Son Şahitler 2.Cild s. 247
Doç. Dr. NUREDDİN TOPÇU
Felsefe doçenti olan Nureddin Topçu l909'da Erzurum'da dünyaya gelmişti. l975'de İstanbul'da vefat etti. Yarınki Türkiye, Maarif Davası ve Büyük Fetih gibi eserleri vardır.
Nur Risaleleri'nin hizmet ve neşriyat kahramanlarından Tola'lar Hanedanı'yla yakın alakası olmuştu.
Vefatından iki ay önce ziyaret ettiğimiz Doç. Dr. Nureddin Topçu, bize Denizli ve orada görüştüğü Bediüzzaman ile ilgili hatıralarını anlatmıştı.
İkinci bir ziyaretimde çok hasta idi. "Geçmiş olsun hocam, bugün Cumaya gelemediniz?" dediğimde, "Ben bu hafta namazı Kâbe'de kıldım" diye lâtife yapmıştı.
Sultan Ahmed'teki evinde ziyaret ettiğimiz merhum Topçu, l909'da Erzurum'da doğduğunu, l934'de de ilk defa öğretmen olarak vazifeye başladığını söylemişti. Merhum Üstad Said Nursi ile olan hatıralarını ise şöyle anlattı:
Bediüzzaman'ın büyüklüğü
"l934'de ilk defa muallim oldum. Hareket mecmuasında yayınladığım bazı yazılar yüzünden şimşekleri üzerime çektim, takibata uğradım. Zamanın maarif vekil olan Hasan Ali Yücel'in sık sık başvurduğu sürgün cezasına mâruz kaldım.
"l944'de İstanbul'dan Denizli'ye tayin oldum. İmtihan ayı olan Haziran'da Denizli'ye gittim. Şehir Oteline indim. Ödemiş'te savcı olan Muslihiddin Sönmez ve ablası Seher Sönmez vasıtasıyla Bediüzzaman Said Nursi'yi tanıdım. Üstad Otelin üst katında oturuyordu.
"Bütün şehirde onun ismi dolaşıyor, herkes ondan bahsediyordu. O günlerde Denizli'de devam eden mahkemesi neticelenmiş ve beraat etmişti. Beraatten sonra Şehir Otelinin üst katında bir odaya yerleşmişti, orada kalıyordu. Sıkı bir kontrol altındaydı. Yanına gidip gelen ziyaretçiler de aynı şekilde takip ediliyor ve tesbit ediliyordu. Ziyaretçiler yanında çok az kalabiliyor, hemen çıkıyorlardı. Akşam yemeklerinde herkes çekilip gidiyor, otelde kimse kalmıyordu. Hatta otelin katibi de yemeğe çıkıyordu. Ben de o sıralarda yanına çıkıyordum. Yarım saat kadar kalıp ziyaret edip, görüşüyordum. Din, iman, ahlâk, gençlik ve cemiyet meseleleri ile alâkalı konuşuyordu.
"Denizli Ağır Ceza Mahkemesi, eserlerini bilirkişiye havale etmiş, liseden iki kişiyi bilirkişi tayin etmişler. Zannediyorum bunlardan biri edebiyat, bir diğeri de tarih hocasıydı. Bunlar dinsiz adamlardı. Hele biri büs bütün yılandı; sonradan fecî şekilde ölüp gitti. Ben Bediüzzaman'ı ziyaret ettiğimde kendisi bana: 'Onları bana gönder de ben onları dine davet edeyim' dedi. Ben de: 'Efendim onlar çok fena adamlar, vazgeçin' dedim. Bunun üzerine: 'Peki öyleyse ehvenini getir, az fena olanı çağır, ben onları dine davet edeceğim, ben onları affettim' diyordu. Bediüzzaman'daki büyüklüğe bak, biz olsak başını ezmeli deriz, 'Ben onları affettim' diyor. İşte büyüklük budur. Ruhî bir ışıktır bu..
"Hakikaten onlardan birisi biraz daha (diğerine kıyasla) mutedildi. Fakat Tahir ismindeki çok fena bir adamdı. Mehmet Akif'in: 'Acırım tükrüğe billah tükürsem yüzüne' dediği gibi birisiydi. Rahatsız ederler, kimbilir ne söylerler, canını sıkarlar, diyen ben onları çağırmadım.
"Bediüzzaman çok büyük bir insandı: 'Ben onları affettim,' diyordu. İnsanın, idamına sebep olacak şekilde aleyhinde olanları affedebilmesi büyük bir fazilettir.