Kazım Güleçyüz

Birbirimizi anlayalım


Diğer birçok konuda olduğu gibi, sekiz yıllık eğitim tartışmalarının da sağlıklı bir uzlaşma arayışından uzaklaşıp yer yer kısır çekişme ve kördövüşüne çevrilmesinde, hür düşünce ve serbest tartışma ortamının gerektirdiği olgunluktan mahrumiyetle birlikte, tartışan taraflar arasındaki derin güven bunalımının da büyük rolü var.

Bu güven bunalımının kökleri çok eskilere dayanıyor.

Elit zümre ile halk arasındaki kopukluk ve bunun devlet-millet ilişkilerine yansımaları, Osmanlının son dönemlerinden başlayıp, Cumhuriyetin ilk yıllarında zirveye çıkarak bugünlere kadar gelen sıkıntılara kaynak olmuş. Ancak demokrasiye geçildikten sonradır ki, kopuklukların tedrîcen izale edildiği, farklı kesimlerin birbirini daha iyi anlama gayretine girdiği bir süreç başlamış.

Bu süreç hâlâ tamamlanmış değil. Hattâ henüz başlarında olduğumuz dahi söylenebilir. Çünkü demokrasinin ve hürriyetlerin askıya alındığı dönemlerde yaşanan inkıtalar, kopuklukları daha da katmerli hale getirmiş. Nitekim din eğitimiyle ilgili tartışmalarda halkın önemli bir kesiminin "Acaba yine imam-hatipler mi kapatılıyor? Kur'ân kurslarına kilit mi vurulacak?" gibi endişelere kapılmasının kökünde, tek parti ve ihtilâl dönemlerindeki katı uygulamaların hafızalardaki izleri yatıyor. Bu psikolojiyi dikkate almadan ve halkı ikna etmeden, tepeden inme usullerle yapılacak düzenlemeler, güven bunalımını pekiştirmekten başka sonuç vermez.

Aslında biz, sekiz yıllık eğitim tartışmasında karşı karşıya gelmiş gibi görünen kesimlerin büyük bir çoğunluk itibarıyla samimî ve iyiniyetli oldukları ve ortak noktalarda buluşmalarının hiç de zor olmadığı kanaatindeyiz. Nitekim hiç kimse temel eğitimin sekiz yıla çıkarılmasına karşı çıkmıyor. Hattâ bu sürenin ikinci etapta on bir yıla çıkarılması gerektiğini de herkes ifade ediyor.
Ama bu tartışmalar din ve siyaset ilişkilerinin sağlam ve istikametli bir temele oturtulamadığı; laik-antilaik, dinci-dinsiz polemikleri ile gerginliğin tırmandırıldığı bir ortamda yapıldığı için, ortak noktalar geri planlara itiliyor; buna karşılık, çatışma unsurları ön plana çıkıyor. Halbuki taraflar birbirleri hakkındaki ön yargıları bir kenara bırakıp, gerçekten anlama gayretiyle muhataplarına kulak verseler, anlaşmaları çok daha kolay olacak.

Eğer iki tarafın da samimî gayretiyle böyle bir diyalog ortamı oluşturulabilse; kutuplaşma, çatışma ve gerginlik ortamının devamından medet umanların tahrikleri boşa çıkarılabilse, Türkiye çok büyük rahatlığa kavuşur ve meselelerini de çok daha kolay bir şekilde halleder. Bu bakımdan, ne yapıp edip sağırlar diyaloguna son vermek ve birbirimizi anlamaya çalışmak durumundayız.


Yeni Asya, 29 Temmuz 1997

--------------------------------------------------------------------------------