Dokunmayın demiştim, yalnızlığıma…
Özenle topaç haline getirip; üstünü ses,su yada ışık geçirmez bir
şeyle sıkıca sarıp görünmeyen bir köşeye kaldırmıştım…
Gözden, sesten ve enerjiden uzak bir köşeye...
Dokunmayın demiştim, yalnızlığıma…
Her saldırıya gülücük çemberi ile cevap vermiştim..
her cümleyi mantık oyunları ile atlatmıştım…
yeri gelmiş cümle cambazı, yeri gelmiş hareket cambazı olmuştum…
Dokunmayın demiştim, yalnızlığıma…
Dokunulmazlık zırhına büründürmüş, darbelere dayanıklı hale getirmiştim…
Güvensizdim çevremde ki insanlara, her an kanatabilirlerdi…
Dokunmayın demeyi unutmuşum, gecenin bir vakti yaşantıma giren
sesten ibaret o varlığa…
Evet sadece sesti.. uzak bir diyarın uzak bir insanı…ama o
içimde ki yalnızlığa dokundu…
Özenle sakladığım yalnızlığımın kılıfını fark ettirmeden parçaladı..
Topaç şeklinde ki korkutulmuşluğuna dilini attı…
Ve kaynamış kıvrımlar açılıverdi…
Ve…
Canhıraş bağırtı koptu, derinlerden…
Artık ben değil saklı yalnızlığım konuşmaya başladı…
Konuştu, konuştu…
Susturulmuşluğun acısını zehir zemberek anlatarak, konuştu…
Kulağımı tıkadım, olmadı…
Ağladım, fayda etmedi…
Kanamıştı bir kere …
Kanamıştı yalnızlığım…
O ses mutlu mu?
O ses anladı mı?
O ses “anlıyorum” derken, neyi anlamıştı?
Kanadı yalnızlığım…
Alıntı