9 sonuçtan 1 ile 9 arası

Konu: Alçakların Sinsi Silahı: Gıybet

    Share
  1. #1
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Alçakların Sinsi Silahı: Gıybet

    Alçakların Sinsi Silahı: Gıybet



    “Gıybet ü kizb ü nifak üzre olan ahbabın
    Sohbet-i meclisine, ülfet-i melûfuna yuf!”
    Aynî


    Galat-ı meşhur haliyle ‘kizb', -ki doğrusu olan ‘kezib', Kur'an-ı Kerim'in pek çok yerinde zikredilmiştir- kısaca, yalan söylemek, hilaf-ı vakî beyanda bulunmak, bir tevcihe göre de insanın kendi ‘içinin sesi'ni seslendirmemesi demektir. Bu zaviyeden bakıldığında, ‘kizb'le nifak, kol kola yürüyen iki arkadaş gibidirler; iki kötü arkadaş. Kezib yani yalan, Din'in büyük günahlar (kebâir) arasında saydığı bir nifak alâmetidir. Nifak da, bilindiği üzere içi-dışı farklı olma, ikiyüzlülük, inanmadığı halde inanıyor görünme –eskiler bu hali ‘izhar u mâ leyse fi'l-bâtın' diyerek seslendirirlermiş– gibi anlamlar taşır. Biz, şimdilik kizb ve nifakı zamanın ileride bize lutfedeceği bir imkan ve müsaadeye emanet edip bir nebze gıybet üzerinde durmak istiyoruz.


    Gıybeti kendi tarifi içinde okumaya çalışalım
    Bir açıdan dedikodu ve nemîme kavramlarıyla ifade edebileceğimiz, diğer bir yandan da bunların içinde bir tür olarak sayabileceğimiz gıybet, bir kimseyi gıyabında yani bulunmadığı bir yerde çekiştirme, kötüleme ve arkasından kötü söz söyleme gibi manalara gelir ki, Kur'an'ın “Birbirinizin gıybetini yapmayın; aksi takdirde ölmüş bir kardeşinizin etini yemiş olursunuz !” diyerek apaçık reddettiği, çirkin ve şen'î bir davranıştır. Bediüzzaman'ın ilgili ayetten yaptığı istinbatla söyleyecek olursak “Gıybet, aklen, kalben, insaniyeten, vicdanen, fıtraten ve milliyeten mezmumdur.”

    İslam âlimleri gıybetin çerçevesi hakkında pek çok düşünce ortaya koymuşlardır. Dil üstadı Râğıb el-İsfehanî, “Gıybet, bir kimsenin bir başkasının herhangi bir kusurunu, bir zaruret olmadığı halde gıyabında zikretmesidir” demiştir. İmam Gazzalî hazretleri gıybet hakkında, Efendimiz'in tarifine telmihte bulunarak “O, kardeşini duyduğu zaman hoşlanmayacağı bir şekilde anmandır” der. İbnü'l-Esir'in, en-Nihaye'sinde getirdiği tarif ise şöyledir: “Gıybet, bir kimseyi gıyabında, bir kusurla –velev o kusur onda olsa bile– zikretmendir.” İmam Nevevî (rahmetullahi aleyh)'in ortaya koyduğu tarif biraz daha şümullü gibidir. O, Ezkâr isimli eserinde şöyle bir yorum getirir: “Gıybet, bir kişiden, hoşlanmayacağı bir şekilde bahsetmektir; bu hoşlanmayacağı husus gıybet edilen kişinin ister şahsında, ister dinî ya da dünyevî yaşantısında, yaratılışında veyahut ahlakında ya da malında, evlâd ü ıyalinde, eşinde, hizmetçisinde, elbisesinde, tavır ve davranışlarında, konuşma tarzında, abûs bir çehreye sahip olup olmamasında olsun farketmez. Bu hususta o kimseyle şöyle-böyle alâkalı olan her şey aynı kategoride değerlendirilir. Ve gıybet eden şahıs bunu ister lafızla, ister işaretle, isterse jest ve mimikleriyle yapsın farketmez.” Yani şöyle ya da böyle bir kimsenin şahsı, ailesi, elbisesi, arabası, evi, çoluk-çocuğu, yakınları gibi onunla irtibatlı meseleler hakkında ve o kimsenin duyduğu zaman hoşlanmayacağı bir şekilde konuşmak gıybettir, haramdır ve büyük bir günahtır. Tıpkı yalan söylemenin, zina etmenin, hırsızlık yapmanın ve namazı terketmenin büyük birer günah olduğu gibi.

    İslam ulemasından bazılarına göre gıybetin en ağırlarından birisi de bir şahıs hakkında yapılan gıybetin mübhem bırakılması dolayısıyla da dinleyen(ler) nezdinde zımnen de olsa onun daha büyük bir isnatla suçlanıyor olmasıdır. Bu alimlere göre müphem bir isnat, sarih bin iftiradan daha büyüktür.

    İslam âlimleri, bütün bu yorumlarını yukarıda geçen ayet-i kerimeyi ve Allah Rasûlü'nün şu hadis-i şerifini dikkate alarak ortaya koymuşlardır. Efendimiz (aleyhissalatü vesselam) ashabına, “Biliyor musunuz, gıybet nedir?” diye sormuş, onların, büyük bir edep ve nezaket içerisinde “Allah ve Rasûlü daha iyi bilir” şeklindeki cevapları üzerine, “Bir kardeşinizi hoşuna gitmeyecek bir şekilde zikretmenizdir” demiştir. Onların “Eğer o kusur o şahısta varsa...” diyerek istifsarda bulunmaları üzerine de, O Sadık u Masduk, “Söylenen şey o kardeşinizde varsa o gıybet olur; şayet yoksa o zaman da ona iftira edilmiş olur” buyurur.

    Bu hadis-i şerifin yanında, gıybetin şenaeti Allah Rasûlü'nün sözlerine pek çok defa konu olmuş, O Masumlar Masumu, değil sadece ashabından, nifak içerisinde olduklarını bildiği kimselerden bile tek bir kelime ile dahî olumsuz sayılabilecek bir şekilde bahiste bulunmadığı gibi, yanında başkalarının böyle bir günaha teşebbüs etmesine de müsaade etmemiş, hem ferdin amellerini yiyip bitiren hem de içtimaî bünyenin içine fitne ve iftirak tohumları saçan böyle azîm bir günah karşısında adeta kollarını gerip kimseye geçit vermemiştir. O, Efendiler Efendisinin bahtiyar ümmeti olarak bizler, gıybetin zina kadar büyük bir cürüm olduğunu, bu cürmü kendisine adeta hobi edinen ‘ kattat' ların asla Cennet'e giremeyeceğini, gıybet adına edilmiş tek bir kelamın bile koskoca deryaları bulandırabilecek kadar konsantre kir taşıdığını, söz getirip götürmenin kabir azabının sebeplerinden birini teşkil ettiğini, O Söz Sultanı'ndan öğreniyoruz.

    Üstad Bediüzzaman yukarıda geçen hadis-i şeriften hareketle gıybet hakkındaki tarifini şöyle dile getirir: “Gıybet odur ki, gıybet edilen adam hâzır olsa idi ve işitse idi, kerâhet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zaten gıybettir. Eğer yalan dese; hem gıybet hem iftiradır. İki katlı çirkin bir günahtır.” (22. Mektup)

    Bediüzzaman hazretleri, dinin bütün emir ve nehiyleri karşısında titiz kelimesiyle ifade edilemeyecek kadar hassas olduğu, şüpheli hususlardan bile tevakkî ettiği gibi gıybet mevzuunda da adeta her zaman tetikte bir hayat sürmüştür. Tarihçe-i hayatı ve başta talebeleri olmak üzere onun hayat serencamesine şahitlikte bulunma lütfuna nâil olmuş farklı insanların mülahazaları bize bu hususu apaçık göstermektedir. Çok çileli bir hayat sürdüğü, pek çok sıkıntı ve meşakkatlere maruz bırakıldığı halde şartlar, onu hayat düstürlarından taviz vermeye zorlayamamış, bütün bir hayatı boyunca dimdik durarak kendinden sonrakilere de ‘üsve-i hasene' olmuştur. Evet, Hazreti Üstad hiç bir kimsenin arkasından bir kelime ile bile olsun konuşmamış, çevresinde bulunup kendisine yakın duranların hep takdire şâyan yanlarını nazara vermiş ve asla, onların küçük ya da büyük bir kısım noksanlarından bahsetmemiştir. Lahikalarına bakanlar ondaki bu inceliği ayan-beyan görebileceklerdir.
    :rolleyes:

  2. #2
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Alçakların Sinsi Silahı: Gıybet

    Her Gıybet Bir Değil


    Gıybet bir ferdin başka bir ferdin arkasından onun aleyhinde sayılabilecek tarzda konuşması şeklinde olabileceği gibi, bir ya da birkaç ferdin, bir heyeti, grup ya da cemaati kötüleyerek tenkit etmesi şeklinde de olabilir. Gıybet aynı zamanda sözle yapıldığı gibi bazen bir işaret, jest ya da mimikle de yapılabilir. Hatta günümüzde çokça yapıldığı gibi radyo, gazete, dergi, televizyon gibi kitle iletişim araçları bu yolda kullanılabilir ve böylece bir yalan, bir iftira ya da en azından bir dedikodu çok geniş kitlelere çok kısa bir sürede maledilebilir. İşte, İslam âlimlerinin hepsinin ‘haram' dedikleri bu günah, ortaya konuluş üslubuna, çekiştirilip dedikodusu yapılan fertlerin ya da grupların durumuna göre çok daha büyük bir cürüm haline gelebilir.

    Bir topluluğun gıybetini yapmak elbette bir şahsın gıybetini yapmak gibi değildir. O, Allahü a'lem, affedilme ihtimali çok zayıf bir günahtır. Zira, o tür bir gıybetle o topluluğa dahil olan bütün fertlerin hukukları rencide hatta ihlâl edilmiş olur; dolayısıyla da o fertlerden herbirini tek tek bulup onlardan haklarını helal etmelerini sağlamak gerekecektir. Bu ise imkansız denilebilecek kadar zor bir meseledir.

    Bazen de öyle fertler olur ki, onlar adeta tesbih tanelerini birarada tutan imame gibi çok yüksek bir vazife ve misyon icra ederler; şahs-ı manevî onlarla, onlar da şahs-ı manevî ile öyle bütünleşmişlerdir ki, ne o manevî bünyeyi onlardan ne de onları o dokudan ayrı düşünmek asla mümkün değildir. Binaenaleyh, onların arkasından konuşup gıybetini yapanlar da o heyet-i maneviyenin bütününün gıybetini yapmış gibi affedilmesi çok zor, büyük bir günah işlemiş olurlar.
    Keza, radyo, televizyon, internet gibi cihazları da böyle çirkin yollarda kullanmak, bir anda bu günahın kitlelere ulaşmasına sebep olduğu için affedilmeyecek bir kusur olur. Onun içindir ki, bugün bu meseleyi bir meslek haline getirip sürekli onun-bunun aleyhinde konuşanlar, haberlerini, magazinlerini bu çerçevede oluşturanlar yarın ettiklerine nadim olup ağlayacak, değil sadece huzur-u İlahide, daha dünyada iken bin pişmanlıkla kıvranacaklardır.
    :rolleyes:

  3. #3
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Alçakların Sinsi Silahı: Gıybet

    Gıybet Sinsidir; Âgâh Olmak Gerek


    Genellikle, başkalarının dedikodusunu yapıp gıybet edenler, yaptıklarının açık bir günah hatta bir kebîre (büyük günah) olduğunu bilseler de, bazen de gıybet kolayca farkedilemeyecek kadar gizli ve sinsi yollarla gelir. Böyle bir yola şu ya da bu şekilde düşmüşlerin de kendilerine göre icad ettikleri değişik mazeretleri olur ki, bunlar o cürmün cirmini katlayan ayrı günahlar gibidirler: “Ben aslında onun/onların iyiliğini düşünüyorum”, “Size söylediklerimi onun yüzüne de söyleyebilirim”, “Zaten ben bunları onun kendisine de söylemiştim”, “Ben bunları konuşuyorum ama niyetim asla falanı ya da falanları tenkit etmek değildir; ben hey'etin iyiliğini düşünüyorum” gibi ifadeler işte bu tür gerçekçi olmayan mazeretlerin dışa aksediş sûretlerinden sadece bir kaçı.
    Gıybetin yaklaşma yollarından biri daha vardır ki, hangi meclislerde kimlerle oturup kalkmamız hususunda dikkatimizi çekercesine, onu büyük sûfî Haris el-Muhasibî şöyle ifade eder:

    “Arkadaşlar değişik tiplerde olurlar. İblis, senin çoğu zaman dikkatli ve havf sahibi olduğunu, gıybet, yalan ve benzeri şeylerden nefret ettiğini, onlardan çekindiğini bilince, arkadaşına hemen bu tür şeylerle süslü laf yaptırmaz. Allah'ı zikredip, ünsiyet kuruncaya kadar sizi baş başa bırakır. Sonra fuzuli laf etmeyi, dünya ile sükunet bulmayı güzel, hoş gösterir. Buna dalınca, gıybet ve yalanı süsleyip güzel gösterir.” (Kalb hayatı 2/335)

    Bir başka büyük yanlış da yapılan gıybete, ‘gıybetin caiz olduğu yerler' çerçevesinde bir yer veya bir mahmil aramaya çalışmaktır. Her ne kadar İslam âlimlerinin temelde gıybet sayılabilecek bir konuşmayı zaruret gereği meşru saydıkları bir kısım alanlar varsa da bunların sayısı mahduttur ve alanı da son derece dardır. Bunun içindir ki, o sahillerde dolaşanların gıybet bataklığına düşmeleri kuvvetle muhtemeldir. Evet, oralarda ölçü ve dengeyi koruyabilme belli seviyenin insanları içindir. Herkesin o hakkı kullanması, o sınırlarda dolaşması hiç de doğru değildir.
    :rolleyes:

  4. #4
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Alçakların Sinsi Silahı: Gıybet

    Gıybet Meclisleri


    Meclis, topluluk, hey'et, toplanma yeri manasına geldiği gibi aynı zamanda arkadaşların ve dostların kendi aralarında gerçekleştirdikleri toplantı ve bir araya gelmelere de denir. Aslında iki kişinin bir araya gelip sohbet etmeleri, oturup konuşmaları da bir meclis kurmak demektir.

    Tenbihü'l-Gâfilîn'de ifade edildiğine göre bütün bütün dünya umûrundan konuşulan, gülünüp kahkaha atılan ve başkaları hakkında dedikodu yapılan hiçbir mecliste bereket ve feyiz olamayacağı gibi, Allah da o meclise asla rahmet nazarıyla bakmaz, belki buğz nazarıyla bakar.

    Nasıl, fertler için, kalblerini her zaman arı-duru ve pak tutmaları, ‘Sultan'ın nüzûlü'ne daima hazır bulundurmaları asla gözardı edilemeyecek bir vazife ise, bir sohbet veya toplantıya iştirak edenlerin de bulundukları o meclisi tertemiz tutmaları, kirletmemeleri de olmazsa olmaz bir mükellefiyettir. Mü'minlerin içlerinde bulundukları meclisler de, onların gönülleri gibi tertemiz olmalı, Cenab-ı Hakk'ın hâzır ve nâzır bulunduğu, melaike-i kiramın orayı/onları müşahede ettiği, başta Peygamber Efendimiz olmak üzere Allah dostlarından bazılarının o meclisi ruhen ziyaret etmek isteyebilecekleri daima mülahaza önünde tutularak, o meclisin nezahetinin zedelenmesine asla fırsat verilmemeli, aksi istikamette en ufak bir teşebbüs sezildiğinde sözün mecrasını değiştirmek, hiç olmazsa oradan ayrılmakla tavrını belli etmek suretiyle engel olunmalıdır.

    Kimi zaman olur ki, en nezih ve nadide olması gereken meclisler bile gıybet ve benzeri günahlarla kirletilebilir. Meselâ, kahvehaneler gibi zatında lüzümsuz ve başkaları aleyhinde konuşmaya her zaman müsait ortamlar gıybete dâyelik yapabileceği gibi, tekke, zaviye, meşveret meclisleri gibi ortamlar da birer gıybet, yalan, nifak ve sû-i zan meclisi haline gelebilir. O meclislerin sakinleri mutlaka Muhasibî'nin sözüne kulak verip, şeytanın önden, arkadan, sağdan, soldan, alttan, üstten gelebileceğini düşünerek bir kelime ile bile olsa yanlışa düşmeme hususunda eskilerin tabiriyle ‘âgâh-ı mütenebbih' olmalıdırlar. Bu manadaki teyakkuzun en önemli sâiki de hiç şüphesiz iyi arkadaşlar seçmektir. İnsan, hesap gününde “Keşke falanı, filanı kendime arkadaş edinmeseymişim!” pişmanlığına düşmeden ve her bir arkadaş ve dostunun aslında kendi karakterini aksettiren bir ayna olduğunu düşünerek hep iyilerle oturup kalkmaya, salihler zümresine dahil olmaya çalışmalıdır. Kur'an-ı Kerim “Habisler. habisler içindir, nezihler de, nezihler için” demek suretiyle dikkatlerimizi bu noktaya çekmektedir. Bir hikmet erinin söylediği;

    “Nâdanlar sohbet-i nâdanla eder telezzüz
    Nâdanların hemdemi hep nâdan gerektir!” mısraları da bu gerçeği pek veciz bir şekilde dile getirir.
    :rolleyes:

  5. #5
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Alçakların Sinsi Silahı: Gıybet

    Zor Soru: Ne Yapmalı?


    Aslında gıybetin ne kadar büyük bir günah olduğunu, Kur'an-ı Kerim'de çok ağır ifadelerle men'edildiğini, hadis-i şeriflerde çirkinliği üzerinde ne kadar çok tembihatta bulunulduğunu, şahsın kalb ve ruh hayatını ne ölçüde örselediğini, cemaatlerin ve toplulukların bünyesini bir kurt gibi kemirip, fitne, nifak ve iftirak ateşine körük çektiğini bilmeyenimiz yok gibidir. Yok gibidir fakat yine de böyle aşağılık bir günaha tevessül etmekten çok kere sakınmayız veya bir türlü yakamızı kurtaramayız(!)

    Öyleyse bu hususta da sürekli temrinat yapmak suretiyle gıybetin çirkinliğini her geçen gün vicdanımızda daha fazla duymaya çalışmak hepimizin şiarı olmalıdır. Bunun için de herkes ağzını kilitlemeli ve hiç bir kimsenin gıyabında konuşmamalı, konuşacaksa mutlaka hayır konuşmalıdır; gerekirse ağzına gıybet kokan bir kelime bile almayacağına yemin etmeli, şayet yeminini bozacak olursa kendi (nefsi)ni cezalandırmalıdır.

    Ayrıca insan, gıybet etmiş olabileceği endişesiyle sürekli Cenab-ı Hakk'a rücû edip “Allahım! Beni ve gıybetini ettiklerimi bağışla” demeli.. ahirette nasıl ağır bir ceza ile karşılaşacağını gözünün önüne getirmeli ve ürpermeli.. evet, bunları yapmalı fakat ötede bu elim durumlarla beride de hiç kimseyle er ya da geç karşı karşıya gelip özür dileme mecburiyetinde kalmadan önce gıybet denilen çukura hiç düşmemeye çalışmalıdır. Bunun için de, kendi günahlarını hatırlamalı, onların büyüklüğü karşısında başkalarının yaptıkları şeylerin görünemeyecek kadar küçük ve basit şeyler olduğunu, sonra herkesin mukteza-yı beşeriyet hata yapabileceğini mülahazaya alarak kendini herkesin dûnunda görmeli.. Allah'tan, sürekli, alt seviyeden insanların düştükleri hata ve günahlara kendisini düşürmemesini istemeli.. dişini sıkıp sabretmeli ve ne gerekiyorsa yapmalı ama asla nefsine, şeytana mağlup olup o tür bir günaha tevessül etmemelidir.

    Allah Rasûlü (sallallahü aleyhi vesellem), arkadaşlarından Abdullah b. Revâha'yı nazara vererek, onun hakkında ''Allah, İbn-i Revâha'dan razı olsun. O, meleklerin kendisiyle iftihar ettiği meclisleri seviyor'' der. İşte bize düşen, meleklerin iştirak etmek için arayışa geçtikleri, bulunca da Cenab-ı Hakk'a, sevinerek haber verdikleri sohbet ve zikir meclislerini bulmak, oraların müdavimi olmak ve Hazreti Yusuf'u kendimize örnek alarak daima, “Allah'ım! Beni her zaman salih kullarının arasında tut!” diyerek yalvarmak olmalıdır.
    :rolleyes:

  6. #6
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Alçakların Sinsi Silahı: Gıybet

    Sözün Sonu


    Sözümüzün sonunda biz de divan şairi Karamanlı Aynî gibi meclislerini gıybet, yalan, nifak, sû-i zan, hile, hud'a üzerine kuran insanların meclislerine de, sohbetlerine de, kendilerine de, ülfet ve dostluklarına, muhabbetlerine de bir ‘yuf olsun!' çekiyor ve “Hem kendi vicdanlarımızla hem de birbirimizle, asla kimsenin arkasından konuşmayacağımıza, kimsenin eksiğiyle-gediğiyle uğraşmayacağımıza, başkalarının küçük lekeleri gözümüze çarptığında da hemen nazarlarımızı kendi yağ bağlamış karalarımıza tevcih edeceğimize söz verelim. Sohbetimiz her daim ‘sohbet-i Cânân' olsun; olsun da sohbet meclislerimizde başka hiçbir kelama yer kalmasın!” recası ve Üstad Bediüzzaman'ın gıybet bahsine dercettiği bir altın sözle bu faslı da kapamak istiyoruz:
    "Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum. Çünkü gıybet; zayıf, zelil ve aşağıların silâhıdır."



    Furkan S. Yılmaz
    :rolleyes:

  7. #7
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Alçakların Sinsi Silahı: Gıybet

    Gıybetten mi, yoksa kul hakkından mı kurtulmak daha zor?




    Bir dostla, bir ahbapla konuşup ayrıldıktan sonra arkamızdan konuşmadığından emin olamıyorsak durum vahim demektir. Böyle dostlukta ne muhabbet gelişmesi olur, ne de itimat hissi kalır. Çünkü arkasından konuşulmadığından emin olmayan insan, emin olmadığı dostlarını gönülden sevemez. Sevgisi gösteriden ibaret kalır!

    - ‘Kim bilir neler söylüyorlar arkamdan’ şüphe ve tereddütleri içini kemirip durur... Bu da dostluk ve kardeşlik sevgi ve muhabbetini eritip bitiren bir şüphecilik halini alır. Bundan olacak ki Kur’an-ı Kerim, kardeşinin aleyhinde konuşup gıybetini yapmayı, çok ağır ifadeyle anlatarak gıybetçiyi kardeşinin etini yiyen yamyamlıkla sıfatlamış, söylediği doğru bile olsa aleyhtarlığı, gıybetçiliği kesinkes yasaklamıştır.

    Ancak ihtiyaç halinde, doğru bilgiye gerek duyulması durumunda, bilinen gerçek ne ise o bilgiyi doğru vermekte mahzur söz konusu olmamıştır. Böyle bir mecburiyet yokken aleyhtarlık yapıp birinin zaafını, kusurunu nazara vermek, ona olan ilgiyi, hüsnü zannı yok etmek ne kardeşliğe yakışır, ne de samimi bir dostluğa.

    İsterseniz gıybetin kul hakkından daha büyük sonucunu nazara veren büyük alim Süfyan bin Uyeyne’den bir değerlendirme arz edeyim sizlere de, hep birlikte ibretle okuyup hayretle tefekkür edelim gıybetin korkunç sonucunu. Bakalım dört yaşında Kur’an-ı Kerim’i ezberleme gibi eşsiz bir özelliğe sahip olan büyük muhaddis ve mutasavvıf, gıybet olayını nasıl yorumluyor görelim. Şöyle anlatıyor gıybetin kul hakkından da büyük sonucunu: İnsanın üzerindeki hakların en büyüğü şüphesiz ki kul hakkıdır. Kul hakkı şehid’den bile affolmaz. Hak sahibiyle bizzat helalleşmedikçe... Bu sebeple üzerinde kul hakkı olan kimse bunu ödemek için hak sahibiyle gidip bizzat görüşecektir. Şayet hak sahibi hayatta değilse mirasçılarına gidecek, hakkı mirasçıya ödeyecek, böylece kul hakkından kurtulması mümkün olacaktır.. Ancak gıybet hakkı böyle kolay ödenmeyecektir.

    İnsan gıybetini yaptığı kimsenin mirasçısına varıp da ‘akrabanın aleyhine konuşup gıybetini yapmıştım, o da ölmüş, arkasından sana şu kadar para vereyim de bana hakkını helal et’ diyemeyecektir. Çünkü böyle bir salahiyet verilmemiştir mirasçıya!.. Gıybetini yaptığı kimseyle bizzat görüşerek helallik alacaktır. Bu da ancak mahşerde karşılaşıp,yaptığı gıybetine mukabil sevaplarını verecek, sevapları yetmezse gıybetini yaptığı kimsenin günahlarını yüklenecek,helalleşmek böyle mümkün olacaktır!..

    Demek ki gıybet helalleşmesi kul hakkından da zor bir helalleşme olarak görünmektedir... Neden gıybet, kul hakkından da zor bir helalleşmeyi gerektirmektedir?.. Çünkü müminin haysiyeti, şerefi malından üstündür. Malını almak suretiyle hakkını aldığı kimsenin mirasçısına aldığı malı verir, kurtulur. Ama aleyhinde konuşmak suretiyle şerefini lekeleyip itibarına gölge düşürdüğü kimsenin şerefini malla, parayla geri getiremez. Onun hesaplaşması bizzat şerefine gölge düşürdüğü kimseyle mahşerde yüz yüze gelmekle olur!.. Öyle ise siz siz olun, gıybete dilinizi alıştırmayın.

    Dostluğunuzu, kardeşliğinizi zedeleyecek, itimat ve hürmetinizi yok edecek gıybetçilikten yılandan, akrepten kaçar gibi kaçın. Varsa alışkanlığınızla mücadele edin. İtimat edilen dost, saygı duyulan insan vasfınızı hep koruyun! Mahşerde sevaplarınızı dağıtmak zorunda kalmayın...

    AHMET ŞAHİN

    Ailem Dergisi
    Sayı:63
    :rolleyes:

  8. #8
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Alçakların Sinsi Silahı: Gıybet

    GIYBET, EN SİNSİ GÜNAHLARDANDIR


    Geçici bir takım zevkler, Rabbimizin çizdiği sınırların dışına çıkmamıza neden olabiliyor. Esasında lezzeti gidince elemi kalan bu zevkler, imtihanın en can alıcı taraflarından biridir. Yaratanımızın, aceleci ve unutkan olarak nitelendirdiği bizler, iyi ile kötü olan arasında daima seçim yapmak zorunda kalırız.

    Büyüklerimizin zehirli bal diye nitelendirdiği görünüşte tatlı, arka planda ise son derece zararlı olan günahlar yukarıda bahsettiğimiz özelliklerimizin de etkisiyle maalesef bizlerin bazen sürçmesine neden olabiliyor.

    Bazı günahlar var ki zararlarını çok iyi bildiğimizden midir yoksa kötü olan yanları çok anlatıldığından mıdır bilemiyorum ama onlara karşı savunma mekanizmamız her zaman alarm durumundadır. İçki, kumar, fuhuş gibi günahlar Müslümanların doğrudan cephe aldığı bu günahlar zümresindendir.

    Bazı günahlar da vardır ki adeta bütün vücudumuzu bir kanser mikrobu gibi sarar da ancak o zaman onun varlığından haberdar oluruz. Dedikodu, arkadan konuşma diye de isimlendirdiğimiz gıybet, bu sinsi günahlardandır. O, bir kanser virüsü gibi aileleri, cemaatleri, toplumları içten içe felce uğratıp samimiyeti, güveni, kardeşliği ve dostluğu yok eder.

    Diğer günahlar gibi gıybet yapmak ta insana geçici bir haz duygusu yaşatır. Nedense kardeşlerimizin ölmüş etini dişlemek, pratikte hiçbir fayda sağlamamasına rağmen garip bir zevk verir bizlere. Kendimizi lanetlenmiş o dedikodu meclislerinden bir türlü alıkoyamayız.

    Hâlbuki o mecliste işlenen günah, öylesine ağır bir günahtır ki ne akıl ne de kalp onu hazmedebilir. Çünkü hazmedilmesi gereken şey, Rabbimizin ifadesiyle aleyhinde konuştuğumuz kardeşimizin ölü etidir. Tiksinti veren, insanlığımızdan utanacağımız bir durum değil mi?

    Birlik ve beraberliğimize darbe vurması yönünden ele aldığımızda, birçok günaha nazaran gıybetin çok daha tehlikeli olduğunu söyleyebiliriz.

    ‘Burada olsa yüzüne de söylerim’, ‘Ben yalan söylemiyorum ki’, ‘Falancanın öyle bir eksiğini biliyorum, ancak sana asla söyleyemem’ gibi cümlecikler, kendimizi kandırdığımız fakat bal gibi de gıybet olan ifadelerdir.

    Yokluğunda bahsi geçen kişinin hoşlanmayacağı her söz ve hareket gıybete girer. Hakkında konuştuklarımızı o arkadaşımıza söyleyip helallik isteyerek ancak kendimizi affettirebiliriz.

    Hele hele bir gıybet türü daha var ki yılandan çıyandan kaçar gibi ondan kaçıp sakınmak gerekir. O da bir cemaati, bir partiyi veya bir topluluğu içeren gıybettir.

    Ahirette sevaplarını sağa sola dağıtıp iflas eden adamın durumuna düşmemek için çenemize sahip olmalı, bize faydası olmayan lakırdılardan uzak durmalıyız.
    Eksik ve kusurları olan arkadaş, dost ve akrabalarımızı en münasip bir dille uyarmalı, problemleri sadece o mesele ile vazifedar insanlarla paylaşarak çözme yoluna gitmeliyiz.

    Ahmet Osmanoğlu/Cevaplar.org
    http://www.cevaplar.org/index.php?kh...5&yazi_id=5857
    :rolleyes:

  9. #9
    ***
    DIŞARDA
    Points: 39.199, Level: 100
    Points: 39.199, Level: 100
    Level completed: 0%,
    Points required for next Level: 0
    Level completed: 0%, Points required for next Level: 0
    Overall activity: 0%
    Overall activity: 0%
    Achievements
    BuRaK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Vip Özel Üye
    Üyelik tarihi
    Jun 2008
    Mesajlar
    4.740
    Points
    39.199
    Post Thanks / Like
    Tecrübe Puanı
    22

    Standart Cevap: Alçakların Sinsi Silahı: Gıybet

    Dedikodu hastalığı


    Toplumumuzda dedikodu niçin bu kadar yaygınlaşmış?
    Her kötülük gibi bunun kaynağını da nefiste aramak gerek.

    Dedikodu nefsin çok hoşuna gider. Nefis, faydalı bir eseri yarım saat okumaya, yahut faydalı bir sohbeti bir saat dinlemeye tahammül edemezken, sıra dedikoduya geldi mi saatler dakika gibi olur.

    O halde ikinci bir soru daha ortaya çıkıyor: Dedikodu nefsin niçin bu kadar hoşuna gidiyor?

    Bu sorunun cevabını Hz. Yusuf’tan (as.) dinleyelim:

    “(Bununla beraber) ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü, nefis daima kötülüğü emredendir; meğer ki Rabbimin merhamet edip koruduğu (bir nefis) ola.” (Yusuf Sûresi, 53)

    Hadis-i şeriflerden öğreniyoruz ki, gıybet ve haset insanın salih amellerini yakıp mahvediyorlar, tıpkı ateşin odunu yiyip bitirmesi gibi. Bir müminin güzel işlerini anlatmak ise müminler arasında sevgi ve hürmet hislerini geliştiriyor ve kişiye sevap kazandırıyor. İnsanı bu sevaptan mahrum etmek için, kıskançlık ve haset duyguları harekete geçiyor.

    Önümüzde iki yol var, birinde mümin kardeşimizi gıybet edip salih amellerimizi yakıp mahvetmek, diğerinde ise onu sevip, ondan övgü ile söz edip sevap hanemizi kabartmak.

    İşte kötülüğü emreden nefis, insanı birinci yola sevk eder ve mahveder.

    Nefsimizi seviyorsak ona acıyalım ve onu bu zararlı yoldan vazgeçirmek için şu gerçeklerle yüzleştirelim:

    • Sen kendini seversin. Öyle ise gıybet etmemelisin. Çünkü gıybet anında zehirli bir lezzet alsan bile, o anda haset damarının kabardığını, sinirlerinin gerildiğini çok iyi biliyorsun. Bunlar ise seni içten içe rahatsız ediyor.

    • Sen rahatını seversin. Başkasının seni gıybet etmesinden rahatsız olursun. Yaptığın gıybet er veya geç karşı tarafın kulağına gidecek ve ondan çok daha ağır bir mukabele görmekle rahatsız olacaksın.

    • Sen menfaatini seversin. Gıybet etmekte bu dünyada bir menfaat elde etmediğin gibi ahiret yurdundaki ebedî saadetine de büyük darbeler vuruyorsun. Bu ise akıl kârı değil.

    • Sen dünyayı seversin. Gıybetle geçirdiğin vakitlerini dünya saadetin için harcasan daha kârlı çıkacaksın.

    Önemli bir nokta:
    Kötü bir söz, karşı tarafın durumuna göre farklı sonuçlar verir. Bir erin bir başka ere söylediği kötü sözle, yüzbaşıya, albaya, generale söylediği kötü bir sözün cezaları farklılık gösterir. Gıybet için de benzer bir durum vardır. Bir mümini gıybet etmekle bir alimi, bir müçtehidi, bir müceddidi, bir sahabeyi gıybet etmenin, sonuçları gibi cezaları da aynı değildir.

    İslam’a hizmet eden kişiler hakkında yapılan gıybet, insanları o kişilerden uzaklaştırmaya, dolayısıyla da İslam’a karşı yabanileşmeye götürür. İnsanlara hidayet yolunu kapamayı netice veren böyle bir cinayeti işlememeye azami dikkat göstermemiz inancımızın ve vicdanımızın gereğidir.

    Bazen aynı mukaddes davaya hizmet eden kişiler arasında da bu hastalığın bir başka yolla nüksettiğine şahit oluruz. Dava arkadaşında gördüğü bir yanlış tutumu başkalarına anlatarak onun gıybetini yapan kişi, şöyle bir savunma mekanizması geliştirmeyi de ihmal etmez: “Ben bunları nefsim için değil davaya zarar gelmemesi için söylüyorum.”

    Nur Külliyatında gıybetin bazı özel durumlarda caiz olacağı nazara verilirken bunlardan birisi şöyle dile getirilir:

    “Şekva suretinde bir vazifedar adama der; tâ o münkeri ondan izale etsin.”

    Burada iki önemli şart söz konusudur: Birisi, şikayeti yaptığımız makamın o kötülüğü önlemeye yetkili olması. İkincisi, maksadımızın dava arkadaşımızı kötülemek değil ondaki bir kötülüğün giderilmesi olması.

    Demek oluyor ki, o kardeşimizin hatasını, onu düzelmeye güç yetiremeyecek kişilerle konuşmak gıybettir; ama yetkili kişiye aktarmamız gıybet değildir. Yetkili kişiye aktarma yaparken de niyetimiz onu kötülemek olursa yine gıybetten kurtulamıyoruz; niyetimiz o kardeşimizden söz konusu kötülüğün giderilmesi ve onun manevî kurtuluşu olmalı.

    Nur Külliyatı’nda, gıybetin caiz olduğu özel maddeler sayıldıktan sonra şu kayda yer verilir:

    “İşte bu mahsus maddelerde garazsız ve sırf hak ve maslahat için gıybet caiz olabilir.”

    Karşıya zarar verme, onu gözden düşürme, ona karşı beslediğimiz kötü hisleri tatmin etme gibi art niyetlerden uzak olan ve sadece hak için, maslahat için yapılan şikâyetler gıybet olmuyor.

    Gıybet, gerçekte işlenmiş bir hatayı başkalarına aktarma şeklinde olabileceği gibi, çoğu zaman, “su-i zan”, yani “yanlış yorumlama, olaya menfî yönden bakma” sonucu da ortaya çıkabiliyor. Gerçekte yanlış olmayan bir hareket, yanlış yorumla ile hata kabul ediliyor, daha sonra bu yanlış kanaat üzerine de gıybet bina ediliyor.

    Su-i zannın kaynağı kişinin kendi mizaç bozukluğudur.

    “Kendisinde bulunan su-i ahlakı su-i zan bahanesiyle başkalara teşmil etmesin.” (Mesnevî-i Nuriye)

    Bu çok önemli bir mihenk taşıdır. Birisinin yaptığı hayırlı bir işi tenkit ederken, onun bu işi menfaat karşılığı yaptığını söyleyen kimse “su-i zan” etmiş olur. Yukarıdaki ifadeden anlaşılacağı gibi, bu zannın kaynağı da “o kişinin menfaat düşünlüğüdür.” Yani, o adam kendi iç aleminde şöyle bir değerlendirme yapmış olur: “Ben bu işi yapsam menfaat için yaparım. Demek ki bu adam da bu işte bir menfaat gözetiyor.”

    Hucurât Sûresi birçok içtimaî meselenin ve sosyal problemin birlikte yer aldığı ibret dersleriyle dolup taşan bir sûre.

    Onuncu ayette, “müminlerin kardeş olduğu ve aralarında bir problem çıktığında ıslah yoluna gidilmesi gerektiği” ders veriliyor. Bu ayeti hemen takip eden ayetlerde, sanki İslâm kardeşliğini zedeleyen hastalıklar sıralanıyor.

    On birinci ayette bir topluluğun diğerine “lakap takması”, “onu alaya alması” yasaklanıyor.

    On ikinci ayette “su-i zan, tecessüs (kusur araştırma) ve gıybet” yasaklanıyor. Bu ayetin mealini aktarmak istiyorum:

    “Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan sakının. Çünkü, zannın bir kısmı günahtır.

    Birbirinizin kusurunu araştırmayın.

    Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin(gıybet etmesin)! Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz.

    O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.” (Hucurât, 12)

    On üçüncü ayet-i kerimede bütün insanların, başlangıçta bir erkekle bir dişiden yaratıldıkları hatırlatılarak “ırkçılık” belasına düşmemiz yasaklanıyor.

    Sanki bu ayetlerde Müslümanlar arasındaki kardeşlik bağlarına zarar veren kötü hasletler küçükten büyüğe doğru sıralamış gibi:

    “Bir topluluğu alaya almak.”

    “Birbirini kötü lakapla çağırmak.”

    “Su-i zan beslemek,”

    “Birbirinin kusurunu araştırmak.”

    “Gıybet yapmak.”

    “Irkçılık davası güderek kendi ırkından olmayanlara üstünlük taslamak, onlarla yardımlaşma yerine düşmanlık yoluna girmek.”

    Gıybet, bu tehlikeler zincirinde sondan ikinci sırada yer alıyor. Yani ırkçılık dışında, diğerlerinin tümünden daha tehlikeli.

    Rabbimiz, bizim kardeş olduğumuzu beyan ettiği ve onu bozan her kötülükten bizi sakındırdığı halde, nefsin arzusuna kapılarak dedikodu yolunu tutmak, rıza çizgisinden büyük ölçüde sapma göstermektir. Çünkü, Allah bizim birbirimizi sevmemizden razı oluyor; hemen hepsi “kibir” çekirdeğinden çıkan bu kötü hasletlerden değil.

    Kibir kula yakışmaz ve Allah kibirlenenleri sevmez.


    Prof.Dr.Alaaddin BAŞAR
    Zafer Dergisi
    :rolleyes:

Benzer Konular

  1. Gıybet
    By SiLa in forum Ahlak Bilgileri
    Cevaplar: 7
    Son Mesaj: 01.02.17, 20:39
  2. Gıybet, söz yangınıdır!
    By SiLa in forum Ahlak Bilgileri
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 17.03.09, 09:12
  3. Gıybet
    By kamilya in forum Fıkıh ve Akaid
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 02.03.09, 09:57
  4. Gıybet etmek
    By Kartal__13 in forum Ahlak Bilgileri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 16.06.08, 20:32

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •