Sokaklara Yazı

Solcular da gemi azıya almışlardı. Sokaklar yazıdan geçilmiyordu. Müslümanlardan bir grup da onların yazısına yazı ile cevap vermeye çalışıyordu. Sokaklara yazı yazma veya silmenin hiçbir faydası olmayacağını söylediğimden dolayı bu kesim de benden rahatsızlık duymaya başladı. Fakat yine de ben onlarla irtibatı koparmamaya çalıştım. Mesela, Çanakkale günü olunca onlarla beraber bir araba da biz tutuyor ve beraber gidiyorduk.

Kur'an'ın fen ve tekniğe bakan ayetlerini izah sadedinde birçok konuşma yapmıştım. Bu ayetleri izah ederken, o günlerde de kanaatım tayin ve tahsisin doğru olmadığı yolundaydı. hele şu ayet şuna delalet eder dememeli, daha şumüllü düşünmelidir. Aksi halde isabetsizlik olur. Bu tür konuşmalardan sonra, bu kanaatımı da izhar ederdim.

Mantık ve Muhakeme

O sıralarda bir hafta konferans verilir, diğer hafta da bu konferansın kritiği ve tenkidi yapılırdı. Benim yaptığım konuşmanın kritiği yapılırken Dr. Baha Kitapçı Bey ve bazı arkadaşların takdirkâr ifadeleri olmuştu. Dr. Baha Kitapçı Bey, zaten herkesi takdir eden bir insandı. Bazı arkadaşlar, camide his ve heyecan burada mantık ve muhkeme, diyerek takdirlerini bildirdiler. O gün itiraz edenlerden biri Süleyman Karagülle Bey idi. "Niçin ilme karşı tavır alınıyor? Kur'an her şeyi sarih olarak anlatmıştır.." gibi sözler söyledi. Yine itiraz edenlerden biri de bir avukat arkadaştı. O da, ayetleri çeşitli alternatiflerle ele almamın, bu ayet sadece buna işaret eder demeyişimin karşısında olduğunu söylüyordu. Bir de yarı meczub bir ilahiyatçı vardı. Onun teklifi ise, Kur'an'daki fen ve tekniğe ait meseleleri, o sahanın uzmanlarına anlattırmalı, şeklindeydi. Süleyman Karagülle Bey'in münferid dersleri oluyordu. Onu bir konferans haline getirip anlattığı da olmuştu. Vakit buldukça bu konuşma ve sohbetleri dinlemeye de gidiyordum. Fakat, gün geçtikçe hizmet alanımızın genişlemesinden dolayı, daha sonraları oralara gitmeye zaman ayıramaz oldum...

Diriliş Derneği

Beyler Sokağı'nda, Diriliş Derneği'ni açmıştık. Üyeleri, üniversite talebeleri ve üniversite mensubu bazı kişilerdi. Hatırımda kalanlardan bazıları Zafer Ayvaz, İsa Saraç ve Kemal Solak Beylerdir. Başta Sezai Karakoç Bey'in kitapları olmak üzere İslami yayın bulundurulur ve okunurdu. Ufuk oldukça geniş sayılırdı. Bu sefer de arkadaşlar arasında fikir ayrılıkları başladı. Herkes gelip konuşuyor, konferans veriyordu. Ben de birkaç konuşma yapmıştım. Fakat ne konuşmalarda ne de düşüncede belli bir çizgiyi tutturmak mümkün olmuyordu. Bu durumdan rahatsızdım.

Bir yaz günü, çok insan olmadığı bir zamanda, yanıma Yusuf Pekmezci Bey'i ve bir-iki arkadaşı alıp gittim. Kitapları kolilere doldurduk. Rafları da söküp aşağıya indirdik. Yeri de sahibine teslim ettik. Tam eşyaları arabaya yükleyeceğimiz sırada İsa ile Zafer Beyler geldi. Rahatsızlık izhar ettiler; ancak yapacakları bir şey yoktu. "Bizim yerimiz kendi evlerimiz" dedik ve bütün gayretlerimizi o türlü çalışmalara teksif ettik.

Kestanepazarı'nda bulunduğum devreye ait hayırlı teşebbüslerden biri de İmam Hatip ve Yüksek İslam Enstitülerinin şu anda bulundukları yerleri alma çalışmaları oldu. Ali Rıza Güven, Dr. Dursun Bey ve ben, üçümüz, o arsalara beraber bakmıştık. Daha sonra da arsalar alındı ve bina yapıldı. Turgutlu'ya para toplamaya gittiğimizde ise, bir de bize Hacı Bekir katılmıştı.

Himmet


Varlıklı insanların, para vermeyişleri çok tuhafıma giderdi. Bir fabrikatör, çıkarıp elli lira vermişti, bunu çok garipsemiştim.

Böyle dolaşmakla bir yere varılamayacağını anladım. Para isteyeceğimiz insanları biraraya toplayalım ve birbirlerini teşvik etsinler, dedim. Bu teklifim kabul edildi ve Hacı Ahmed Bey'in mağazasının üstünde toplandık.

On kişi kadardık. Hatırladıklarım arasında, Konyalı Hacı Mustafa, Ali Rıza Güven, Hacı Ahmed Tatari ve İsmail Alkan Beyler vardı. Ben bir şeyler söyledim. Ali Rıza Güven Bey de bir şeyler anlattı. Daha sonra da para toplandı. Ahmet Tatari 100 bin lira verdi. Ali Rıza Güven Bey elli bin lira ile onu takip etti. Herkes bir miktar söyledi. İsmail Alkan ise 2500 lira verdi. Halbuki çok zengin bir insandı. Verirken de "Herkes inandığı kadar yapar" dedi. Bu sözü hiç unutmadım.

İmam Hatipler

Bu arada İmam Hatip Okulu'nun yapımına başlandı. Taban döşemelerini toplamaya Ali Rıza Güven Bey'le ikimiz gittik. İstemediğim halde bir kadınla da muhatap olmak zorunda kalmıştık. Hatta Ali Rıza Bey, dönüşte bana şöyle demişti: "Hocam, sizi çok takdir ettim. Prensipleriniz, dini düşünceleriniz... Fakat burada yaptığınız fedakarlık.... Doğrusu bizi çok mütehassis etti"

Fakat ben İmam Hatip Okulu hatırına e gün bana zor gelse de prensibimden taviz vermiştim. Bu da Ali Rıza Bey'i duygulandırmıştı. İşin garibi o kadından hiçbir şey alamanııştık...

İmam Hatip ve Yüksek İslam Enstitüsü'nün faaliyetlerinde içinde bulunmaya çalıştım. Her açılış ve kapanış merasimlerine mutlaka iştirak etmeye gayret ettim.

Bu müesseselerin her zaman fayda ve yararına inandım. Bugün de kanaatımı değiştirmiş değilim. Buralarda yüzde yüz çok mükemmel insan yetişmeyebilir. Ama bu nesil belli bir boşluktan gelmiştir. Değişik istihalelerle özünü bulma yolundadır. Ve gelecekte de inşallah tarihi vazifesini eda edecektir.

- Bu yıllara ait bir vak'a da İttihad Gazetesinin çıkarılması. Sizin bu mevzuda katkınız ne oldu? Gazete istenen ölçüde hizmet verebildi mi?

- Gazete Müslümanların geç tanıdıkları bir silahtır. Has dairede de böyle olmuştur. Arkadaşlar, belli dönemlerde haftalık, aylık bazı gazeteler çıkarmış iseler de, takip, tazyik ve iınkansızlık yüzünden devam ettirilememiştir. Salih Özcan Bey'le tanışıklığımız çok eskilere dayanır. Sık sık İzmir'e gelip giderdi. Bu esnada böyle bir duygu belirdi, olgunlaştı, pekişti ve merhum Zübeyr Ağabey'in te'yidiyle de gazete çıkarıldı. Gazete haftalık olarak çıkıyordu. Adı "İttihad Gazetesi" idi.

1968 hac mevsiminde gazete Türkçe-Arapça olarak oldukça fazla miktarda basıldı ve arkadaşlar Mina'da, Müzdelife'de ve Mekke'de sattılar. Gazete adına o yıl bereketli bir yıl olmuştu.

Gergin Hava

Sonra Salih Özcan Bey gazeteden ayrıldı. Her şeyde beraber olduğum için, ayrılmadan evvel beni de İstanbul'a çğırdalar. Hacı Kemal, Mustafa Birlik Bey ve ben üçümüz İstanbul'a gittik. Florya Oteli'nde görüştük. Zübeyr Ağabey'in dışındaki bütün büyükler oradaydı. O gelmemişti. Havanın gerginliğinden, hiç de hoş olmayacak bir hadisenin vukuunu sezmiştim. Ayrıca Zübeyr Ağabey'in toplantıya gelmeyişi kuşkumu daha da arttırmıştı. Bir ittifak ve ayrılık seziyordum ve bu da beni çok üzüyordu.

Bu arada Abdülvahid adındaki bir arkadaş bana "Zübeyr Ağabey sizinle görüşmek istiyor" dedi. Gittim, görüştüm. Şahsım adına vifak ve ittifakın ancak, bu işin dışında kalmakla mümkün olacağına inandım ve aktif planda bir şeye karışmamaya karar verdim.

M. Polat Bey

Gazete günlük çıkmaya başladı. Mustafa Polat Bey onların yanında kalmıştı. Ben, Mustafa Polat Bey'i çok severdim. Çocukluk arkadaşımdı. Babıali'de bugün bile onun gibi gazeteci az bulunur. Mesela çok usta bir mizanpajcıydı. Yazı yazarken müsvedde yazdığını hiç görmedim. Kış gününde bile terler, ayaklarını bir leğene sokar, önüne daktilosunu alır, yazar "Bunu gazeteye koyun" derdi. Çok istidatlı ve çekirdekten gazeteciydi. Zaten babası da Hür Söz gazetesinin sahibiydi. Gazete, Erzurum'da mahalli olarak çıkıyordu. Mustafa Polat Bey, minnacık çocukken, notlarını steno ile alırdı. Menderes Erzurum'a geldiğinde, onu kürsünün önünde not alırken görmüştüm. Gazetecilerin en genci oydu. Bu manzarayı da hiç unutamam. İttihad Gazetesi'nin başına onu getirdiler. Gazete hakikaten kaliteli çıkıyordu.

O günlerde Mehmed Şevket Eygi Bey. Bugün Gazetesini çıkarıyordu. Gazetenin tirajı 100 binin üstündeydi. En çok satan gazetelerin 120 bin tiraja ancak ulaştığı bir devrede Bugün Gazetesi'nin 100 bin satması hiç de küçümsenecek bir hadise değildir.

İttihad, kendi çizgisinde hizmetlerini sürdürürken; bir kısım hazımsızlıklar olmaya başladı. Ben her iki gazete arasında neler geçtiğini teferruatıyla bilemiyorum. Fakat, Bugün Gazetesi'nin İslam’ı Türkiye'de temsil eden tek gazete olduğu imajı vardı. İttihad gibi o da yararlı oluyordu ve arkadaşların hepsi meşrepler üstü hareket etme gayreti içindeydiler. Fakat, yine de bfr hayli rahatsız olan vardı. Bu arada, dengenin tam korunup korunmadığını bilemeyeceğim. Mustafa Polat Bey ve bazı arkadaşların yazılarından rahatsız olanlar vardı. Bu durum beni çok rahatsız etmeye başladı. Bir gün, hiç unutamıyorum, Mustafa Polat Bey'i telefonla aradım. Neler konuştuğum bütünüyle hatırımda değil. Fakat şunları söylediğimi zannediyorum: "Sağa, sola duımadan tecavüz ediyorsunuz. Ben bunu Bediüzzaman’ın mesleği ile telif edemiyorum." Ben bunları söyleyince Mustafa Polat "Ağabey, onlar da bize hücum ediyor" dedi. Ben de "Onlar bize on defa hücum etseler, biz onlara bir defa karşılık versek, yine biz zulmetmiş oluılız. Çünkü bizim elimizde yol gösterici düsturlar var. Eğer bu tutumunuzda devam ederseniz, işi tamir için bizim de anlatacağımız değişik şeyler olabilir" dedim ve ahizeyi kapattım. Daha sonra bu konuşma benim için bir hicran oldu. Çünkü o aziz ve çok kıymetli dostum ve kardeşim Mustafa Polat Bey, bu konuşmamızdan kısa bir müddet sonra elim bir trafik kazası sonucu vefat etti. Ve ben ona "Hakkını helal et" diyememiştim. Cenaze namazında bulundum; fakat son görüşmemizin bu şekilde söylenen sözlerle bitmiş olmasının üzüntüsünü hâlâ yaşarım. Mustafa Polat, tertemiz, pırıl pınl asil ve seçkin bir insandı. Cenab-ı Hakk onu firdevs cennetiyle mükafatlandırsın. Ve dostluğumuzu ebedi kılsın. (Amin)