Bediüzzaman'ın en zor şartlar altında bile Kuran'ı tebliğ etmeye devam etmesi
Bediüzzaman karşısına çıkarılan tüm engellere rağmen Risalelerle gerçekleştirdiği Kuran tebliğine devam etmiş, elindeki en kısıtlı imkanı dahi bu uğurda kullanmıştır. Sürgün, hapishane ya da esir kampı olsun, gittiği her yerde İslam'ı anlatmaya, yazmaya devam etmiş, yeni talebeler edinmiş, böylece risalelerin giderek daha geniş kitlelere yayılmasını sağlamıştır.
Kafkas cephesinde gönüllü birliklerinin başında iken İşarat'ül İcaz adlı Arapça eserini telif etmiş, savaş sonrasında üç yıl kaldığı esir kampında ise, hayatlarını cepheden cepheye geçerek harp meydanlarındaki çatışmalarla geçen esir subaylar için bir ilim meclisi, imanlarını ve ihlaslarını güçlendirecekleri bir marifet mektebi olmuştur. Rusların bir süre sonra kefaretle Kosturma'daki Tatar mahallesinde bir camide kalmasına izin vermeleri üzerine Bediüzzaman, iki buçuk yıl boyunca bu camide hem imamlık yapmış hem de iman sohbetlerine devam etmiştir. Bediüzzaman'ın ve Nur talebelerinin hayatlarını kaleme alan Tarihçe-i Hayat'da, Bediüzzaman'ın gerek hapis ve sürgünlerde gerekse de esir kamplarında göstermiş olduğu bu kararlı fedakarane ve ihlaslı tavır şöyle anlatılmaktadır:
İşte Bediüzzaman, böyle harikalar harikası bir inayete mazhar olan (yardıma, ihsana sahip olan) mübarek bir şahsiyettir. Ve bunun içindir ki, zindanlar ona bir gülistan olmuş; oradan ebediyetlerin nurlu ufuklarını görür. İdam sehpaları, birer va'z ve irşad (doğru yolu gösterme) kürsüsüdür. Oradan insanlığa ulvi bir gaye uğrunda sabır ve sebat, metanet ve celadet (yiğitlik, kuvvet) dersleri verir. Hapishaneler birer Medrese-i Yusufiyyeye inkılab eder (dönüşür). Oraya girerken, bir profesörün üniversiteye ders vermek için girdiği gibi girer. Zira oradakiler, onun feyiz ve irşadına muhtaç olan talebeleridir. Hergün birkaç vatandaşın imanını kurtarmak ve canileri melek gibi bir insan haline getirmek, onun için dünyalara değişilmez bir saadettir.10
Bu sözlerde de anlatıldığı gibi, Bediüzzaman için bir kişinin bile imanı sevmesi çektiği sıkıntıları göze alması için yeterli olmuştur. Nitekim onun vesile olmasıyla pek çok insan imanı sevmiş, Kuran ahlakını benimsemiştir:
O hapishanelerden hapishanelere atıldı. Hapishaneler, zindanlar onun sayesinde Medrese-i Yusufiye oldu. Said Nur zindanları nur, gönülleri nur eyledi. Nice azılı katiller, nice nizam ve ırz düşmanları, bu iman abidesinin (imanıyla ünlenmiş, dillere destan olmuş) karşısında eridiler; sanki yeniden yaratıldılar. Hepsi halim selim mü'minler haline, hayırlı vatandaşlar haline geldiler. Onu diyar diyar sürdüler. Her sürgün yeri, onun öz vatanı oldu. Nereye gitse, nereye sürülse, etrafı saf, temiz mü'minler tarafından sarılıyordu. Kalın hapishane duvarları, onu mü'min kardeşlerinden bir an bile ayıramadı. Büyük mürşidin, talebeleriyle arasına yığılan bu maddi kesafetler (engeller, duvarlar); din, aşk, iman sayesinde letafetler (güzellikler) haline geldiler. Kör kuvvetin, ölü maddenin bu tahdid (sınırlamaları) ve tehdidleri, ruh aleminin ummanlarında (okyanuslarında) büyük dalgalar meydana getirdi. Bu dalgalar, köy odalarından başlayarak, yer yer her tarafı sardı; üniversitelerin kapılarına kadar dayandı. Yıllardır mukaddesatları çiğnenmiş vatan çocukları, mahvedilen nesiller, imana susayanlar; onun yoluna, onun nuruna koştular. Üstadın Nur risaleleri elden ele, dilden dile, ilden ile ulaştı, dolaştı. Genç-ihtiyar, cahil-münevver sekizinden seksenine kadar herkes ondan bir şey aldı, onun nuruyla nurlandı.11