağdad'da görüştüklerini söylemişlerdir. Bu da o velînin latîfelerinin muhtelif şekiller almasıdır. Bâzan o velînin bunlardan haberi olmaz. Seni gördük diyenlere yanılıyorsunuz o zaman evimdeydim o memleketlere gitmemiştim o şehirleri bilmiyorum ve sizleri de tanımıyorum der. Yine bunlar gibi güç halde bulunan kimseler korku ve tehlikelerden kurtulmak için ölü veya diri olan bâzı evliyâdan yardım istemişlerdir. O büyüklerin kendi şekillerinde olarak hemen orada bulunduklarını ve imdâdlarına yetiştiklerini görmüşlerdir. Bu velinin yaptığı yardımlardan bâzan haberleri olmakta bâzan da olmamaktadır. Bu hâl bilhâssa muhârebelerde görülmüştür. Böyle yardımları yapanlar o din büyüklerinin rûhları ve latîfeleridir. Latîfeleri bâzan bu âlem-i şehâdette bâzan da âlem-i misalde şekil almaktadır. Nitekim Peygamberimizi (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gecede binlerce kimse rüyâda görüp istifâde etmektedir. Bu gördükleri hep O'nun latîfelerinin ve sıfatlarının âlem-i misâldeki şekilleridir. Yine bunlar gibi sâlikler mürşidlerinin âlem-i misâldeki sûretlerinden istifâde ederler ve bu yolla müşkillerini çözerler.



    alıntı
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 42.870, Level: 100
    Points: 42.870, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 4,9%
    Overall activity: 4,9%
    Achievements
    Zümrüt - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jan 2009
    Yer
    ıstanbul rize
    Mesajlar
    7.510
    Points
    42.870
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    24

    Standart Cevap: Allah dostları

    allah c.c razı olsun bacım

    Mecnun Misali Leylâ’nın Zülfüne Hemen Gönül Bağlama.
    Çünkü seni AŞK Çöllerinde Gezdirip Duran Leylâ Değil Mevlâ’dır Hep…

  3. #3
    ***
    DIŞARDA
    Points: 155.310, Level: 100
    Points: 155.310, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    Konyevi Nisa - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Co Admin
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Yer
    Dünyadan !!
    Mesajlar
    20.631
    Points
    155.310
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    38

    Standart Cevap: Allah dostları

    "Allah o takvâ sâhiblerini sever." (Âl-i İmrân sûresi: 76) Rasûlullah efendimiz; "Yâ Rabbî! Bana ilim hilm takvâ ve âfiyet ihsân eyle." duâsını çok söylerdi. Ebû Saîd Muhammed Hâdimî Berîka'sında bu hadîs-i şerîfi açıklarken duâda geçen ilimden maksat faydalı ilim yâni îmân ibâdet amel ve ahlâk bilgileridir. Hilm ise yumuşaklık demektir. Âfiyetten murâd dînin ve îtikâdın bozuk inançlardan işlerden nefsin isteklerinden kalbin vesvese ve şüphelerinden bedenin hastalıklarından kurtulmasıdır demektedir.


    ALLAH C.C. RAZI OLSUN ABLACIM ÖNEMLİ BİR KONUYDU..


    Seni çok Özledim Annem

  4. #4
    ***
    DIŞARDA
    Points: 25.810, Level: 96
    Points: 25.810, Level: 96
    Level completed: 46%,
    Points required for next Level: 540
    Level completed: 46%, Points required for next Level: 540
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    mihrab - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    May 2009
    Mesajlar
    4.559
    Points
    25.810
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    21

    Standart Cevap: Allah dostları

    cümlemizden razı olsun inşallah
    Sessizlik de bir çeşit konuşma sanatıdır





    hasretin rüzgarında savrulan bir hayat

Benzer Konular

  1. Allah, Dostları ,
    By SiLa in forum İslami Konular Ve Kaynaklar
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 12.04.09, 19:45
  2. Allah Dostları
    By Reyhani in forum Tasavvuf Yazıları
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 13.10.08, 20:59
  3. Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 04.07.08, 14:23

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •