***
DIŞARDA
Points: 455.346, Level: 100
Level completed: 0%,
Points required for next Level: 0
Overall activity: 100,0%
Achievements


Cin ve şeytan
CİN VE ŞEYTAN
Göremediğimiz manevi varlıklar sadece melekler değildir. Cinler ve şeytanlar da bizim görmeme- mize rağmen vardır. Cinler Allah'a ibadet, yani kulluk konusunda insanlar gibidirler. Ancak onların zamanı ve mekânı da bizimkinden ayrıdır. Meselâ kendi yıllarına öre yirmi yaşındaki bir cin bizim zamanımızla bin, hattâ binbeşyüz yıl öncesinden beri var olmuş olabilir.
Meselâ Peygamberimizle görüşen cinin hâlâ yaşadığı söylenir. Yine bizim mekânımız, yani maddemiz onlar için boşluk hükmündedir. Onun için onların nüfuz edebilen, yani sızabilen ateşten yaratıldıkları bildirilmiştir. (er-rahmân,55/15)
Cinler de evlenir, ürer ve çoğalırlar.
Bazı kötü ruhlu insanların sihir konusunda cinlerden yararlandıkları doğrudur. Ancak bu, sanıldığı ve korkulduğu ölçüde değildir. İnancı güçlü insanlara cinlerin zarar veremeyeceği bir gerçektir. Zaten Kur'an-ı Kerim de sihirle uğraşanlar için: "Allah'ın izni olmadan onlar kimseye zarar veremezler"
(Bakara 2/102) denir.
İbn-i Abbas (r.a.) Hz.'inden naklen Muaz b.Cebel rivayet ediyor:
-Bir gün Resululah (s.a.v.) ile beraberdik. Ansardan birinin evinde toplanmıştık... Tam bir cemaat olmuştuk.
Sohbete dalmıştık. Bu arada, dışarıdan bir ses geldi:
-Ev sahibi, içeridekiler, eve girmem için bana izin verir misiniz? Benim sizden bir dileğim var. Görülecek işim var.
Bunun üzerine, herkes Resülullah (s.a.v.) Efendimizin yüzüne bakmaya başladı. Orada ve her zaman büyük oydu,
izin ondan çıkacaktı. Resülullah (s.a.v.) Efendimiz, du-ruma vakıf oldu ve:
-"Bu seslenen kimdir, bilir misiniz?" Buyurdu. Biz hep birden şöyle dedik:
-En iyi bilen Allah Resulüdür. Bunun üzerine Resülullah (s.a.v.) Efendimiz:
-"O, lain İblistir.
-Şeytandır. Allah'ın làneti onun üzerine olsun" Buyurunca; hemen Hz. Ömer:
-Ya Resülullah, bana izin veriniz onu öldüreyim.
Resülullah (s.a.v.) Efendimiz bu izni vermedi; şöyle buyurdu:
-"Dur ya Ömer, bilmiyor musun ki; Ona belli bir vakte kadar mühlet verilmiştir, öldürmeyi bırak." Sonra şöyle buyurdu:
-"Kapıyı ona açın gelsin... O, buraya gelmek için emir almıştır. Diyeceklerini anlamaya çalışınız. Size anlatacaklarını iyi dinleyiniz..."
-Kapıyı ona açtılar, İçeri girdi ve bize göründü. Bir de baktık ki, şekli şu: Bir ihtiyar. Şaşı. Aynı zamanda köse. Çenesinde altı veya yedi kadar kıl sallanıyor. At kılı gibi. Gözleri yukarı doğru açılmış. Kafası, büyük bir fil kafası gibi. Dudakları da, bir manda dudağına benziyordu. Sonra, şöyle bir selam verdi:
-Selàm sana ya Muhammed; Selàm sizlere ey cemaat-ı müslimin. Onun bu selàmına Resülullah (s.a.v.) şu mukabelede bulundu:
- "Selàm Allah'ındır ya lain.." Şeytan şöyle anlatmaya başladı:
-Benim buraya gelişim, kendi arzumla olmadı. Mecburen geldim.
Resülullah (s.a.v.) Efendimiz sordu:
-"Nedir o mecburiyet?" Şeytan anlattı:
- İzzet sahibi Rabbın katından bana bir melek geldi: ve dedi ki: Allah-ü Teàlà sana emir veriyor: Muhammed'e gideceksin. Ama düşük ve zelil bir halde. Tevazu ile.
Ona gideceksin ve àdemoğullarını nasıl kandırdığını söyleyeceksin bir bir ona. Sonra O; sana ne sorarsa doğrusunu diye-ceksin. Sonra Allah-ü Teàlà buyurdu ki:
-Söylediklerine bir yalan katarsan, doğruyu söylemezsen, seni kül ederim; rüzgàr savurur, düşmanların önünde, seni rüsvay ederim.
İşte böyle; ya Muhammed, o emir üzerine sana geldim. Arzu ettiğini bana sor. Şayet bana sorduklarına doğru cevap vermezsem; düşmanlarım benimle eğlenecek.
Şu muhakkak ki, düşmanlarımın eğlencesi olmaktan daha zor bir şey yoktur. Bundan sonra,
Resülullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle sordu:
-"Madem ki, sözlerinde doğru olacaksın. O halde bana anlat: Halk arasında en çok sevmediğin kimdir ?"
Şeytan şu cevabı verdi:
-Sensin ya Muhammed... Allah'ın yarattıkları arasında senden daha çok sevmediğim kimse yoktur.
Sonra senin gibi kim olabilir?
Resülullah (s.a.v.) Efendimiz sordu:
-"Benden sonra, en çok kimlere buğuzlusun ve sevmezsin?" Şeytan anlattı:
-Muttaki bir gence ki... varlığını Allah yoluna vermiştir.
Bundan sonra, sual cevap aşağıdaki şekilde devam etti. Resülullah (s.a.v.) Efendimiz sordu; şeytan anlattı:
-"Sonra kimi sevmezsin?"
-Kendisini sabırlı bildiğim, şüpheli işlerden sakınan âlimi...
-"Sonra?.."
-Temizlik işinde... yıkadığı yerleri üç defa yıkamaya devam eden kimseyi.
-"Sonra?.."
-Sabırlı olan bir fakiri ki; ihtiyacını hiç kimseye anlatmaz...
Halinden şikayet etmez.
-"Peki, bu fakirin sabırlı olduğunu nereden bilirsin?.."
Ya Muhammed, ihtiyacını kendi gibi birine açmaz.
Her kim ihtiyacını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa, Allah onu sabredenlerden yazmaz.
Sabırlı kimselerin işi buna benzemez.
-Hasılı, onun sabrını; halinden, tavrından ve şikayet etmeyişinden anlarım.
-"Sonra kim?.."
İblisin cevabı: -Şükreden zengin.
-"Peki, ama o zenginin şükreden olduğunu nasıl anlarsın?.."
-Onu görürsem ki, aldığını helâl yoldan alıyor ve mahalline harcıyor. Bilirim ki: O şükreden bir zengindir.
Resülullah (s.a.v.)Efendimiz bu defa mevzuu değiştirdi ve ona başka bir sual sordu:
-"Pe ki, ümmetim namaza kalkınca, senin halin nice olur?.."
-Ya Muhammed, beni bir sıtma tutar. Titrerim.
-"Neden öyle olursun; ya lain?.."
-Çünkü bir kul, Allah için secde edince bir derece yükselir.
-"Peki ya oruç tuttukları zaman nasıl olursun?.."
-O zaman da bağlanırım. Taa, onlar iftar edinceye kadar.
-"Peki, ya hac yaptıkları zaman nasıl olursun?.."
-O zaman da çıldırırım.
-"Peki, ya Kur'an okudukları zaman nasıl olursun?.."
-O zaman da, eririm. Tıpkı ateşte eriyen bir kurşun gibi.
-"Peki, ya sadaka verdikleri zaman halin nasıldır?.."
-Ha işte... o zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren, bir testere alır eline ve beni ikiye böler.
Resülullah (s.a.v.) Efendimiz sebebini sordu:
-"Neden öyle testere ile ikiye biçilirsin, yâ Ebamürre?.."
-Bunun üzerine İblis:
-Onu da anlatayım... dedikten sonra:
-Çünkü sadakada dört güzellik vardır.
Şöyle ki:
1-Allah-ü Teâlâ, sadaka verenin malına ihsan eyler.
2-O, sadaka veren kimseyi halkına sevdirir.
3-Allah-ü Teâlâ, onun verdiği sadakayı, cehennemle arasında bir perde yapar.
4-Allah-ü Teâlâ, belâyı, sıkıntıyı ve ahları ondan defeder.
Bundan sonra, Resülullah (s.a.v.) Efendimiz ashabı hakkında ona bazı sorular sordu:
-"Ebubekir için ne dersin?.."
İblis buna şu cevabı verdi:
-O bana, cahiliyet devrinde bile itaat etmedi... İslâm'a girdikten sonra nasıl bana itaat eder?
-"Peki, Ömer b. Hattab için ne dersin?." İblis'in buna cevabı:
-Allah'a yemin ederim ki, her gördüğüm yerde ondan kaçtım.
-"Peki Osman b.Affan için nedersin?.."
-Ondan Utanırım... hem de çok... nasıl ki, Rahman'ın melekleri de ondan utanırlar...
-"Peki, Ali b. Ebütalib için ne dersin..."
İblis onun için de şöyle dedi:
-Ah, onun elinden bir kurtulsam... O, kendi başına kalsa; ben de kendi başıma kalsam...
O, beni bıraksa... ben de onu bıraksam... Ben onu bırakırım; ama o beni bırakmaz.
Resülullah (s.a.v.) Efendimiz, soruları sorduktan ve şeytanın verdiği cevaplar da kısmen bittikten sonra, şöyle buyurdu:
-"Ümmetime saadet ihsan eden; seni de taa, belli bir vakte kadar şaki kılan Allah'a hamd olsun."
Resülullah (s.a.v.) Efendimizin o cüm-lesini duyan lain İblis şöyle dedi:
-Heyhat, heyhat... Ümmetin saadeti nerede? Ben, o belli vakte kadar diri kaldıkça, sen ümmetin için nasıl ferah duyarsın?
Ben, onların kan mecralarına girerim. Etlerine karışırım. Ama onlar, benim bu halimi göremez ve bilemezler.
Beni yaratan ve baas gününe kadar bana mühlet veren Allah'a yemin ederim ki: Onların tümünü azdırırım.
Cahillerini ve âlimlerini...Ümmilerini ve okumuşlarını.. Facirlerini ve âbidlerini...Hasılı, bunların hiçbiri elimden kurtulamaz.
Fakat, Allah'ın hâlis kullarını... Evet, bunları azdıramam.
Bunun üzerine Resülullah (s.a.v.) Efendimiz sordu:
-"Sana göre ihlâs sahibi olan muhlis kullar kimdir?..."
Bu suale İblis şu cevabı verdi:
-Bilmez misin? Yâ Muhammed, bir kimse ki, dirhemini ve dinarını sever...
O, Allah için bir ihlâsa sahip değildir.
Bir kimseyi görürsem ki; dirhemini ve dinarını sevmez; övülmekten, methedilmekten hoşlanmaz... bilirim ki o:
İhlâs sahibidir... Hemen onu bırakır kaçarım.
Bir kul, malı ve övülmeyi sevdiği süre, kalbi ve dünya arzularına bağlı kaldığı müddet, o
size vasfını yaptığım kimseler arasında bana en çok itaat edendir.Bilmez misin ki; mal sevgisi, büyük günahların en büyüğüdür. Bilmez misin ki; yâ Muhammed, baş olma sevgisi yine büyük günahların en büyükleri arasındadır.
İblis anlatmaya devam etti:
-Yâ Muhammed, bilmez misin?.. Benim yetmişbin tane çocuğum var. Bunların her birini bir başka yere tayin etmişimdir. Sonra... o her çocuğumla birlikte yine yetmişbin tane şeytan vardır.
Onların bir kısmını ulemaya gönderdim. Bir kısmını gençlere yolladım. Bir kısmını da, meşayihe saldım. Bir kısmını da, ihtiyar kadınlara musallat ettim. Gençlere gelince; aramızda hiçbir anlaşmazlık yoktur. Onlarla gayet iyi geçiniriz.
Çocuklara gelince...onlarla da, bizimkiler istedikleri gibi birlikte oynarlar. Bizimkilerin bir kısmını da, âbidlerin başına dert ettim. Bir tepeden öbürüne... hep dolaştırıp dururlar. Öyle bir hal alırlar ki; başlarlar,
sebeplerden herhangi birine sövmeye....
İşte... böylece, onlardan ihlâsı alırım... Onlar, bu haller ile, yaptıkları ibadeti, ihlâssız yaparlar gayrı... Ama,
bu hallerinin farkında olmazlar.
İblis, bundan sonra aldattığı bir rahibin hikâyesini anlatmaya geçti. Ve şöyle dedi:
-Bilmez misin, yâ Muhammed, Rahip Barsisa; tam yetmiş yıl ihlâs ile Allah'a ibadet etti. Bu ibadetleri sonunda, ona öyle bir hal ihsan edilmişti ki: Her dua ettiği hasta, duası bereketi ile şifa buluyordu.
Onun peşine takıldım; hiç bırakmadım... Zina etti. Katil oldu. Sonunda da küfre girdi. Bu o kimsedir ki; Allah-ü Teâlâ aziz kitabında, onu şöyle anlatır:
-"....Şeytanın hali gibidir ki; o insana:
- Kâfir ol...Dedi. Vaktaki o kâfir oldu; bu defa ona şöyle dedi:
-Ben, senden uzağım...Ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım."(59/16).