Adı, Yusuf... Yusuf, dünyanın en genç esiri...

İlk çığlığını hapishane surları içinde attı. Gözleri her taraftan onu kuşatan demir parmaklıklara açıldı ve kulakları işgal askerlerinin bağırışlarıyla patladı.

Yusuf… Esir Fatma Azzak’ın işgal hapishanelerinden birinde dünyaya getirdiği oğlu, hapishanede emekleyen ve adım atan dünyanın en küçük esiri.

Karanlıktan sonra ışığı görmeyi düşlüyor. Geceler onun gücünü ve yaşama kararlılığını artırıyor. Bu büyük anlamın bilincinde olamayacak kadar küçük olabilir ama bedeniyle birlikte hisleri de büyüyecek ve bu zor günlerin farkına varacak. Yusuf ve annesi Ebu Mahmut, Yusuf’u sadece resimlerden tanıyan 8 çocuklu bir ailenin parçasıdır. Dram buradan başlamakta ama son bulmamaktadır…

Yusuf kadınlara özel bir hapishanede esir annesinin kucağına doğdu. Esir tanımlaması onun gerçek lakabı oldu. İlk çığlıkları zindan duvarlarına çarptı. Sabırdan başka çare yok. Belki de Filistin’deki ya da büyük olasılıkla dünyadaki en genç mahkum olmanın ve hatta dünyaya geldiği ilk andan itibaren kokladığı kokuların çokluğu sebebiyle annesinin kokusunu unutmuş olmanın gururu var.

Muhammed Azzak “Ebu Mahmut” esir Fatma’yla -Yusuf’un annesi- evlendi. İşgal makamlarının, Gazze’deki esir yakınlarının hapishanelerdeki ailelerini görmelerine izin vermemesi sebebiyle doğduğundan beri -17 ay önce- çocuğunu görmüyor. Baba büyük bir acıyla şöyle diyor: Yusuf’tan uzun uzun bahsettim. Onu sadece uzun zaman aralıklarıyla Uluslar arası Kızılhaç Komitesi tarafından bana gösterilen fotoğraflarından tanımama rağmen beni gören herkese onu anlattım.

Ebu Mahmut bu hikayeyi “azap yolculuğu” olarak adlandırıyor. Bu hikaye onun yaşam seyrini ve ailesinin diğer kısmının hayatını değiştirdi. Ebu Mahmut bu azap yolculuğunu anlatmaya başlıyor: “Baldızımın kızının (Ravda Habib) bir İsrail hapishanesinde tedavi görmesi gerekti. Kızın annesi bunun için gerekli olan izinleri aldı ve eşim Fatma’dan en fazla 2 hafta sürecek olan bu tedavi yolculuğunda onlara eşlik etmesini istedi. 20 Mayıs 2007’de yolculuk vakti geldi ve Ümmü Mahmut çocuklarına yokluğunun çok uzun sürmeyeceği sözünü verip onları uzun uzun bağrına bastıktan sonra evden ayrıldı.”

Ebu Mahmut konuşmasını tamamlamadan önce bir müddet susuyor: “Dönmedi. Beyt Hanun sınırına –Gazze ile 48’de işgal edilen topraklar arasındaki ayrım noktası- ulaşır ulaşmaz işgal kuvvetleri onları tutukladı ve uzun bir soruşturma, sürekli aşağılamalar ve acımasız muamelelerden sonra onları Hasharon hapishanesine nakletti.”

Esir Fatma (42 yaşında) bu dönemin kısa olduğunu ve belki de sadece isimlerde bir karışıklık ya da benzerlik olduğunu, eninde sonunda durumun netleşeceğini, meselenin çok uzun sürmeyeceğini, evine ve eşine döneceğini, Ravda’nın tedavisine devam etmelerine izin verileceğini zannediyordu. Ama iş uzadı ve Fatma’nın çektiği daha büyük bir acı ona kardeşinin kızını unutturdu. Hapishanenin hastanesine nakledilmesinden sonra içinde gelişmekte olan bir embriyo olduğu ortaya çıktı. Karnı yavaş yavaş büyüyor ve yalnızlığına ortak olacak ve ona ne zaman biteceği belli olmayan acılarını unutturacak bir ünsiyet oluşturuyordu.

Beklenmeyen Hamilelik

Ebu Mahmut bu zalim tecrübe hakkında şunları söylüyor: “Eşimin hamile olduğu haberiyle şok oldum. Çünkü o 40 yaşını aşmıştı. Ama onun için duyduğum endişe bu sürpriz haberden daha büyüktü. En temel yaşam ihtiyaçlarından yoksun olan bir hapishanede doğum sancılarına nasıl dayanacaktı? Başlangıçta işgal makamlarının onun hamile olmasını dikkate alacaklarını sandım. Serbest bırakılacağından ötürü mutlu oldum ama serbest bırakılmadı. Hamileliği daha fazla fiziksel ve psikolojik baskı uygulamaları için bir sebepti. Ondan daha önce doğum yapmış olan esir Semer Sabih’in doğumunun ayrıntılarını öğrendiğimizde korkumuz daha da arttı. Kadın çok zor şartlar altında doğum yapmaya mecbur kalmış ve eşinin yanına gelmesine izin verilmemişti.

18 Ocak 2008’de esir Fatma’nın doğum sancıları başladı. Hapishane yönetimi onu insani olmayan şartlar altında ve sağlık durumu kontrol edilmeden Mayer hastanesine nakletti. İşgal kuvvetleri hastane yolunda bile ona fiziksel ve psikolojik baskı uyguladılar. Güvenlik bahanesiyle sadece doğum esnasında zincirleri çözüldü ve aynı gün çocuğuyla birlikte hapishaneye geri döndü.

Ebu Mahmut şöyle diyor: “Bir kere bile görmediğim oğlumu özledim. Çıkardığı sesleri sadece birkaç kere telefonda duydum.” Ebu Mahmut kaybettiği bir şeyi arıyormuşçasına etrafa bakıyor sonra konuşmasını tamamlıyor: “O şimdi muhakkak bazı kelimeleri söylüyordur. Ama ben onun baba dediğini hiç duymadım.” Hüzünlü bir ses tonuyla soruyor: “Biliyor mu ki sabırsızlıkla onun gelmesini bekleyen bir babası ve kardeşleri var. Onu ve annesini çok özledim.”

Kavuşma Umudu

Ebu Mahmut İsrail’in Gazze’ye düzenlediği son savaşı bütün kanlı görüntüleri, korkunç ayrıntıları ve çirkinliğiyle yaşayan Gazze sakinlerinden biriydi. Gazze’nin kuzeyindeki Cebeliya mülteci kampı İsrail’in işlediği suçlar silsilesinin bir sahnesiydi. Ebu Mahmut: “Fatma’nın acıdan yana nasibimi defettiğini ve Yusuf’un da diğer 8 kardeşinin acıdan nasibini yüklendiğini düşünmüştüm” dedi.

Ancak işgalcinin acımasızlığı ve vahşiliği bizi de evimizde yakaladı. “Buradan dünyaya şu mesajı veriyorum: demokrasi devleti eşimi suçsuz yere hapsetti, oğlum ise gülmeyi öğrenmeden önce hapishanenin karanlığını tattı. İşgal devleti bununla da yetinmedi binlerce Gazzeli gibi beni ve ailemi de savaş sırasında evimizden sürdü.”

Ebu Mahmut direniş gruplarıyla işgal devleti arasında konuşulan esir değişimi anlaşması haberlerini büyük bir özlemle takip ediyor ve şöyle diyor: “Ümmü Mahmut’u yanımda görmek, Yusuf’u kollarıma almak ve beni haddinden fazla yoran ve hayatımı değiştiren bu acılı senelere bir son vermek için yakın zamanda anlaşmanın imzalanmasını istiyorum. Ben sürekli olarak kavuşma ve sevinç anını bekleyerek yaşıyorum. Hasharon kadın hapishanesine komşu olan Hedarim hapishanesinin erkek esirleri İsrail hapishaneler idaresine karşı hapishaneye oyuncak sokulmasına izin verilmesi davasını kazandılar. Hapishane idaresi hiçbir oyuncak ve ihtiyaç malzemelerinin girmesine izin vermiyordu.

İşgalin Elindeki Çocuk

Annesi ve iki mahkumun arasında duran Yusuf doğduğu andan beri belki de masumluk suçundan tutuklu. Bu küçük çocuk annesine olan ihtiyacını ve ondan ayrı olamayacağını hissetmezken onunla ilgili şu karar çıktı: ilk günlerini annenin yanında en temel insani ihtiyaçlardan bile yoksun olan bir hapishanede geçirmelisin. Güneşin girmediği bir zindan içinde ışığı aramalısın. İlk günlerinde hapishanenin acımasızlığını öğrenmelisin. Bir tutuklu olarak ilk günden itibaren henüz tam gelişmemiş kemiklerine uzun kış gecelerinde soğuğun ve yaz sıcağında zindanın bunaltıcılığının anlamını öğretmelisin.

Bu çocuk, İsrail işgal güçlerinin, insan hakları ve ilkeleriyle uluslar arası normlara uymayan çok zor ve karmaşık şartlar altında hapishanelerde tuttuğu 18 yaşından küçük yaklaşık 400 mahkum arasında en küçüğüdür. Bu niteliklerine rağmen İsrail, dünya ülkelerinin gözünde Ortadoğu’daki en demokratik ülkedir.




isra haber