"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a (dalında) asılı meyve hakkında sorulmuştu:
"İhtiyaç sahibi, sepetine almaksızın ağzıyla ulaşırsa, kendisine bir vebal gelmez. Ancak kim de, eteğinde (birşeyler) alarak oradan çıkarsa, aldığının iki kat değeriyle borçlanır. Ayrıca (ta'zir nevinden) ceza da yer. Kim de yığın yapıldıktan sonra meyveden çalarsa ve bunun değeri miğfer fiyatını bulursa, eli kesilir" buyurdu. Sonra kendisine lukata (buluntu)dan sorulmuştu:
"İşlek yolda bulunmuş olanla, insanların çokça yaşadığı meskun karyede bulunmuş olanı bir yıl boyu ilan et. Eğer sahibi gelirse hemen ver.Eğer gelmezse artık o senin olmuştur. Harabede bulunmuş ise, bununla, maden için humus (beşte bir) vergisi vardır" buyurdular. [Ebu Davud, Lukata 1, (1710, 1711, 1712, 1713); Nesâî, Kat'u's-Sârik 11, (8, 84-85).]

AÇIKLAMA:

Burada, ağaçtan alınacak meyve ile ilgili bazı hükümler mevzubahis edilmektedir.
1) Başkasının ağacından, ihtiyaç sahibi, orada yemek üzere alabilir. "Ağzıyla ulaşmak"tan murad, mahallinde yemektir.
Eteğine veya sepetine koyarak oradan meyve çıkarmamalıdır. Hadis, bu çeşit çıkarmayı menediyor, haram ilan ediyor.
2) Hadis ağacın dalında veya dağda iken çalınana borçlanma takdir ederken, harmandan veya meyvelerin toplandığı yer olan "kurulma yerleri"nden nisab miktarı çalındığı takdirde hadd cezasını takdir etmektedir.
3) "Değerinin iki misli" tabiri zecr içindir. Değerinin misliyle borçlanmak esastır. Borçlanmaya ilave edilen ukubet, ta'zir cezasıdır.
Ancak bazı alimler "iki misliyle" tabirini esas alarak, bu durumlarda mala ceza verilebileceğini söylemiştir. Çünkü bu bir nevi malî ceza olmaktadır. İmam Şafiî, kavl-i kadiminde bunu caiz görmüş ise de kavl-i cedidinde bundan rücu etmiştir. "Borç, hiç kimseye, hiçbir şeyde katlanmaz, ceza bedendedir malda değil" demiştir. Şafii bu hükmün mensuh olduğunu, nasih rivayeti "geceleyin sürüsüyle zarar verenlere, Resulullah'ın aynıyla tazmin edeceklerini bildiren hadisin teşkil ettiğini" söyler.
Hattâbî de hadisteki "iki misli" ile ödeme emrini bu işlerden vazgeçirmek için korkutmak gayesine hamleder. Aslolanın bir şeye zarar verenin, o şeyi misliyle tazmin etmek olduğunu belirtir. Bazı alimler de: "Bu İslam'ın başında fiillere karşı konan cezalardan biridir, sonradan neshedilmiştir" demiştir. Ağacın başındaki meyveyi çalandan el kesme cezasının düşmesi, o zaman Medine bahçelerinin etrafında duvarların bulunmaması ile izah da edilmiştir.
4) Çalınan, miğfer fiyatına ulaştığı takdirde el kesme cezasının uygulanması meselesine gelince: "Miğfer, o zamanda üç dirhem değerinde idi. Üç dirhem bir dinarın dörtte biridir. Şafii nezdinde bu miktar hırsızlık için nisabtır.
5) Hadis, harabe yerde bulunan buluntu ile, insanların yaşadığı köyde veya insanların gelip geçtiği yolda bulunan buluntuyu ayrı hükümlere tabi kılmaktadır.Hemen şunu belirtmede fayda var. Harabe deyince sahipsiz harabe ile, sahibi olan harabeyi ayırmak gerekmektedir. Sahibi olmayan eski milletlerden kalma harabede bulunan mal, madenler gibi beşte bir nisbetinde vergiye tabi tutulmaktadır. Ama böyle olmayan mal, bulana aittir. Sahibi olan harabede bulunan mal, harabe sahibine aittir, bulana herhangi bir şey yoktur. Eğer sahibi bilinmezse bu takdirde lukatadır, buluntuya uygulanan hükümler buna da aynen uygulanır.
6) Hadiste geçen rikaz kelimesi -ki maden diye tercüme ettik- Hicaz uleması ile Irak uleması arasında farklı anlaşılmıştır. Bundan murad Iraklılara göre madenlerdir. Hicazlılara göre ise cahiliye devrinin defineleridir. Lügat açısından ikisi de muhtemeldir.

ـ5307 ـ3ـ وعن سهل بن سعدٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه: ]أنَّ علَيّ بن أبي طالبٍ رَضِيَ اللّهُ عَنْه دَخلَ عَلى فَاطِمَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها، وَحَسَنٌ وَحُسَيْنٌ رَضِيَ اللّهُ عَنْهما يَبْكِيَانِ. فقَال: مَا يُبْكِيكُمَا؟ فقَالَتِ: الْجُوعُ. فَخَرَجَ، فَوَجَدَ دِينَاراً بِالسُّوقِ، فأتَى فَاطِمَةَ فَأخْبَرَهَا، فقَالَتِ: أُئْتِ فَُناً اَلْيَهُودِىَّ فَاشْتَرِ بِهِ دَقِيقاً فَجَاءَهُ فأخَذَ الدَّقىقَ، فقَالَ لَهُ الْيَهُودِىُّ: أنْتَ خَتَنُ هذَا الّذِى يَزْعُمُ أنَّهُ رَسُولُ اللّهِ؟ قَالَ: نَعَمْ. قَالَ: فَخُذْ دِينَارَكَ، وَلَكَ الدَّقِيقُ. فَخَرَجَ عَلِيٌّ حَتّى جَاءَ فَاطِمَةَ رَضِيَ اللّهُ عَنْها بِالدَّقيقِ وَالدِّينَارِ فَأخْبَرَهَا بِهِ. فقَالَتِ: اذْهَبْ الى فَُنٍ الْجَزَّارِ فَخُذْ لَنَا بِدِرْهَمٍ لَحْماً. فَذَهَبَ فَرَهَنَ الدِّينَارَ بِدِرْهَمٍ لَحْمٍ فَجَاءَ بِهِ فَعَجَنَتْهُ وَنَصَبَتْ وَخَبَزَتْ، وَأرْسَلَتْ الى أبِيهَا فَجَاءَهُمْ. فقَالَتْ: يَا رَسُولَ اللّهِ أذْكُرُ لَكَ، فإنْ رَأيْتَهُ حًََ أكَلْنَاهُ وأكَلْتَ مَعَنَا، مِنْ شَأنِهِ كذَا وَكذَا. فقَالَ: كُلُوا بِسْمِ اللّهِ، فأكَلُوا مِنْهُ. فَبَيْنَمَا هُمْ مَكَانَهُمْ إذَا غَُمٌ يَنْشُدُ اللّهَ وَا“سَْمَ الدِّينَارَ فَدَعَاهُ النَّبِيُّ # فَسَألَهُ فقَالَ: سَقَطَ مِنّي بِالسُّوقِ. فقَالَ: يَا عَلِيُّ اِذْهَبْ الى الْجَزَّارِ. فَقُلْ لَهُ: إنَّ رَسُولَ اللّهِ
# يَقُولُ لَكَ: أرْسِلْ إليَّ بَالدِينَارِ، وَدِرْهَمُكَ عَليَّ. فأرْسَلَ بِهِ، فَدَفَعَهُ # الى الْغَُمِ[. أخرجه أبو داود .