VELİ IŞIK KALYONCU
"Hazret-i Üstadı ziyaretim"
"Mektubat'ın tabedilmesi tamamlanmış sıra Tarihçe-i Hayat'ın basılmasına gelmişti. Tarihçe-i Hayat'ın başına, 'Önsöz'ün kime yazdırılma mes'elesi meşveret edildi. Neticede Medine-i Münevverede bulunan Ali Ulvi Beye yazdırılmasına karar verildi. Atıf Ural Ağabey kendisine bir mektup yazdı. O da fazla gecikmeden Tarihçe-i Hayat'ın başındaki 'Önsöz'ü gönderdi.
"Tarihçe-i Hayat'ın tabedilme çalışmaları, Tahsin Tola Ağabeyin 14 Mayıs Mahallesindeki evinde başladı. İki katlı gayet lüks evin üst katını bize tahsis etmişti. Ev çok lüks idi, ama bizim oraya serecek sergimiz bile yoktu. Üzerimizdeki battaniyeleri alıp bir odasına sermiştik. Orada tashih ve diğer çalışmalar yürütülüyordu. Diğer eserlerde olduğu gibi, bir formanın hazırlanışı tamamlanınca, ilk forma Hz. Üstada gönderiliyor; tashih ve tasvibinden geçince o forma baskıya veriliyordu.
"Hz. Üstad, hizmet taalluk etmeyen ziyaretleri kabul etmiyordu. Onun için Hz. Üstadı ziyaret etmek isteyenler Said Özdemir Ağabeyden forma alıp ziyarete gidiyorlardı. Arkadaşların hepsi Hz. Üstadı ziyarete gitmişlerdi. Ben utancımdan Said Ağabeye, bu sefer de ben gideyim diyemiyordum. Aylarca, sıra gelsin diye sabırla bekledim. Sonunda arkadaşların hepsi, bu defa benim gitmemi Said Ağabeye söylemişler; o da kabul etmiş. Bunu duyunca çok sevindim. Sevincimden geceleri gözüme uyku girmiyordu. Hz. Üstadı dünya gözüyle görecektim. Senelerce düşlediğim tahakkuk edecekti.
"Hz. Üstadın o günlerde Isparta'da olduğu öğrenildi. Hz. Üstad bazen Emirdağ'a geliyordu. Formalar da oraya gidiyordu. Bana Hz. Üstada götürmek üzere iki forma düşmüştü. Ankara'dan trene bindim; sabah saat dokuzda Isparta'ya vardım. Adres üzerine Rüştü Çakın Ağabeyin dükkânını buldum. Beni kendisi o has gülümsemesiyle karşıladı. Beni tanıyordu; Ankara'ya broşür mahkemesine geldiğinde görmüştü. Kendisine Hz. Üstada forma getirdiğimi söyledim. Bana, 'Biraz dükkanda otur, şimdi Hz. Üstadın yanından birisi gelir' dedi. Bir baktık, karşıdan Zekeriya geliyor. Zekeriya'ya beni Hz. Üstada götürmesini söyledi. O önde ben arkada yürüdük. Beyaz badanalı iki katlı bir evin tahta kapısı önünde durdu; zili çaldı. Kapı açılıncaya kadar ben de yetiştim. Bizi Zübeyir Ağabey karşılamıştı. 'Ben Hz. Üstada haber vereyim' dedi. Biraz sonra Hz. Üstadın 'Gelsin' emrini getirince, benim heyecanım son haddini bulmuştu. Hemen takkemi başıma geçirdim. Zübeyir Ağabeyin arkasından tahta merdivenleri çıktım. Sergisiz tahta salonun karşısında, odada Hz. Üstad başında beyaz sarığı ve üzerinde beyaz pamuklu hırkasını giymiş, karyolada oturuyordu. Zübeyir Ağabey, beni Üstada 'Kastamonulu Veli' diye tanıttı. Elini öptüm. Hz. Üstad üç defa şefkatle beni bağrına bastı. Her defasında 'Veli sensin, maşâallah kardeşim' diye iltifat etti. O kadar samimi, o kadar şefkatli, o kadar müşfik ve merhametli idi ki, bunu tarif etmek imkânsız. O anda Üstad beni nereden tanıyor diye düşündüm. O zaman aklıma Kastamonu'dan Hz. Üstadı ziyarete gidenler bizden bahsetmişler. 'Kastamonu'dan lisede Nurları okuyan talebeleri var' demişler. Üstad da isimlerimizi sormuş ve deftere yazdırmış. Bu geldi aklıma. Zübeyir Ağabey benim İlâhiyat Fakültesinde okuduğumu söyledi. Hz. Üstad, 'İmam Hatipte okur' dedi. Bu üç defa böyle tekrar olundu. Zübeyir üçüncüden sonra sustu. Bunun mânâsını seneler sonra anladım. Hz. Üstad bana: 'Bak ben konuşmuyordum; sen geldin sesim açıldı. Seni Mehmed Feyzi gibi kabul ettim. Sen Feyzi'ye benziyorsun. Eğer (Zekeriya'yı göstererek) bunu yanıma almasaydım seni alırdım' diye iltifatta bulundu. Kastamonu'dan birçok kişiyi sordu. Bunlardan bir kısmını tanıdım, bir kısmını tanıyamadım. Hepsiyle ayrı ayrı alakadardı. Bize 'Hz. Üstadın yüzüne sakın bakmayın kızar' demişlerdi. Ben kaçamak olarak iki, üç defa baktım. Hz. Üstadın bilhassa gözleri, o kadar yaşlı olmasına rağmen çok keskin idi.
"Ben götürdüğüm formları Hz. Üstada takdim ettim. Bu formalar Afyon hayatına dairdi. Bizler yere yarı halka şeklinde oturduk. Tahirî Ağabeyde Hz. Üstadın ayak ucuna oturmuştu. Bizlere sırayla birinci formayı okuttu. Bazen kesip, 'Tahirî, böyle olmamış mıydi?' diye soruyor. Tahirî Ağabey de, 'Evet Üstadım böyle olmuştu' diye cevap veriyordu. Birinci formanın okunuşu bitince Hz. Üstad bizi dışarıya çıkardı. Öğle ezanı da okunmak üzere idi. Öğle namazından sonra, öğle yemeği yendi. Öğle yemeği ekmek ve yaş üzüm idi. Hz. Üstad, 'Benim tayınımı Veli'ye verin' demişti. Hz. Üstadın günlük tayını küçük bir ekmeğin dörtte biri kadardı. Ben o ekmeği yememiş, teberrüken Ankara'ya arkadaşlara götürmüştüm.
"Hz. Üstadımız öğleden sonra bizi tekrar çağırdı. Tekrar yerdeki kilim parçasının üzerine oturduk. Hz. Üstadın evinde o kilim parçasından başka sergi görmedim. Yerler bembeyaz, temiz tahta idi. Hz. Üstad bize ikinci formayı da okuttu. Tashih işi bitmişti. Bizler tekrar dışarıya çıktık. Ağabeylerin kaldığı odaya geldik. Hz. Üstad biraz sonra beni çağırmış. Hz. Üstadın huzuruna üçüncü defa girmiş olduk. Hz. Üstad ban, 'şimendiferle hemen geri dönmemi, Ankara'daki hizmetlerimizin çok mühim olduğunu' söyledi. Ellerinden öptüm; tekrar beni bağrına bastı. Bayram Ağabeye, beni istasyona kadar geçirmesini tembihledi. Hz. Üstadın huzurundan, huzur içinde sürurla ayrılırken, Cenab-ı Hakka, bu büyük insanı ziyaret etmeyi nasip ettiği için hadsiz şükür ettim.