Acı Karpuz Dilimleri

Mevlâna Celaleddin Rumî hazretleri, Mesnevî’de şöyle anlatır:

Hazreti Lokman, temiz bir kul ve kulluğunda gece gündüz gayretliydi. Efendisi onun doğruluğunu ve keskin zekâsını görüp, kendi oğlundan daha üstün tuttu. Gerçi Lokman köle çocuğu idi ama heva ve hevesten gönlü temizlenip hür oldu. Lokman, köle suretinde efendiydi. Efendisi bir yere gidecek olsa elbisesini kölesine giydirir, kendisi de onun elbisesiyle gider, kölesi de önünde yürürdü. O da daima köleyi takip ederdi ki böylece kimse durumu anlamasın.

Efendisi yemek sofrası hazır olunca hemen Lokman’ı çağırtır, önce Lokman elini uzatır, sonra da efendisi yemeye başlardı. Lokman’ın artığını yemekten hoşlanırdı. Yemediğini de yemez, dökerdi. Eğer yiyecek de olsa iştahsız yerdi. O, ona ebedî bir dirilik olurdu.

Bir karpuz hediye etmişlerdi. “Oğlum Lokman hemen gelsin.” dedi. Lokman yanına gelince efendisi şevkle bıçağa uzanıp karpuzdan bir dilim keserek Lokman’a verdi. O da karpuzu şeker gibi yedi. Bir daha verdi, onu da yedi. Böylece dilimler on yediyi buldu.

Sonra efendisi bir dilim alıp, “Karpuz tatlı mı bir bakayım...” dedi. Zira Lokman’ı öyle istekle yerken görünce ona da iştiha gelmişti. Yer yemez karpuz ağzını yaktı. Dili, ağzı gittikçe acılaştı. Bir müddet sustu, konuşamadı. Sonra Lokman’a: “Ey benim canım, bu zehre nasıl teveccüh ettin? Kahra karşılık lütuf gösterdin? Bu sabrın, cana düşman gibi bu eziyet nedir? Niye kibarca bildirmedin? Özür dileyip maksadı anlatmadın?” dedi.

Lokman da dedi ki: “Ben senin nimetinden faydalanmışım. Canım ve tenim nimetinden mahcup. Senin sunduğun bir şeye acıdır demek, ona karşı iğrenme göstermek ayıptır. Nimetlerinin hakkı vücudumda bellidir. Her bir kemiğim senin nimetinden nasibini almış. Senin bir acı lokmana katlanamazsam, bu can ile bu tenin başına toprak saçılsın. Karpuzu veren senin lütuf elin bana onun acılığını göstermez. Sevgi acıyı tatlılaştırır, bakırı altın eder. Bulanıklar sevgi ile durulur, dert sevginin feyziyle şifa bulur. Bu sevgi bir bilinç sonucudur, sıradan kişi bu huzura eremez.”

Mesnevî-i Şerif, 2/319 vd. (Çev. Amil Çelebioğlu)