HUSREV EFENDİ’NİN BEDÎÜZZAMAN HAZRETLERİ’NE MEKTUBU

“Her fedâkârlığa hazırım!”

29. Mektûbun 3. Kısmında Kur’ân’daki tevâfuk mucizesi teferruatıyla izah edilmekteydi. Husrev Efendi ve sâir talebelerde bu risâle yüksek bir heyecana vesile oldu. Nasıl olmasındı ki; Kur’ân’a hizmet etmek, Furkan’ın bir mucizesine şâhitlik, kâtiplik yapmak hangi ehl-i Kur’ân’ı sevindirmezdi? Husrev Efendi, Bedîüzzaman Hazretlerinin bu nûrânî arzusunu yerine getirmek için her türlü fedâkârlığa hazır bulunduğunu kaleme aldığı şu mektubu ile beyan etmekteydi:
“Çok Muhterem, Sevgili Üstâdım,
Yirmi Dokuzuncu Mektubun Üçüncü Kısmını okuduk. Mektub münderecatı hepimizi şevke getirmiş, sevinçle her tarafımızı doldurmuştu. Kur’ân-ı Hakîmin bazı âyâtından çıkan kıvılcımlariyle, bir taraftan aklı gözlerine inmiş olan maddiyunlar ve emsâli tabakasına karşı, Mektûbatü’n-Nûr ve Risalâtü’n-Nûr ile meydan okuyarak onların kafalarına hakikat tokmaklarını vurmakta ve diğer taraftan onların kalblerini pek parlak feyizleriyle doldurmaktadır.

On sekiz bin değil, sevgili Üstâdımın buyurdukları gibi yirmi sekiz bin âleme bakan o büyük Fürkan-ı İlâhînin, bugünkü asırdan başka gelecek asırlara da bakan vecihlerinin bazı mühim noktalarına işaret edilmesi ve lâfzullah üzerinde vâki tevâfukatın göze çarpacak ve nazarı celbedecek şekle ifrağ edilmesi ve bazı kelimelerde görünen mânidar tevâfukatın güzellikleriyle meydana çıkarılması hakkında vâki Üstâdımın fikirlerine haddim olmayarak yine Üstâdımdan aldığım kuvvet ve cesaret ile iştirâk ediyorum. Ve böyle bir Kur’ân-ı Kerîm’in yazılması hakkında vâki olacak her fedakârlığa hâzır olduğumu, utanarak baştan ayağa kadar beni istilâ eden bu sürurun verdiği hâlet-i ruhiye üzerine arzediyor ve ayrıca diyorum ki: Sevgili Üstâdıma istenilen şekilde kendi elimle yazılmış bir Kur’ân-ı Kerîm’i yazıp takdim etmeği çok arzu ediyorum. Fakat mes’elenin müsta’celiyetini düşünemiyordum. Ve bir de diğer kardeşlerimin bu şereften mahrumiyetidir ki, bu fikrimin ve bu arzumun kabulünde ısrar edemiyorum.

Evet sevgili Üstâdım! İnşâallah zaman takarrüb etmiştir. İnşâallah mev’ûd vakte biz de erişmiş bulunuyoruz. Artık sebeb selef-i sâlihînin Kur’ân’a hâşiye olarak bir şey ilâve edilmemesi hakkındaki kararlarının, zamanlarına aid bulunması ve ulemâ-i müteahhirînin müsâadeleri de Arapçanın tahsili cihetine gidilmediğinden ileri geldiği kanâatini taşıyarak, Arapçanın okunmak ve yazmak istenilmediği bir zamanda bulunuyoruz. Binâenaleyh Kur’ân hakkında sevgili Üstâdımın düşündüklerine pek büyük bir ihtiyaç olmakla beraber, bu güzel ve pek büyük bir emr-i hayra kapı açan bu işin hemen ikmâl edilmesi için her şeye tercih edilmesi rica ve istirhamındayım. (Saatçi Lütfi Efendi kardeşim de bu kanaattedir.)

Sevgili Üstâdım! Allah sizden hem ebediyen razı olsun, hem de her bir hayırlı işinizde muvaffak etsin, duasiyle Cenâb-ı Hakk’a müteşekkir olduğum halde size olan minnettarlığımı arzeder ve dâmenlerinizi öperim, muhterem efendim hazretleri.”
(BARLA LÂHİKASI, S. 4)