Verdiği sayısız nimetlerle bizleri imtihan eden, lütuf ve kerem sahibi Yüce Allah’a (celle celaluh) hamd olsun.
O’nun Sevgili Resulü’ne, Ehl-i Beyt’ine, Sahabelerine ve onlara hakkıyla tâbi olanlara salât ve selâm…

Merhaba Dostlar;

Zor sorular…

Konumuza başlamadan önce, düşüncelerinizi allak bullak edecek bazı sorular soracağım. Lütfen sıkı durunuz ve okumaya devam ediniz.

Yaşadığımız hayat tarzını sorguluyor muyuz hiç? Ben kimim? Nasıl bir kimliğe sahibim? Yaşadığım hayat tarzı, bu kimliğime uyuyor mu? Eğer uygun değilse, kimliğim ayrı, yaşantım ayrı değerler taşıyorsa, neden böyle?...

Kimliğimi oluşturan kültürel ve manevi değerler nelerdir? Bu değerlerimi, neden yaşayamıyorum? Yaşayamadığım zaman ne oluyor? İnancımla yaşadıklarım arasındaki fark çok fazlaysa, şimdi ben, ikiyüzlü, ‘ahlaken münafık’ birisi miyim?

Peki, beni bu hale hangi şartlar sonucunda geldim. Beni bu hale kim/ler getirdi? Yoksa ben kendi tercihlerim sonucunda mı bu hale geldim? Ben bu durumdan memnun muyum? Değilsem, bu halimi değiştirebilir miyim?...

Evet, cevabı zor sorular biliyorum. Çoğumuzun bunları düşünmeye bile fırsat bulamadığımızı da biliyorum. Hatta cevaplar aradığımızda da çoğu defa bilgi noksanlığından veya alt yapı yoksunluğundan ve deha başka imkânsızlıklardan dolayı, net sonuçlara ulaşamadığımızın da bilincindeyiz.

Evlatlarımızı niye okuttuk?


Ancak, bu millet, onca fedakârlık gerektiren masrafı göze alarak, neden binlerce evladını okullara, kurslara vs. gönderiyor, bu sorulara cevap bulmak için değil mi? Adeta toplumun düşünen beyinleri olsunlar diye değil mi? Evlatlarımız, gitsinler, öğrensinler ve bizim de maddi ve manevi hayat standardımızı yükseltsinler diye, değil mi?

İşte, ey muhterem okur! Bu yayınları yapan, bu yazıları yazanlar; bu toplumun içinden çıkartılıp okutulan, araştıran ve düşünen insanlardır. Bu insanlar sizin ve bizim için tespitler yapıyorlar, hayatımızdaki tıkanıklıkları, hastalıklı yönlerimizi teşhis ediyorlar. Güçleri yettiğince çözümler üretiyorlar.

Peki, sizdeki, toplumdaki bu duyarsızlık niye? Neden sormuyorsunuz bizlere; “Evladım, biz sizi nice fedakârlıklar yaparak İmam-Hatiplerde, kurslarda, dershanelerde, özel okullarda okuttuk, üniversitelere gönderdik; peki neler öğrendiğiniz? Şimdi bize bir yol gösterin bakalım!”

Neden hesap sormuyorsunuz bizlere? Bunca yatırımınızın arkasını neden araştırmıyorsunuz? Bunca nesil içinde, hiç mi “adam” yetişmedi? Hiç mi ‘özüne ve sözüne’ güveneceğiniz, akıllı-başlı kimse yok?...

Hizmet erbabına sahip çıkıyor muyuz?


Var elhamdülillah. Hem de binlerce, hatta bütün bir İslam Dünyası’nı hesaba kattığınızda, milyonlarca… Kimi iş dünyasında yol tutmuş, kimi yönetici olmuş, kimi bilim adamı, yazar, çizer, televizyoncu, sinemacı…

Bu sözler canınızı acıtacak biliyorum ama… Müslüman toplum olarak bu evlatlarınıza ne kadar sahip çıkıyorsunuz? Evlatlarınızın neler başardığını izliyor musunuz?...

Şöyle bir durum değerlendirmesi yapalım;

Başarılı üretim yapan sanayicinin ürünlerini alarak ve etrafınıza tanıtarak destekliyor musunuz?

Başarılı siyasetçileri destekliyor ve denetliyor musunuz?

Başarılı bürokratı takdir ediyor, halk olarak yanında yer alıyor musunuz?

Başarılı hayır kuruluşlarının eli ayağı olup yeterince destek çıkıyor musunuz?

Başarılı yayınlar yapan TV, internet sitesi, gazete, kitap ve dergileri takip ediyor; madden ve manen sahip çıkıyor musunuz?...

Elbette, toplumun geniş kesimleri bu faaliyetleri desteklemeseydi, bu başarılar da ortaya çıkmazdı. Halkımız sahip çıkmasaydı, bu kadarı da olmazdı. Ama dönüp bir bakalım, toplumun kaçta kaçı bu çalışmalar içerisindedir? Yaklaşık olarak yüzde doksanı müslüman olan bu nüfusun acaba yarısı, bu olumlu ve kurtarıcı çalışmaları destekliyor mu? Öyle olsa bile, neden diğer yarısı hala büyük bir vurdumduymazlık içinde? Burada halkın bizzat kendisine büyük görevler düşmüyor mu?...

Tebliğ ehline ‘dilenci’ muamelesi!


İrşad ehli uğraşsın toplumu ıslah etmeye çalışsın. Millet tövbekâr olsun, içkiyi, kumarı bıraksın. Ahlakını düzeltsin, takva yaşasın. İlim ehli uğraşsın, yavrularımıza dinini öğretsin. Bir kısmı okullar açsın, evlatlarımızı modern (!’de olsa) okullarda okutsun. Bazıları faydalı yayınlar yapsın, doğruları ortaya koysun. Tamam, güzel, olsun da bunları kim destekleyecek? Hangi maddi ve manevi yardımlar gerekiyor? Soruyor muyuz?...

Bu hizmetleri yapan bir avuç müslüman, kendilerini heba edip her türlü fedakârlıkla çalışsın, geleceğini riske atsın, bir hizmet halkası kursun, bizim müslüman/vatandaş yan gelip yatsın, öyle mi?

Maalesef çoğu zaman böyle oluyor. İş yerine kadar gelmiş, din hizmeti yürüten bir kişiyle karşılaşan müslüman patron, onu el üstünde tutup saygıda kusur etmeyip her türlü desteği vereceği yerde, nasıl olur da ona ‘dilenci’ muamelesi yapar? Allah’ın dinini tebliğ etmeye çalışan, dergi, kitap veya başka şeyleri araç olarak kullanarak, dine hizmet eden bir ‘garip’i, nasıl aşağılar!...

Bu hangi vicdana sığar? Nasıl bir sorumluluk anlayışıdır? Bu kişi senin imanını kurtarabilmen için didinirken, sen ona nasıl bigâne kalırsın? Pes doğrusu…

Bu ne insanlığa sığar ne de Müslümanlığa.

Bu neye benzer biliyor musunuz? Musa (aleyhisselam) kavmini inkârcılarla savaşa çağırdığında, onlar, “Sen ve Rabbin gidin, onlarla savaşın. Biz burada oturacağız.” (Mâide, 24) demişlerdi. İşte, tam buna benzer.

Çok özür dilerim ama söylemek zorundayım: Bu, Müslümanlığın dibe vurmuş halidir. Bu tam bir aldanıştır. Aldatılmış, uyuşturulmuşluk halidir.

Oysa bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sallallahu aleyhi vesellem) Sahabelerini toplayıp onlardan savaş için biat istediğinde, onlar: “Lebbeyk, Ya Resulellah! Buyur bizi güt, boynumuz kıldan incedir. Biz, kavminin Musa (aleyhisselam)’a dediği gibi demeyeceğiz. Anamız babamız, canımız ve malımız, Allah’a ve senin kutlu yoluna feda olsun, Ya Resulellah!” diyorlardı.

Şimdi, biz de ‘müslümanız’ öyle mi?...



SÜLEYMAN KARAKAŞ

Gülistan Dergisi