İslam dininin bel kemiğini oluşturan Tevhid inancıdır. Eğer Tevhid düşüncesi iyi anlaşılmamışsa ve tam olarak inanılmamışsa İslam’ın diğer hükümleri anlamsız olur. İslam’ın her hükmünün temelinde yatan Tevhid düşüncesi yetersiz ise, İslam anlaşılmamış olur.




Tüm peygamberlerin ve kitapların geliş amacı, bozulan Tevhid’i tekrar hatırlatmaktı. Önümüzde Hz. Muhammed(as) ve ellerimizin arasında Kuran olduğu halde eğer Tevhid inancımız zayıf, parçalanmış ve sözde kalmış ise kendimizi İslam ümmetinin bir üyesi olarak göremeyiz.




O halde nedir Tevhid? Tevhid, lâfzen “La İlahe İllallah” demek, zahiren üç kelime olsa bile mana olarak çok ağır ve geniştir. Yerde ve göklerde hâkimiyeti, malikiyeti, rahmaniyeti, rabbaniliği Allah’a mahsus düşünmektir. O’nun istediği yaşam tarzını savunmaktır. O’na teslim olmaktır. Hayatın en ince ayrıntısına kadar her alanda Allah’ı vekil tutmak, O’nun istediği gibi plan ve program yapmaktır. İrademizde, duygularımızda ve davranışlarımız da O’na bağlanmak, O’na itimat etmektir. Paranın, amirin, liderin, insanların kulu olmayı bırakıp yalnızca Allah’a kul olmaktır. Güven, sevgi ve itaat ile Allah’a bağlanmaktır. O’nun gösterdiği, belirlediği, seçtiği yaşamın kurallarını kabul etmektir. Yerde ve gökte tek ilah, O’dur. Ondan başka otoriteyi tanımamak, O’nun ilkeleri dışında ilkelenmemek ve O’nun gösterdiği yolda ilerlemektir. İşte Tevhid budur.




Peygamberlerin açtığı yol budur. Şimdi biz, Allah’a iman ettiğini söyleyen bizler Allah’ın hâkimiyetini bırakıp, egemenliği başkalarına verirsek şirke düşmüş olmaz mıyız? Hüküm koymak, ne bireylerin ne de toplumların hakkıdır. Hüküm koymak; bizlerin, sizlerin ve her şeyin yaratıcısı olan yalnızca Allah’ın hakkıdır. Allah’ın hakkını, bireylere ve toplumlara paylaştırma, Tevhid inancını dolayısıyla İslam inancını temelinden parçalar. Allah’a inandığını söyleyenler, Allah’ın hakkını başkalarına tahsis ederlerse Müslüman olduklarını söylemeye hakları yoktur. Allah’ın hakkını ve yetkisini gözetmeyenler namaz kılsalar, oruç tutsalar, hacca gitseler bile amelleri boşa gitmiştir. Bunu ben söylemiyorum. Bunu Rabbimiz bildiriyor. Rabbimin ayet-i kerimelerinde şirki bağışlamayacağını bizlere sık sık hatırlatıyor. Şimdi bizler Allah’ın hakkını gözetmeyip yapılan şirk operasyonuna alkış tutamayız..




Ebu cehil, Ebu Süfyan gibi şirk önderleri, Hz. Muhammed(as)’ın huzuruna gelip: “Ey Muhammed! Bizden ne istiyorsun, bunu yapalım. Başımıza hükümdar olmak istiyorsan gel liderimiz ol, zengin olmak istiyorsan gel, her birimiz malımızın yarısını sana verelim, şöhret sahibi olmak istiyorsan, kızlarımızı sana verelim. Ne İstiyorsun bizden?”. Hz. Muhammed(as) şöyle buyurdu: “Sizden “La İlahe İllallah” demenizi istiyorum”. Mekke müşriklerinin liderleri ayağa kalkıp: “Vallahi, sen bizden ağır bir söz istedin. Biz bunu kabul edemeyiz.” diyerek eteklerini silkelediler ve gittiler. Ve ömürlerinin sonlarına kadar Hz. Muhammed(as) ile mücadele ettiler.




Şimdi bizler ne kadar ağır bir sözün altına imza attığımızı unutmayalım. Müslüman olduğumuzu iddia ediyorsak, Müslüman olmanın birinci gereği Allah’ı tek otorite sahibi olarak görmektir. Hükmü kayıtsız, şartsız O’na ait olduğunu kabul etmektir. Eğer İslam inancı, O’nun istediği gibi çizilmiyorsa hangi İslam’dan bahsedebiliriz? İslam’ı, Allah’a göre değil de, kendi nefsimize göre yorumlarsak kendimizi aldatmış olmaz mıyız? İslam inancının tüm kaideleri, Tevhid ile beslenmezse yapılanlar boşa gitmiş olmaz mı?




Gelin, Tevhid inancımızı bir daha gözden geçirelim. Kendi yaşamak istediğimizi, Allah’ımızın istediği yaşam tarzıyla bir daha kıyaslayalım. Gerçekten Allah’ın hakkını, Allah’a vermiş miyiz? Ve kendi kulluk konumumuzu belirlemiş miyiz? Sözde İslam’dan olmak kurtaracak mı bizi, Allah’ın hesabından?




Hele bizler, Hz. İbrahim’in ayak izlerinin olduğu bu sokaklarda, Nemrut ile olan mücadelenin havasının estiği bu çarşılarda ve Tevhid’in bahçesi olan Balıklıgöl’de dolaşırken Hz. İbrahim’in Tevhid için ne kadar çırpındığını biliyoruz.




Tevhid, geçmişe ait bir olay değildir. Tevhid, kıyamet kopuncaya kadar sürecek bir mücadeledir. Lütfen, muvahhid misiniz ya da müşrik tarafında mısınız? Kendimize dikkat edelim. Hiçbir güç Allah’ın hakkını, gücünü, kudretini, yetkisini kendine ve başkalarına yakıştıramaz.




Nice Firavunlar geldi geçti, nice kendini ilah gibi gören Firavunlar gelip geçti. Ve o firavunlara destek verenler oldu. Hepsinin fani olduğuna şahit olduk.




Kendimizi bu zulüm ile yoğrulmuş safsatalarla oyalamayalım. Tek gerçek olan Tevhide dönelim. Yerin ve göklerin söz hakkı yalnızca Allah’ındır. O’ndan başka Rabbimiz yoktur. O’ndan başkasına kulluk etmemeliyiz. Nefsimize, ailemize, beldemize ve tüm yeryüzüne egemen olan tek otorite Allah’u Teâlâ’dır.




“Allah, kendisinden başka hiçbir ilah olmayandır. Diridir, kayyumdur. Onu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey onundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, kulların önlerindekilerini ve arkalarındakilerini (yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. Onlar, O’nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. Onun kürsüsü bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. (O, göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir.) Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na güç gelmez. O, yücedir, büyüktür.”(Bakara Süresi/255)


Zeynep Işık