Zengin Olmak Şart mı?

İnsanın, ancak zengin olduğunda mutlu olacağını düşünmesi, ilk bakışta doğru bir hüküm gibi görünüyor. Doğumdan ölüme giden aşamaların her birinde, binlerce şeye ihtiyacı olan insanın elbete, bu ihtiyaçlarını karşılayacak bir maddi varlığın kazanılmasını kaçınılmaz kılıyor.

Oysa, kalbin huzurunu bozan manevi hastalıklardan en önemlisi dünya ve mal sevgisidir. İnsanın kalbinde dünya sevgisi ne derecede varsa, ahiretin sevgisi o derecede o kimsenin kalbinden çıkar.

İnsanın çok ihtiyacı olduğu halde, dünya malını sevmemesinin emredilmesi, açık bir imtihanla karşı karşıya olduğunu gözler önüne seriyor. Buradan anlaşılıyor ki, bir şeye ihtiyacı olmak başka, onu sevmek çok başka şeylerdir.

Kim neyi severse, Allah-u Zülcelal ona istediğini nasip eder. Dünyayı sevenlere dünyayı nasip eder. Çünkü Allah-u Zülcelal’in yanında dünyanın hiçbir değeri yoktur. Nitekim Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:

“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Elbette Allah’tan korkanlar için ahiret yurdu daha hayırlıdır.” (En’am; 32)

Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) de bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: “Dünyayı seven ahireti sevmez, ahireti seven de dünyayı sevmez. Siz baki olan ahireti, fani olan dünyaya tercih edin.” (Taberani, Hakim)

Evet, dünyaya karşı uyanık olmak lâzım. Dünyaya az rağbet edip onun hakkında olmayacak beklentilere girmemek gereklidir. Dünya öyle istikrarsız bir yerdir ki, sağlam olan birden hastalanır, emniyet içinde olan birden korkuya müptela olur, sevinçli olan birden kederlenir. Zengin olan bir anda fakirleşir.

Dünyaya önem verip onu sevmek akıllı kimselerin işi değildir. Nitekim Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) bir başka hadis-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Dünya, ahirette evi olmayanın evi ve orada malı bulunmayanın malıdır. Dünya malını aklı olmayan toplar.” (Ahmed bin Hanbel, Beyhaki)

Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) başka bir hadis-i şerifte de şöyle buyurmuştur:

“İnsan, ‘malım, malım’ der. Halbuki, onun malı yediği ve giydiği şeylerdir.” (Müslim)

Dünyayı seven bir kimse, öldüğü zaman sevdiğinden ayrıldığı için azap çeker. Bu azabın şiddeti de dünya sevgisinin şiddeti ölçüsündedir. Allah-u Zülcelal’i ve ahireti seven ise ölürken sevdiğine kavuştuğu için sevinç duyar. Bu sevincin büyüklüğü de Allah ve ahiret sevgisinin büyüklüğü derecesindedir.

İnsan Neyi Sevecek?

Buraya kadar yapılan açıklamalardan anlaşıldı ki, insan dünyayı sevmeyecektir. Fakat, insan yaratılış icabı kalbini ve duygularını hep bir şeylere yönlendirme ihtiyacı hisseder.

Peki, insan neyi sevecek? Elbette, fani olan dünyayı değil, ebedi olan ahireti ve onu yaratan Rabbini sevecek. O halde, insanın dünya sevgisine kendisini kaptırmamasının en büyük ilacı, gerçek sevgili olan Allah-u Zülcelal’i sevmektir. Hakiki sevgiye layık olan O’dur.

Kaldı ki, dünya ve ahiretin zenginliği de O’nun elindedir. O (cc) sever ve kulundan razı olursa, hem dünyada hem de ahirette kuluna nimetlerini bolca ihsan edecektir.

Allah ve Ahiret Sevgisi Nasıl Kazanılır?

İnsanda Allah ve ahiret sevgisini oluşturan ve güçlendiren şey, Allah’ın Marifeti ve Allah’a ibadettir.

İnsan, hakkında bilgi sahibi olduğu şeyi sevebilir. Bilmediğimiz bir yaratıcıyı nasıl seveceğiz? Marifetin başı, Allah-u Zülcelal hakkında bilgi ve sağlam bir inanç sahibi olmaktır. O’nu tanıdıkça, kudret ve azametini anladıkça, şefkat ve merhametini idrak ettikçe, insanın O’na olan güven ve sevgisi artar. Sevgisi artan, O’na hüsn-ü zanla bakar, Rabbine karşı mütevazi ve iyi niyet besleyen de hep Rabbinden af ve ihsan görür.

Allah-u Zülcelal’i sevmenin en büyük alameti, O’nun emirlerine uymaktır. Emirlerinin başında da O’na ibadet etmek gelir. İnsan, aklıyla, kalbiyle, bedeniyle ibadet ettiğinde, yüce Yaratıcıya karşı kalbinde marifet duyguları, yakin duyguları artmaya başlar.

Bu şekilde Rabbinin sevgisini kalbine nakşeden bir kimse de artık dünya malına karşı bir sevgi ve muhabbet kalmaz. Dünyanın, ancak kendisine verilmiş bir fırsat olduğunu anlar ve ona göre davranır.





Dünya Sevgisinin Kaynağı Nedir?

İnsanda dünya sevgisi uyandıran ve kuvvetlendiren şey ise, nefsin arzularına, şehvetlerine uymaktır. Nefis esas itibariye, bu dünyanın hamurundan yaratıldığı için fıtri olarak dünyayı sever. Keyfü sefaya düşkündür. En değerli şeyleri bile çalışmadan yapmak, çalışmadan kazanmak ister. Üstelik, her imkana kavuşmak, her şeyi elde etmek ister.

İnsan nefsini serbest bıraksa, dünyada elinden gelen ne varsa ardına koymaz. Helal-haram dinlemez. Vurur-kırar, yalan söyler, dolandırır, zulmeder. Amacına ulaşmak için her şeyi yapar. Bu yüzden nefsin dizginlenmesi, insanlık icabıdır. Kaldı ki bir müslümanın nefsinin arzularına uyması kadar çirkin ve mahvedici bir şey yoktur.

O halde, nefsi dünyalık arzulardan vaz geçirip, Rabbin rızasını kazandıran şeylere yönlendirmelidir. Üç günlük dünyanın zevkini, ebedi olan ahiret hayatına değişmemelidir.

İki Sevgi Bir Kalbe Sığmaz

Dokuz yüz elli sene yaşayan Nuh aleyhisselam vefat hastalığında;
“Dünyayı nasıl buldun?” diye sormuşlar. “Dünyayı iki kapılı bir han gibi dördüm. Bir kapıdan girdim, diğerinden çıktım.” demiştir.

Gerçekten dünya hayatı çok kısadır. Bakınız, Nuh (aleyhisselam) dokuz yüz elli sene yaşadığı halde, sanki onu hiç yaşamamış gibi görmüştür. Buna göre kendi halimizi düşünmemiz gerekmektedir.

Su ile ateş nasıl bir arada bulunmazsa, dünya ve ahiret sevgisi de aynı kalpte bulunmaz. Onun için baki olan ahiret hayatı için geçici olan bu dünyayı satanlar, her ikisini de kazanırlar. Ama dünya için ahiretini satanlar, her ikisini de kaybederler.

İmam-ı Rabbani Hazretleri buyuruyor ki: “Hadis-i şerifte, (Kişi, sevdiği ile birlikte olur) buyuruldu. Kalbinde, Allah’tan başka hiçbir şeyin sevgisi kalmayan ve ancak Onu dileyen kimselere müjdeler olsun. Bu hadis-i şerife göre, bu kimse, Allah-u Teâlâ ile beraber olur. Görünüşte insanlar ile birlikte ve onlarla alış verişte ise de, hakikatte Allah-u Teâlâ iledir.

Kalp, yani gönül birden fazla şeyi aynı anda sevemez. Kalbin; mal, evlat, mevki, övülmek, şan-şöhret gibi çeşitli arzuları ve bağlantıları ve sevdikleri görülür ise de bu sevgilileri hakikatte hep bir sevgilisi içindir. O biricik sevgilisi de, kendi nefsidir. Onların hepsini, kendi nefsi için sevmektedir. Bunları, hep kendi nefsi için istemektedir. Seviyorum dediği insanların nefislerini düşünmemektedir.

Nefsine olan sevgisi kalmazsa, nefsi için onlara olan sevgisi de kalmaz. Bunun içindir ki, kul ile Rabbi arasındaki perde, kulun kendi nefsidir. Kul, hep nefsini düşünmektedir. Bunun için perde, yalnız kendisidir. Kul, kendinin nefsini düşünmekten büsbütün kesilmedikçe Rabbini düşünemez. Allah-u Teâlânın sevgisi onun kalbine yerleşemez.”

İster Zengin Ol…

İnsan ister zengin osun ister fakir osun, herkeste dünya sevgisi olabilir ve az da olsa mutlaka vardır. Ancak, nefsini ıslah edip Rabbin sevgisine kavuşmuş olanlar istisna.

Fakir, kendinde olmadığı için dünyalık ister. Ancak bu isteği, farkında olmadan dünya malına karşı bir meyil oluşturur. Onunla yatar, onunla kalkar hale gelir. Oysa bilse ki her şeyi bir takdir eden vardır. Bu dünya mutlaka zengin olunması gereken bir yer değil, asıl ahiretin kazanılması gereken bir yerdir.

Yokluğa sabretmeli, sebeplere sarılıp çalışmalı, gerisini Allah-u Zülcelal’in takdirine bırakmalıdır. Ancak bu şekilde kalpte dünya sevgisi oluşmaz.

Zengin ise mala mülke daha çok meyillidir. Hatta “mal canın yongası” konumundadır onun için. Hep malını düşündüğünden, hop oturup hop kalkar. Yüreği ağzındadır her an.

Hal bu ki malın da mülkün de sahibi Allah’tır (cc), onu da o mala hizmetçi ve nöbetçi yapmıştır. Fakir fukaranın hakkını gözetmek, topluma faydalı hizmetler yapmak gibi bir çok sorumluluğu vardır. Kişi, malı olduğundan dolayı sevineceği yerde, Sahabe-i Kiram gibi kıvrım kıvrım kıvranarak, zenginliğin hakkını nasıl yerine getireceğini düşünmelidir.

O malı mülkü kendisine veren Allah-u Zülcelal, bazı kullarını vermeyerek imtihan ettiği gibi kendisini de vererek imtihan etmektedir. Bu imtihandan başarıyla çıkmak, yanız hakiki mal sahibini razı etmekledir. Yoksa, zenginliği o kimsenin başına bela olur.

Eğer böyle yapar da zenginliğin hakkını verirse, kalbine değil de cebine koyduğu malı mülkü Rabbinin rızası için kullarının hizmetinde kullanırsa, işte o zaman gerçek zenginlerden olur. Mal ona değil, o, mala sahip olmuş olur.





Kölelikten Kurtulmayı Kim İstemez!

Hazreti Osman, kölesi ile bir yerden geçiyordu. Bir ağacın altında herkesten uzak vaziyette yatan Ebu Zerri Gıffari hazretlerini gördü. Ebu Zerr, eshabın maddeten en fakirlerinden biri idi. Hz. Osman yanındaki kölesine bir kese altın verdi:
- Git bunu şu ağacın altında yatan adama ver. Eğer dediğimi yaparsan seni azad edeceğim. dedi. Hz. Osman’ın bu müjdesine sevinen köle, mutlaka parayı verebileceği ümidiyle uyuyan adamın yanına varıp uyanmasını bekledi. Bir müddet sonra Ebu Zerr Hazretleri uyanmıştı. Köle:

- Al bu keseyi, diye rica ettiyse de Ebu Zerr, kabul etmiyordu. Köle ısrar ederek:
- Eğer bu altınları alırsan kölelikten kurtulacağım. Sen benim azad olmamı istemez misin? diye söylediğinde O:
- Senin kölelikten kurtulmanı ben de isterim ama, ben onu alırsam sen hür olacaksın, ben köle olacağım. Sen benim köle olmamı ister misin? Diyerek parayı almayı kabul etmedi.



DÜNYA MUHABBETİ

“Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır.” (Münâfikûn, 63/9)

Nitekim hadis-i şerif’te: “Dünya muhabbeti ile kalbinizi işgal edip de Cenâb-ı Hakk’ın ibadetinden zikir ve muhabbetinden ta’til etmeyiniz.” (Münavi) buyurulmuştur.

Yine: “Bir kimse uykudan uyanır uyanmaz, seherde, her şeyden evvel dünyayı düşünürse, Cenâb-ı Allah onun işini perişan edip rahatını selbeyler (götür).” Buyurulmuştur.

“Dünya muhabbeti her günahın başıdır. Dünyaya muhabbet, büyük günahların en büyüğüdür.” Nitekim dünyaya ziyâde muhabbet sebebiyle, her türlü menhiyat irtikab edildiği görülmektedir.

Ehl-i Hakîkat dünyayı şöyle tarif etmişlerdir: “Dünya nedir? Dünya, insanı Allah’tan gafil edip alıkoyandır. Yoksa ne altın ve gümüş ve ne de evlâd ü iyal dünya değildir. Meğer ki Cenâb-ı Hakk’ın ibadetinden alıkoysun. Kalbi, Cenâb-ı Hakk’ın muhabbetinden ve ibadetinden alıkoymadıkça bunlar dünya değildir.”

Nitekim Abdülkadir Geylâni (ks.) öyle buyurmuştur: “Mal, para, servet cepte, kasırda, evde ve mağazada caizdir. Fakat kalpte caiz değildir. Mü’minin kalbi nazargâh-ı İlâhidir.” Cenâb-ı Hakk -azze ve celle- Hazretlerinin nazarı da daima mü’minlerin kalbinedir.


Nitekim diğer Hadis-i Şerif’lerde: “Her ümmetin helâkini mûcib bir fitne vardır. Benim ümmetimin helak sebebi ise, dünya malıdır.” “Muhakkak ki bu altın ve gümüş, sizden evvel gelen ümmeti helak etti. Siz de; cimrilik, hırs, övünmeden kaçınmadığınız takdirde sizin helâkinize de sebep olur.” “Bu ümmetin evvelkileri zühd ve yakîn iman ile necat buldu (kurtuldu). Ümmetimin sonra geleni de cimrilik, tûl-ı emel (kalbi bağlayan gelecek planları) ile helak olur.”

M. Sami Ramazanoğlu (ks)


SÜLEYMAN KARAKAŞ