Sokak Çocuğu Sabriye Tekin
Bir kusur işlemiş gibi bir köşeye diz çökmüş gelen geçene kayıyordu gözleri; bir suçlu gibiydi bakışları… Çocuklarının ellerinden tutup giden anne-babalara dalıp gidiyordu bakışları. Gerçekten bir kusur mu işlemişti, gerçekten suçlu muydu?… Gelip gidenlerin arkasına takılıyordu yüreği, bedeni olduğu yerdeydi… İşte bir çocuk daha geçiyor anne ve babasının elinden sıkıca tutmuş, biri tutup ailesinden ayırmasın diye sımsıkı tutuyordu ellerinden ailesi…
Suçlu bakışlarla etrafını süzmeye devam ediyordu, zaman geçiyor o da zamanla beraber akıp gidiyordu bir yerlere; ama nereye ve hangi zamana bir yolculuktu o da bilmiyordu...
Hava çok soğuktu, ayazdı; ama onu hiç etkilemiyordu bile, çünkü hep özlemini duyduğu bir sevgi yoksunluğunu yüreğinin en derinlerinden duymuş ve küçük yaşına büyük yükler yüklenmişti, acımasız ailesi tarafından. “Kimim? Neyim? Benimde bir ailem var mı; neredeler? Leylekler getirmemişti beni herhalde?” diye bir his geçivermişti içinden. Evet; o ayazda esen yel gibi anlık bir his olarak geçip gitmişti minik yüreğinden, çünkü aile sevgisini hiç tatmamıştı o minik yürek, gözleri o mutluluğa hiç şahit olmamıştı; hep sokakların çirkin yüzüyle karşılaşmış, hep itilip-kakılmış gerçek sevgiden başkalarınca da mahrum edilmişti… “Hayat gerçekten böyle mi? Sokakta yaşayanlara insanlar hep böyle duygusuz ve sevgisiz mi davranırdı? Ailem olsaydı acaba şimdi nerede olurdum, kimin şevkatli kucağında olurdum?” cümlelerini mırıldandı bir ara ve yaşlı gözlerle izlemeye devam etti sıcak aile manzaralarını o zemheri sokakta…
Zaman nasıl geçmişti, ne çabuk akşam olmuştu hiç farkında değildi…
Ahh güzel çocuk, senin ellerinde ki siyahlıklar gözlerinden yansımıştı; gözlerindi kömür siyahı olan. Yerler ve insanların yürekleriydi kaskatı kesilmiş olan, senin kalbin o sevgiyi hiç tatmamış olmasına rağmen alabildiğine yumuşak ve buruktu… Senin saçların uçuşuyordu o ayazda; insanlarınsa yüreklerinde ki sevgi ve merhamet çoktan uçup gitmiş, kaybedecek başka şeyleri kalmamıştı…
Hava oldukça ayaz ve soğuktu ama hiç farkında değildi. Çünkü hiç tatmadığı sevgiyi özlüyor ve aklı gözünün kaydığı sevgi çemberi içine alınmış çocuklardaydı…
Bu düşünceler içinde ayazdan titreyen ellerini yamalı pantolonunun cebine koymuş; beklediği köşeden küçük adımcıklarıyla uzaklaşmaya başlamıştı…
Kim bilir daha kaç adım atacaktı, aile sevgisinden mahrum yaşadığı günlerde; kaç soğuk gece bekliyordu daha o minik yürekli çocuğu; daha kaç köşede gelip geçen çocukları izleyecekti? Hayatı çok seviyordu, ama sırf dilenci kılıklı olduğu için sevilmiyor hep itilip-kakılıyordu…
Sonra adımlarını atarken içinden şevkat peygamberini hatırladı; bir vitrinde açık duran kanalda izlemişti; şevkat peygamberi çocukları çok severdi, kimsesiz çocuklara özel ilgisi vardı… İşte o zaman küçük yüreği O’nun yaşadığı dönemde yaşamak istediğini anlatıyordu; ama geçmişe gitmesi ne yazık ki mümkün değildi. Gün batmış, herkes evine çekilmiş; sokaklarsa sessizdi… Küçük adımlarıyla yürüdüğü sokakta, gecenin sessiz ama soğuk karanlığında kaybolup gitti…
Daha kaç soğuk ve anne-baba sevgisinden mahrum geçireceği günlerin hesabını yapıyordu, titreyen ellerinin titrediğinin bile farkında değildi.
Gözlerinden akan yaşlar düştüğü yerde derin izler bırakıyordu…